Akademisyenler ve akademisyen adaylarının bir araştırmayla ilgili onu tasarlamak ve yürütmek dışında en emek verdikleri alan belki de çalışmayı yayımlamaktır. Araştırmanın yayımlanması, başvurulan derginin niteliğine (buna bağlı olarak değişen geribildirim süresine) göre yaklaşık 3 ay ila 2 yıl arasında değişmektedir. Elbette farklı disiplinlerde farklı yaklaşımlar olmakla birlikte genel bir bakışla durum bu şekildedir.
Bir yazar yayına hazırladığı çalışmayı hedeflenen akademik derginin şablonuna uygun hale getirerek işe başlar. Sorunların ilki ile de bu noktada karşılaşır. Makalenin kelime sayısı, dil ve anlatım seçeneği ve özellikle teknik detaylar(yazı tipi, görsel ve tabloların gösterimi vb.) yayına kabul edilmesi için derginin şartlarına uygun olarak düzenlenmelidir… Her yeni başvuruda bu şablonlar değişir ve yazara bir kağıt işi düşer.
Makaleyi yazmak için harcanan süre muhtelif olmakla birlikte 6-12 ay arasında değişir. Bu sürecin sonunda çalışmayı formata uydurmak ve sisteme yüklemek 3 hafta, editörden geçmesi 1 -2hafta, hakemden değerlendirme alması 6-12 ay, düzenleme ve yayına kabul derken 2 yıl… Bu süre özellikle çalışma alanı sosyal bilimler veya eğitim bilimleri ise veriyi eskitmeye hatta geçersiz ve gereksiz kılmaya yeter de artar bile. Zaten akademik mecralarda bu durumla ilgili sürekli gerek sözlü gerek yazılı ifadeler yer almaktadır.
Bu durumun giderilmesi için şimdiye kadar başka bir yerde duymadığım bir fikir ile karşınızdayım. Kimliğin markalaşması. Bu fikir Trendyol’da alışveriş yaparken aklıma geldi. Trendyol çoğumuzun bildiği üzere çeşitli markaları bir araya getiren bir platform. Benim aklımda belirli ‘kaliteli’ markalar vardır ve onların yaptığı işe güvenirim. Ama bazen de hiç bilmediğim markaların ürünlerini tanıyıp bildiğim markaların ürünlerinin yanında görürüm, ihtiyacıma göre değerlendiririm ve faydalı bulursam edinirim. Bu bağlamda örneğin Dergipark bizim Trendyol’umuz olsun. Makale yani ürün ortaya çıkaran kişiler de markalar: bu durumda dergiler ‘Arzu Sabancı’nın sizin için seçtikleri’ gibi bir seçki oluyor sanırım. Akademide böyle bir seçkiye gerek var mı? Nitelikli hocaların nitelikli yayınları nitelikli dergilerde yayımlanır. Bu derin varsayım aslında sürece karışan ‘kişisel ilişkiler’i ve ‘para ile yayın’ ‘olasılıklarını’ es geçmektedir. Bunlar değinmek istediğim konunun dışında kalan ancak sürecin artık iyiden iyiye yozlaştığını gösteren belirtilerdir.
Diyorum ki aradan Arzu Sabancı’yı çıkaralım. Kimse bizim ürünlerimizi seçip ‘objektif şekilde’ değerlendirip bize geri sunmasın. Bilim tarihinde nice isimler vardır meslektaşları tarafından reddedilen ama birkaç sene sonra bir ekol haline gelen. Bilimsel bir yayın muhakkak iki hakem bir editörden geçmelidir yoksa ‘bilimsel’ olmaz. Bu kriter insan faktörünü yok sayar ve ürünün seçkiye girmemesine neden olarak alıcının ürüne erişimini sınırlandırır, üreticiyi bıktırır ve üretimi yozlaştırır. Bırakalım her yazar kendi ürünleriyle markalaşsın, onları seçen isimlerle, platformlarla, dergilerle değil. Yazarın çalışmasının sorumluluğu ve kutlaması kendisinde kalsın. Dergileri yayınlarımızla yüceltmeyelim ürünlerimiz biz onları o şekilde yazdığımız haliyle, bize ait şekliyle bizi yeniden üretsin. Neden olmasın?
Konuk Yazar: Sergen
Dediğiniz gibi neden olmasın? Farklı bir bakış açısı gerçekten. Elinize sağlık sayın yazar.
Akademik yayınlardaki bekleme sürelerinin bir problem olduğuna kesinlikle katılıyorum. 6 ay evvel bir dergiye yolladığım makalem daha geçenlerde yayımlandı. Çalışmayı yaparken zaten üzerinde 4-5 ay gevşek ve 2 ay kadar da yoğun bir dönem çalıştım. Fakat tıp alanında olduğu için 2-3 ay bile bilgilerin geçersizleşmesine yetiyor. Makalenin bilimsel onayı alması oldukça kısa sürmesine rağmen derginin yayıma hazır hale getirmesi çok vakit alıyor. Akademik yayımın başka çok daha fazla problemi var.
1) Makalenizle uğraşıyorsunuz bazen 5-10 yıl süren bir çalışma yayımlıyorsunuz fakat yayımlamak için ücret istenebiliyor. Ürettiğinizden hiçbir şekilde para kazanamıyorsunuz bu sebeple memur maaşınıza bağımlı kalmak zorundasınız. Tamamen elektronik ortamda yayımlanan bir dergi için astronomik rakamlar isteniyor ve üniversiteniz arkanızda olmadan veya burs bulmadan bazı dergilerde makale yayımlamanız mümkün değil.
2)Üreten insanlar kazanmıyor, okuyan insanlar para vererek makale okuyabiliyor. Dünyadaki literatürün çoğu ücretli. Ve bu para döngüsü sadece dergi şirketleri üzerinden dönüyor. Akademisyenler ürünleriyle para kazanamıyorlar. Yalnızca h indeksi gibi bir takım verilerle kendilerini tatmin ediyorlar. Akademik literatürü takip edebilmek için çok ciddi zengin olmanız gerekiyor. Hele dolar-tl kuruna bakacak olursanız bir akademisyen o makaleleri okuyamaz. Burada üniversite veritabanları devreye giriyor fakat tamamen elektronik bir sisteme niye bu kadar para ödeniyor bunu anlayamıyorum.
3)Bazı akademik dergiler hal-hatır, gönül işleriyle veya para ile haksızlık yaparak yayın yapıyor. Denetlemesi yetersiz.
Daha birçok problem var…
Sizin çözümünüz bana pek gerçekleşebilir gelmedi fakat bir çözüme ihtiyaç duyduğumuz kesin. Katkınızdan dolayı teşekkür ederim.
skywalker değil mi o 😀