Bir aşk romanı okumayı hayal ederek almıştım kitabı elime. Karakterleri tarihin derinliklerinden kopuk gelmiş biri döneminin en ünlü şairi Yahya Kemal, diğeri ise hem paşa kızı hem paşa gelini olan Mavi gözlü devin -Nazım Hikmet’in- güzeller güzeli annesi Celile Hanım olan bir aşk hikayesi.
Ama çok daha fazlasını buldum bu romanda. Celile merkezli olarak dönemin bütün önemli olaylarına yer verilmişti romanda. 1900’lü yılların başından ortasına sürüp giden bir yolculukta buluyorsunuz kendinizi romanda. Celile Hanım kimi zaman anne kimi zaman aşık bir kadın kimi zaman ülkenin ahvalinden endişeli bir entelektüel olarak çıkıyor karşımıza. İnsanın bütün hallerini seyredebilirsiniz onda. Selanik’te başlayan yolculuk Halep, Konya, İstanbul, Paris ekseninde devam ediyor romanda
Anlatışı ve sürükleyişiyle bir solukta okuyacağımız bir roman kaleme almış BALCIGİL. Bilsek de olacakları heyecanla çeviriyoruz sayfaları. Osmanlı’nın çöküşünü, devletin önde gelen paşalarının izlenimlerini, Meşrutiyeti, İttihat ve Terakki’yi, Balkan Harbini, 1.Dünya Savaşını, Milli mücadeleyi….
Romanda beni en çok mest edense Nazım Hikmet’in bebekliğini, oynadığı oyunları, Bahriye zamanlarını okumak oldu. Galiba çocukluğuna şahit olmak istediğim onlarca şair var. Belki bir gün onları okumak da kısmet olur ne dersiniz?
Yine aynı şekilde bu romanda beni şaşırtan esas olaylardan biri de bu aşk hikayesine aslında düşündüğüm kadar yer vermemiş olmasıydı ama ben bunu bir eksik olarak görmüyorum. Asıl mesajı vatansever bir entelektüel olan Celile hanımın iç sesiyle bu esnada oluşan buhranlı dönemleri anlatarak vermiş yazar.
Bana kalsa şimdi şuracıkta tüm kitabı anlatmak isterdim sizlere ama merak edip okumanızı istediğimden kendimi tutuyorum. Sadece ilgimi çeken birkaç bölümü anekdot olarak bırakıyorum. Daha doğrusu ilk defa okuduğum Nazım şiirlerini ve beni her okuduğumda etkileyebilenleri.
Daha küçücük bir çocukken ülkenin üzerindeki kara bulutlar akmış ilk kez Nazımın Kalemine:
Feryad-ı Vatan Şiiri
“Sisli bir sabahtı henüz
Etrafı bürümüştü bir duman
Uzaktan geldi bir ses ah aman aman!
Sen bu feryad-ı vatanı dinle işit
Dinle de vicdanına öyle hükmet
Vatanın parçalanmış bağrı
Bekliyor senden ümit.”
Nazım Hikmet – 3 Temmuz 1913
Ve işte Nazım HİKmetin başını dertten derde sokan şiirlerden bir tanesi:
28 Kanunisani
“ta ata aa ta ta ha ta tta ta
tarih
sınıfların
mücadelesidir
…
artık lüzum yok fazla söze:
bakın göz göze
– karadeniz
on beş kere açtı göğsünü,
on beş kere örtüldü.
onbeşlerin hepsi
bir komünist gibi öldü”
1923 Moskova / Nazım Hikmet
Nazım Hikmet’ in Yakup Kadri’yi eleştirmek için yazdığı şiir ise gerçekten korkusuzca yazdığının delillerinden biri olarak çıkıyor karşımıza, Düşmanıyım asaletin kelimerde bile diyor:
“Behey!
Kara maça bey!
Sen şiirin asil kamusuyla konuşuyorsun,
ben asaletten anlamam.
Şapka çıkarmam konuştuğun dile,
düşmanıyım asaletin
kelimelerde bile.
Behey!
Kara maça bey!
Halka ahmak diyen sensin.
Halkın soyulmuş derisinden
sırtına frak giyen sensin.
Yala bal tutan beş parmağını
beş çürük muz gibi,
homurdanarak dolaş besili bir domuz gibi.
Meydan senin…
mi dersin?
Hata edersin,
bizde o göz var mı baksana!!
Ben içirmek için sana
kendi kara kanını
bir ateş çemberle çevirdim dört yanını!
Sağa git
yok geçit,
sola git yok,
ileri
geri
yok.
Kıvır kuyruk kalemini kalbine sok
bir akrep gibi intihar et…”
Nazım’ın Bursa’da ceza evinde iken görüşte annesine sesli bir şekle okuduğu şiiri ise tam olarak buydu:
“AŞAMAK…
Ne acayip iştir ki
bu ne mene gidiştir ki TARANTA-BABU,
bugün bu
“bu inanılmayacak kadar güzel”
bu anlatılamayacak kadar sevinçli şey:
böyle zor
bu kadar
dar
böyle kanlı
bu denli kepaze…”
Son olaraksa çaresiz ama korkmuş bir aşık olan Yahya kemalden kalanları paylaşayım sizlerle:
TELÂKKİ
“Yollarda kalan gözlerimin nûrunu yordum,
Kimdir o, nasıldır diye rüzgârlara sordum,
Hulyâmı tutan bir büyü var onda diyordum,
Gördüm: Dişi bir parsın elâ gözleri vardı.
Sen miydin o âfet ki dedim, bezm-i ezelde
Bir kanlı gül ağzında ve mey kâsesi elde,
Bir sofrada içtik, ikimiz aynı emelde,
Karşımda uyanmış gibi bir baktı sarardı.”
Kitabı okuduktan sonra bana kalanın ne olduğunu soracak olursanız işte cevabım:
Öyle çok sevelim ki birbirimizi öyle çok sevelim ki ülkemizi ecdadımızın çektiği acıların bir dirhem olsun hakkını veririz belki o zaman. Onların ektiği tohumlar bizleriz, bizim ektiklerimizse yarınlarımız. Yarınlarımıza nefret, kavga, hırs, ve savaş taşımayalım. Her şey gelir başa bu hayatta ama Nazım’ın da dediği gibi ‘’Kararmasın yeterki sol memenin altındaki cevahir‘…
İyi okumalar.