Ya Ali heybetin senden evvel geliyor.
Sen ki dosta ferah veren, düşmana korku salan…
Sen ki Fatıma'nın yârisin, şiirler yazan…
Bir bakışa gönül surlarını yıkan…
Yazıma başlamadan önce bu yazı benim için çok farklı duygular içerdiği için size biraz hikayesinden bahsetmek isterim:
Takvim yaprakları bizde, kültürde ne manevi büyüklüklere sahiptir maziye sormak gerekir.
Çünkü takvim yaprakları, ezan vakitlerinin telefonlarda bakılamadığı, Ramazan'da iftar saatinin televizyondan gösterilemediği, öylesine önünden geçerken dahi "Aa bugün perşembe." diye içimizden geçiren zamana ait bizi en meftun eden, yakmaya kıyamadığımız, gönlümüzde sakladığımız hatrı büyük yapraklarımız.
İşte bu maziden nasibini alan bizim duvarlarımızda kendisini bir takvimle paylaşmış ve beni de tabi bu durum hayli mutlu etmişti.
Yine günlerden bir gün koparırken bir yaprağı kendisinden, atmaya kıyamadığımdan şöyle bir kenara koydum onu.
Sonra gözüm bir farklı kesti o bıraktığım yaprağı. Ve dayanamayıp arkasını çevirdim.
Bilinir takvim yaprakları arkasındaki birbirinden güzel hikayeler, dersler.
Ben de başladım okumaya.
Bu hikayede yaşanan olaylar ve karakterler tamamen gerçektir.
İçindekiler
Hilim-i Zülfikar
Çok çetin bir hazırlık var bugün.
Müşriklerden en kalıplıları seçilmiş ve Müslüman bir devletin daha fazla büyümesine mani olabilmek adına saldırmaya karar verilmişti.
Hedef ise Hz. Muhammed(sav.)'in yeğeni Ali.
Her iki taraf da savaş hazırlığı için komut bekliyor ve kulaklar o kum rüzgarları arasında yalnızca kumandanlarını dinliyordu.
Müşriklerin başındaki komutan tok bir sesle "Saldırın yiğitlerim!" diye haykırdı.
Hz. Ali(r.a.) komutasında ise haykırmaya lüzum dahi yoktu. Zaten onlar bu muharebe meydanına şehadet şerbetini içmek için gelmiş, düşmana "Ya bu uğurda ölürüm ya da öldürürüm!" içgüdüsüyle bakıyorlardı.
Savaş Hz.Ali'yi beklemeden, bekleyemeden çoktan başlamıştı.
"Saldırın, benim din kardeşlerim!"
Öldür Beni Ya Ali!
Müşrikler daha fazla dayanamamış, gözü dönmüş İslam ordusu karşısında sayıları hayli azalmıştı.
Ancak her şeye rağmen cüssesi büyük, boyu epey uzun, gözleri korku salan kumandanları hala emirler yağdırıyor, hiç pes etmiyordu.
Bu durumu farkeden Hz. Ali, kılıcının hedefine kumandanı almış ve o kısacık boyuyla atından tek hamlede atıvermişti onu.
Hemen kılıcını kumandana yöneltip başına kesmeye koyuldu ki yerde hiddetinden kuduran müşrik Hz. Ali'nin yüzüne tükürdü.
Bu durum karşısında Hz. Peygamber'in yeğeni donakaldı ve elindeki kılıcı bir anda yere atarak, oradan uzaklaştı.
Savaşmaktan vazgeçti.
Bir savaşta düşmanını öldürebileceğin halde öldürmemek, ona bir küfür gibidir.
Düşünsenize size deniyor ki: "Kılıcımdan ölmeye bile layık değilsin!"
Yerde yatan komutan, bu yersiz af ve merhamete şaştı kaldı.
Biraz sitemle "Ya Ali, neden beni öldürmedin? Senin yaptığın yiğitliğe sığmaz!"
Müminlerin emiri o komutana dönerek dedi ki:
"Ey yiğit! Savaşırken sen benim yüzüme tükürünce nefsim kabardı, sinirlendim, hutum harap ve berbat bir hale geldi. Öyle bir hale geldim ki o anda savaşımın yarısı Allah içindi, yarısı nefsim için. Allah işinde ortaklık yaraşmaz. Sen Yaradan'ın nakışısın. Seni O kudret eliyle yarattı. O'nunsun, benim değil."
Ali demek, vefa demekti.
Sadakat demek, yiğitlik demek, dürüstlük demek.
Dostluk demek, adının hakkını vermek, hilmetmek.
Müşrik komutan bu sözleri işitince gözlerindeki o korku, dilindeki o küfür gitti.
Gönlüne öyle bir nur zuhur etti ki dili Hz. Ali'ye vardı ve "Bana kelime-i şehadeti söyle, ben de tekrar edeyim. Seni bu zamanın en büyüğü gördüm." dedi.
O komutan ve kavminden kalan yaklaşık elli kişi de beraberinde bu olaya şahit oldular ve iman ettiler.
Hilim Kılıcı Ne Demek?
Hilim demek, bu hikaye demek.
Bana "Hilim ne demek?" diye sorun ben de size "Hz. Ali(r.a.)'dir" diyeyim.
Saygılarımla, muhabbetle kalın.