Yeniden bir gece içinden kelimeleri topluyorum. Kimi zaman dağınık seviyorum kelimeleri. Ya da bekliyorum kimi zaman onlar geçsinler kendi yerlerine, ben okuyayım diye. Tutmuyorum hiçbir ucundan. Özlerine ve özgürlüklerine uçuruyorum onları. Kimi zaman okumak, kimi zaman yazmak hali. Aslında bir bakıma yaranı paylaşma hali. Kimi zaman yaraya tuz olur kelimeler, boğazında düğümlenir, kirpiklerinden damlar ve yanaklarında süzülür. İçimde birbibri ardına kanayan yaralar var. Kimine pansuman yapmaya çalışırken, ötekinden sızıyor kanım ince ince, sonra diğerinden ve diğerinden. Kanlar içinde kalıyorum. Enteresan olansa bunu yapanın yine kelimeler olması. An gelir şifa urbası giyer sırtına kelimeler, an gelir ”zehr-i rahmet” olur. Bir katilin elinde olunca ölüm, bir doktorun elinde olunca yaşam olan neşter… İnce bir çizgi üzerinde kelime. Can olmak isterken can alabilir bir harf hatası ile. Kimi zaman okumak kimi zaman yazmak hali. Aslında bir bakıma yaranı paylaşma hali. Ayrılıkları biriktiren bir yürek dökmüş yıllar önce kelimelerini.Zehri de göstermiş şifayı da. o ince ip üzerine sıralamış kelimeleri. Dert ortak olunca derin oluyor yara, yara derinleştikçe daha derine iniyor neşter. Oldurmak için yakıyor canını, AH! dedirtiyor. ”Hala mı boğuşmak” diyor.
Hala Mı Boğuşmak
«Birbirinize de girmeyin ki, ma’neviyâtınız sarsılmasın, devletinz gitmesin.»
Sen! Ben! desin efrâd, aradan vahdeti kaldır;
Milletler için işte kıyâmet o zamandır.
Mâzîlere in, mahşer-i edvârı bütün gez:
Kànûn-i İlâhî, göreceksin ki, değişmez.
Târîh, o bizim eştiğimiz kanlı harâbe,
Saklar sayısız lâhd ile milyonla kitâbe.
Taşlar ki biner parçadır üstünde zemînin,
Ma’nâ-yı perîşânı birer nakş-ı cebînin!
Eczâsını birleştirebildinse elinle,
Gel, şimdi o elfâz-ı perâkendeyi dinle:
«Her hufre bir ümmet, şu yatanlar bütün akvâm;
Encâma bu âhengi veren aynı serencâm! »
Ey zâir-i âvâre, işittin ya! Demek ki:
Birmiş bütün ümmetlerin esbâb-ı helâki.
Lâkin, bilemem, doğru mudur eylemek işhâd,
Mâzîleri, mâzîdeki milletleri? Heyhât!
Bir nesle ki eyyâmı asırlarca vekàyi’,
Etmek ne demek, vaktini târîh ile zâyi’?
Boştur, hele ibret diye a’mâkı tecessüs,
Âyât-ı İlâhî dolu âfâk ile enfüs.
Bunlarda tecellî eden esrâra bakanlar,
Ümmetler için rûh-i bekà nerdedir, anlar.
Bilmem neye bel bağlayarak hayr umuyorduk,
Bizler ki o âyâta bütün göz yumuyorduk?
Dünyâda nasîhat mi olur Şark’a müessir?
Binlerce musîbet, yine hâib, yine hâsir!
Ey millet-i merhûme, güneş battı… Uyansan!
Hâlâ mı, hükûmetleri, dünyâları sarsan,
Seylâbelerin sesleri, âfâkın enîni,
A’sâra süren uykun için gelmede ninni?
Efrâdı hemen milyar olur bir sürü akvâm,
Te’mîn-i bekà nâmına eyler durur ikdâm.
Bambaşka iken her birinin ırkı, lisânı,
Ahlâkı, telâkkîleri, iklîmi, cihânı,
Yekpâre kesilmiş tutulan gâye için de,
Vahdetten eser yok bir avuç halkın içinde!
Post üstüne hem kavgaların hepsi nihâyet;
Hâlâ mı boğuşmak? Bu ne gaflet, ne rezâlet!
«Hürriyyeti aldık! » dediler, gaybe inandık;
«Eyvâh, bu bâzîçede bizler yine yandık! »
Cem’iyyete bir fırka dedik, tefrika çıktı;
Sapsağlam iken milletin erkânını yıktı.
«Tûran İli» nâmıyle bir efsâne edindik;
«Efsâne, fakat, gâye! » deyip az mı didindik?
Kaç yurda vedâ etmedik artık bu uğurda?
Elverdi gidenler, acıyın eldeki yurda!
Mehmet Akif ERSOY
Mehmet Akifin kelimeleri ile olduk mu öldük mü bilmiyorum. Öyle sanıyorum ki yandık yanışımıza ve açtık kapalı olan gözlerimizi.
Belki bir dahaki sefere notaların dilinden bakarız hayata. Bu ezgi bir gönül bağı kursun aramızda