Felsefe tarihinin en spekülatif konularından biri şüphesiz Nietzsche’nin: “The God is Dead” tabiridir. Üzerine türlü analizler yapılan, kitaplar yazılan ve hatta filmler çekilen bu meşhur söz, maalesef hep spekülasyonların gölgesi altında kaldı. Tanrı, en nihayetinde ölümsüz bir varlıktır ve Tanrı olmak doğası gereğince mükemmelliğe işaret eder. Tanrı olmanın tanımı ve kimliği özsel olarak zaten ezeliyeti ve ebediyeti imgeler. Peki Nietzsche bunu bilmiyor muydu? Gerçekten tanrının öldüğünü mü düşündü? Nietzsche “Tanrı öldü.” derken ne demek istemişti?
İçindekiler
Tanrıyı Öldüren Zerdüşt, Onu Görmeyen Bilge!
Tanrının ölmesi fikri hemen herkes için rahatsız edicidir. İnançlı olmak ya da olmamak buradaki tartışmanın bir konusu olamaz. Tanrının ölümüyle ilgili Nietzsche’nin ilgilendiği de inançla ilintili değildir. Nietzsche’nin felsefeyle edebiyatı iç içe geçirerek ustalıkla tasarladığı “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabı, uzun yıllardır uyku halinde olan Zerdüşt’ün mağaradan uyanmasıyla başlar.
Kahramanın yolculuğu sonsuzdur ya, evet Zerdüşt’ünki de öyledir. Zerdüşt ormanda bir bilgeyle karşılaşır ve Nietzsche Zerdüşt’ün arkasına saklanarak onun ağzından o meşhur cümleyi ilk kez sözcüklere döker: “Nasıl bilmez bu ormandaki yaşlı bilge, tanrının öldüğünü?” Konuşan Zerdüşt’tür ama onu dile getiren Nietzsche’nin değer yargıları ve ahlaka karşı açtığı kudretli savaştan arta kalanlardır.
Tanrının Cenaze Töreninden Kesitler: Değerler ve Ahlak
Zerdüşt bir kere kafasına koymuştur tanrının öldüğünü herkese haykırmaya! Sonsuz yolculuğunu durak bilmeksizin sürdürür. Önce mağaradan, sonra da ormandan koşar adımlarla çıkan Zerdüşt, artık şehirdedir. Onun sonsuz hikayesi şehirde; herkesin, her bir unsuruyla tüm toplumun inançlarıyla yüz yüze gelince sekteye uğrar. Zerdüşt bir duvara çarpmıştır. Bu duvar; yaygın kanaatlerle örülmüş, dogmatizmle sıvanmış, ahlakın kolonlarıyla desteklenmiştir. Bu duvar, insanın değer yargılarıdır.
Zerdüşt hiç beklemediği, ummadığı bir tabloyla karşı karşıyadır. Koskoca bilge nasıl bilmiyorsa tanrının öldüğünü, şehirde yaşayanlar tanrının ölümünden kalan gözyaşlarının farkında bile değildir. Tanrı için ağlayan hiç kimse yoktur. Üstelik tanrı için ağlamak bir kenara dursun, ulu orta ölü vaziyette yatan tanrının cenazesini kaldırmaya cesaret eden bile yoktur. Zerdüşt, hayal kırıklıklarıyla mağarasına doğru yola çıkar.
Güneş Gözlüğü ve Siyah Takımıyla Gür Bıyıklı Adam Tanrıyı Uğurluyor
Nietzsche ile özdeşleşen sadece tanrının ölmesi fikri değildir. Aynı zamanda karikatürlere bile konu olan ihtişamlı ve gür bıyıkları, hemen onu belli eder. Nietzsche bir bahar sabahı Zerdüşt’ün eliyle öldürdüğü tanrının cenaze törenindedir. Katili olduğu tanrıyla yüzleşmeyi amaçlar. Konunun özüne dönecek olursak, gerçekten Zerdüşt’ün öldürdüğü bizim anladığımız ve kesin olarak sınırlarını çizdiğimiz tanrı kavramıdır. Tanrı kavramı mükemmelliği ifade eder ve bu mükemmellik içerisinde herhangi bir biçimde ölüm yoktur.
Tanrı hiçbir zaman ve hiçbir şart altında ölemez. Peki o zaman Zerdüşt’ün öldürdüğü kimdir? Zerdüşt kime kıymıştır tanrı diye? Evet Zerdüşt’ün kaleminden saplanan oklar tanrıya değil, ahlaka ve değer yargılarına isabet etmiştir. Zerdüşt’ün de Nietzsche’nin de hedefi zaten hep bu değer yargıları ve ahlak meselesi olmuştur. Tanrı bu meselenin küçük bir parçasıdır sadece. İnsan ve özelikle Batı Hristiyan toplumu, tanrının ve onun dininin arkasına sığınarak ahlaksızlığın doruklarında bir ahlak anlayışı oluşturmuştur.
Eğer 19. yüzyılda henüz 21 yaşında profesör unvanını almış Alman bir düşünürseniz, içerisinde bulunduğunuz toplumun ahlaka ve değer yargılarına yüklediği anlam sizi fazlasıyla rahatsız eder. Nietzsche’yi de fazlasıyla rahatsız etmiştir. Nietzsche “Ahlakın Soykütüğü Üzerine” adlı kitabında ahlakı ve özel olarak Hristiyan ahlakını temelden eleştirir. İnsanın doğasına aykırı olan bu ahlak anlayışı, çıkar ilişkileri ile bezenmiş ve evrenselliği olmayan tekdüze temeller üzerine inşa edilmiştir. Nietzsche’nin Hristiyan ahlakına yönelttiği eleştiriler bu minvalde şekillenir. Oysa Nietzsche sadece; neye iyi, neye kötü, neye değerli ya da neye değersiz diyeceğini bilemeyen bir felsefe yolcusudur. İyi ve kötü nedir?
Güneş Gözlüksüz ve Siyah Takımsız Gür Bıyıklı Adam Üst İnsanı Arıyor
Nietzsche, kendi felsefi serüveninde çok şey borçlu olduğu Schopenhauer’a göre çok daha iyimserdir. Schopenhauer, insanın doğası gereği arzulamaktan asla vazgeçmeyen bir canlı olduğunu ve bu arzuları doyuracak doyum noktalarının ise son derece kısır olduğunu söyler. Schopenhauer’in bu bakış açısı oldukça karamsardır. Onun karşısında ise yine gür bıyıklarıyla başka bir Alman dikilir. Bu sefer ne tanrının cenaze töreninde giydiği takım elbisesi ne de güneş gözlüğü vardır.
Nietzsche, her ne kadar tanrıyı öldürecek kadar değer yargılarına savaş açmış olsa da hâlâ umutludur. Nietzsche’nin umudu, Zerdüşt’ün hikayesinde gizlidir. Sonsuzluğu arayan Zerdüşt, asla durmadan sıkılmadan arayışına devam edecektir. Zerdüşt’ün aradığı tanrının öldüğünü bilen birisiyken Nietzsche doğrudan üst insanı bulmayı umar. Almanca ifadesi “Übermensch” olan “Üstinsan” temel olarak insanın kendini aşarak elde edebileceği bir mertebedir. Yaşadığı dönemi “Nihilizm Çağı” olarak tasvir eden Nietzsche için insan ise aşılması gereken bir varlıktır. İnsan hayvan ve Üstinsan arasında kalmış, sıkışmış bir ara formdur. Üstinsan ise değer yargılarından, ahlaktan, iyiden ve kötüden tamamen arınmış insan olmaklığın bilincinde olan insandır.
Nihilizmin Gölgesinde Nietzsche
Nietzsche ile çok sık anılan ve neredeyse onun gölgesi gibi her an peşinde olan en temel kavram şüphesiz nihilizmdir. Nihilizm genel olarak yaygın kanaatleri ya da daha çok bilgiyi reddederek toplumun içerisinde bulunduğu belirlenimin ötesinde tespitler ortaya koyan felsefi bir pozisyondur. Nietzsche de hemen herkes tarafından nihilist olarak anılır. Hatta bu tespitler öylesine ileri gider ki Nietzsche’nin nihilizmin en büyük savunucu ve hatta babası olduğu bile söylenir.
Felsefe tarihinin en popüler ve spekülatif filozoflarından olan Nietzsche, gerçek anlamıyla bir nihilist değildir. O, ahlakın evrenselliğine karşı eleştirel bir pozisyona sahiptir. Hiçlik onun için tek başına bilginin reddedildiği bir bakış açısı değildir. Hiçlik, bu dünyada var olan; ahlaksal önermelere, normlara, değerlere ve her türden değer yargısına karşı Nietzsche’nin elinde tuttuğu son kaledir. Hiçlik, aslında gerçekten ölmeyen tanrının, onun arkasından bağıra çağıra ağlayan savunucularına karşı, değerlerinden arınmış üst insanın, bir türden yaşama biçimidir. Nietzsche gerçek bir nihilist değildir. O, sadece iyinin ve kötünün ötesinde bir yaşam hayal eder.