uygur türkleri

Uygur Türklerine Yönelik İnsan Hakkı İhlalleri ve “Devlet Çıkarı”

/
8

Uygur Türklerine yönelik sistematik işkence ve soykırım yapıldığına dair çok ciddi kanıtlar ortaya çıkmaya devam ediyorken bazı ülkeler bu duruma ses çıkarmamakta ısrar ediyorlar. Yalnızca sosyal medya ve Youtube gibi platformlar aracılığı ile Türk kamuoyunu etkileyebilen Uygur Türklerine yönelik insan hakkı ihlalleri, ne yazık ki ülkemizde ses getirebilmiş görünmüyor.

Çin hükümeti Uygur Türklerini terör ve dini radikalizm gibi sebeplerle “yeniden eğitim kamplarına” topladığını öne sürüyor. 21. yüzyılda “yeniden eğitim kampı” gibi garip bir birimin olması daha en başta insanı şüpheye düşürse de elimizdeki tek şey yalnızca şüphe değil. Bu kamplarda sistematik beyin yıkama çalışmaları yapıldığı, zorla doğum kontrolü ve sterilizasyon girişimleri gerçekleştirildiği, çeşitli dini baskıların bulunduğu, bazı insanların çukurlara atıldığı, tuvaletlerini ‘zamanında yapmayanlara’ elektrik şoku verildiği, işkence sandalyelerine oturtulanlar ve tavana asılanlar olduğu gibi korkunç daha birçok veri olmakla birlikte kanıtlanması şimdilik mümkün olmayan birçok iddia daha bulunuyor.

Bu insanlar Türk kökenli ve Türkçe konuşuyorlar. Her şeyden öteye herkes gibi insanlar. Son yıllarda Türkiye’de hızlı şekilde yükselen etnik milliyetçiliğin Uygur Türklerine sessiz kalması oldukça ilginç bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Ancak olayların kökeninde 11 Eylül krizinin dünya çapında yarattığı terör korkusu ve İslamofobi yatıyor. 11 Eylül’ün yarattığı küresel anti-terörizm akımı, Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaptığı gibi birçok ülkenin etnik azınlıklara yönelik baskıcı tavrını meşrulaştırmasına zemin hazırlamıştır [1]. Uluslararası medyada terörün İslam ile özdeşleştirilmesi çokça düşünülüp araştırılması gereken bir meseledir. Bugün dünyada Çin’deki Uygurlar, Myanmar’daki Rohingyalar (Arakan), Hindistan’daki etnik azınlıkların hepsi Müslüman kimliği sebebiyle etnik baskıya uğramaktadırlar [2].

Aynı zamanda Sincan Uygur Özerk Bölgesi Çin’in en önemli jeopolitik merkezlerinden bir tanesidir. Çin bu bölgede kendisine ‘tehdit’ olarak gördüğü her şeyi ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Sincan bölgesi Çin’in toplam kömür rezervlerinin %38’ini ve doğal gaz rezervlerinin %23’ünü (13 trilyon metre küp) oluşturuyor [3]. Kıyaslamak gerekirse, Akdeniz’deki toplam doğalgaz rezervlerinin 3,45 trilyon metre küp olduğu tahmin ediliyor. Bundan da öteye bu bölge Orta Asya, Güney Asya ve Doğu Asya arasındaki enerji köprüsü rolüyle vazgeçilmez bir bölge olarak karşımıza çıkıyor [4].

Bu krize yönelik Türkiye’nin diplomatik tutumu Uygur Türklerinin yaşadıklarını görmezden gelme çizgisinde sürüyor. Bu diplomatik tutumun arkasındaki gerekçe pek açık değil. Ana akım medyamıza ve bazılarına göre bu tutum Çin ile olan ilişkilerin bozulmaması amacıyla ‘devlet çıkarı’ gereği izleniyor. Ancak yine de Uygur Türklerine yönelik insan hakları ihlallerine neden net bir tavır alınmadığına dair gerçek bir açıklama yapılmış değil.

Peki ‘devlet çıkarı’ tam olarak ne demektir? Uluslararası ilişkiler teorileri dersinin temel başlıklarından bir tanesi realizmdir. Özetle realizm, devletlerin yalnızca çıkarlarını gözeteceği -ve dolaylı olarak ahlaki bir kalıba sığmasına gerek olmadığı- temeline oturtulmuş bir teoridir. Ancak ‘çıkar’ tabiri oldukça geniş olup içeriği doldurulması geren bir sözcüktür. Bir devletin çıkarı tam olarak nasıl belirlenmektedir? Çıkarların sağlıklı bir şekilde belirlenebilmesi için hangi kaynaklara ve malumatlara sahip olmamız şarttır? Türkiye elli yıl sonraki çıkarlarını gerçekten sağlıklı bir şekilde tespit edebilmekte midir? Örneğin on yıl önceki ‘çıkar’ tahayyüllerimizin ne kadarı günümüze gerçekten bir ‘çıkar’ olarak ulaşabilmiştir? Yahut çıkar dediğimiz şey yalnızca fiziki bir ölçüt müdür? Örneğin insan hakları ihlallerine karşı çıkarak uluslararası politikada saygın ve diplomatik gücü yüksek bir devlet olmak bir çıkar olamaz mı? Özetle, “devletler yalnızca kendi çıkarlarını düşünür” önermesi çok şey açıklıyor gibi görünmekte ancak pek bir şey açıklayamamaktadır.

Ayrıca dünyada her şey realizm demek değil. İnsanların olduğu gibi devletlerin de tamamen pragmatik olmayan fakat çeşitli hedeflere yönelik amaçları bulunur. Örneğin çevre kirliliğini azaltmak, fakir ülkelere yardım etmek, dünyadaki insan hakları ihlallerine karşı çıkmak, benzer etnik kökenli toplumlara yakınlık duymak, karşılıksız finansal hibelerde bulunmak, çeşitli ülkelere askeri eğitim desteği vermek, mülteci insanları ülkeye kabul etmek gibi… Bunun gibi olayları yalnızca “çıkar” bağlamında ele alıyorsanız dünyayı yeniden okumanız gerekiyor. Realizm onlarca uluslararası ilişkiler teorisinden yalnızca bir tanesidir. Ayrıca devlet sistemleri yapay kuruluşlar olup insanlar tarafından yönlendirilmektedir. İnsanlar her konuda yalnızca çıkarlarını mı düşünüyorlar? Velev ki her insanın yaşantısını bir çıkar-kayıp teorisine bağlasak bile insanların kendi çıkarlarını tamamen doğru hesaplayacağını varsaymak kadar saçma bir şey yoktur. Bu sebeple devletlerin de kendi çıkarlarını doğru hesaplayacağının hiçbir zaman garantisi bulunmamaktadır. Eğer Uygur Türklerinin haklarını savunmak devlet çıkarlarımız ile örtüşmüyorsa ‘çıkarlarımızı’ tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor olabilir.

Bu yazımızı da tavsiye ederiz:  Heretik Bir Günlükten Notlar II: Pazar günlerimizin milli eğlencesinden (!) Gaudi’ye…

Uygur Türklerine uygulanan sistematik işkenceye ses çıkarmayan devletlerin çeşitli küçük çıkarları olabilir. Ancak hiçbir şey bir insanın canı ve özgürlüğünden değerli değildir. Türkiye insan haklarını müdafaa ve dünya barışı gibi konuların bekçisi olduğunda gerçekten daha büyük bir ülke olacaktır. Birçok Uygur Türküne kapısını açıp kabul eden Türkiye bunu daha da ilerletmeli ve aynı zamanda aktif diplomasi kullanmalıdır. Belki de Türkiye’de yaşayan birçok Uygur Türkünün umutları Türkiye’ye bağlı. Yapılan bir çalışma, G. Stanson’ın Soykırımın 10 Aşaması isimli soykırım derecelendirmesi metodu göz önüne alındığında, Uygur Türklerinin ilk 8 aşamayı çoktan yaşadıklarını ve yalnızca 9. aşama (extermination-toplu katliamlar/toplu işkenceler) ile 10. aşamanın (denial-inkar) kaldığını ortaya koymaktadır [2]. Birçok insanlık dışı iddia ve kanıtın olduğu böyle bir olaya ses çıkarmayacak mıyız?

Aynı zamanda burada büyük bir toplumsal eleştiriyi de hak etmiyor muyuz? Sosyal medya ve bazı mecralarda Uygur Türklerine yönelik destek mesajları olmasına rağmen hiçbir toplumsal tepki oluşmadı. Bu yazının da ruhuna uygun olarak, toplumumuz neden her şeyi devletten beklemek gibi bir algıya sahip? Dış politikanın en önemli belirleyicilerinden bir tanesi iç politikadır. Toplumsal tepkiler dış politikayı etkilemek konusunda çok büyük bir güce sahiptir. Bu insanlık hakkı ihlallerine ve soydaşımız olan insanlara yapılan zulümlere neden toplumsal bir tepki gösteremedik? Toplumumuz bu kadar mı duyarsızlaştı? Ne Uygur Türkleri ne de hangi etnik kökenden olursa olsun hiçbir insan bunları hak etmemektedir. Toplumumuz Uygur Türklerinin uğradığı insan hakları ihlallerine yönelik tepkisini demokratik ve insani bilinç ile dışa vurmadan Türkiye’nin bu olaya tepki gösterebilmesi mümkün görünmemektedir…

Bibliyografya:

[1] = Finnegan C. The Uyghur Minority in China: A Case Study of Cultural Genocide, Minority Rights and the Insufficiency of the International Legal Framework in Preventing State-Imposed Extinction. Laws. 2020; 9(1):1. https://doi.org/10.3390/laws9010001

[2] = Störig, H. (2020). The Uyghurs of China: A Genocide in the Making – Tracking the Stages of Genocide (Dissertation). Malmö universitet/Kultur och samhälle. Retrieved from http://urn.kb.se/resolve?urn=urn:nbn:se:mau:diva-22678

[3] = Duan, Jinhui & Wei, Shuying & Zeng, Ming & Ju, Yanfang. (2016). The Energy Industry in Xinjiang, China: Potential, Problems, and Solutions. Power. 160. 52-53.

[4] = Clarke, M. (2010). China, Xinjiang and the internationalisation of the Uyghur issue. Global Change, Peace & Security, 22(2), 213–229. doi:10.1080/14781151003770846

Aynı hataları yapıp farklı sonuçlar bekleyen bir ülkenin vatandaşı olarak insan psikolojisi ve psikiyatrisi, siyaset psikolojisi, sosyopolitik sistemlerin işleyişleri, uluslararası ilişkiler, tarih ve bilime ilgi duyuyorum.

8 Comments

  1. Bu konuda ben biraz arafta kalıyorum bir yandan devlet ısrarla bu konuda batının komplosu olduğunu söylüyor. ki oraya giden bazı yakınlarımda radikal olduklaırnı söylüyor. Öte yandan eminim ki onların büyük bir kısmı zulum görüyor ve bunu hak etmiyorlar. bu konuda yeterli bilgilendirme yapılmıyor. sanki bilerek yapılmıyor. Çok üzgünüm. kalbim doğu türkistan ile

    • Çin’in suçun bireyselliği ilkesini koruması gerekiyor. Eğer gerçekten terörist gruplar var ise bunların yargılanmaları gerekmez mi? Oysa BBC’nin yaptığı röportajdaki yetkili “yeniden eğitim kamplarındaki” insanların henüz suç işlemediklerini açık açık söylüyor. Ortadaki iddialar ve kanıtlar Çin’e hiçbir şekilde meşru bir zemin bırakmıyor. Zaten eğer suç işledikleri kanıtlanmış olsa Çin devleti onları çeşitli kamplara değil direkt hapishaneye atar idi. Ortada yalnızca kavramsal düşünceyle bile anlaşılabilecek bir insan hakkı ihlali var. Umarım bu sorun en kısa sürede çözülür. Teşekkür ederim.

  2. Çin’in sistemli politikaları devam ediyor. Yavaş yavaş sınırlarını genişletiyor. Zamanında Tibet topraklarını ele geçirdi. Hong Kong üzerinde hak iddia diyor. Tayvan’ı ülke olarak kabul etmiyor. Yazınızda olduğu gibi Uygurlara sistematik işkenceleri ve asimile etme çabaları sürüyor.

    Hindistan ve Pakistan’ın anlaşmazlık yaşadığı Keşmir topraklarında da hak iddia ediyor.

    Elinize sağlık.

  3. Ayrıca Türkiye, Pakistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Srilanka, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve birçok Afrika ülkesine mali-parasal yardımlarda bulunuyor.

    Bu ülkeler BM toplantılarında Mali yardım aldıkları için Çin’i eleştirmeye yaklaşmıyorlar ve Çin aleyhine alınacak bir kararda el kaldırmıyorlar.

  4. hani bir söz var ya gözlerimizin rengi farklı olsa da gözyaşlarımızın rengi aynı diye, zulüm de böyle bence. coğrafyanın adı değişiyor ama zulmün rengi kilometrelerce öteden görünüyor..

  5. bir de şu var; bizim insanımız kendi kendine edilen zulmü görmüyor ya da görse de susuyor, umursamıyor, oh olsun bile diyor hukuksuzluklara. bir gün kendine döneceğini hatırlamıyor o haksızlıkların. bu yüzden dünyanın bir yeri hariç her yerindeki adaletsizliklere de kayıtsız kalıyor, o bir yer için de sadece yaygara koparıp hiçbir taşın altına elini bile koymuyor zaten.. içler acısı yani. susmayalım konuşalım diyorsun gelip gırtlağına dayanıyor niye konuşuyorsun diye. tecavüzcüler arsızlar hırsızlar cirit atıyor suç üstünde yakalanıp serbest bırakılıyor, ama hakkını arayacak bir kimsenin ellerine direk kelepçe geçiriliyor, biraz da bundan bu tepkisizlik bence. korkuyu iliklerine kadar hissedişinden insanların..

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Eleştiri Kategorisinde Son Yazılar