1299 yılında Söğüt’te Osman Gazi tarafından kurulan Osmanlı Devleti 1 Kasım 1922 tarihine kadar monarşi ile yönetilmiştir. 1876 yılına kadar mutlak monarşi ile yönetilen Osmanlı Devleti 1876-1878 yılları arasında ve 1902 yılından sonra meşruti monarşi ile yönetilmiştir. 1 Kasım 1922 tarihinde TBMM’nin 308 numaralı kararnamesi ile saltanatın kaldırılması ve 29 Ekim 1923 tarihinde ise Cumhuriyet’in ilanı ile Anadolu topraklarında Monarşi tarihin tozlu sayfalarında kendine yer edinmeye başlamıştır. Peki ya kardeş katli?
Osmanlı Devleti hüküm sürdüğü 624 yıl boyunca 36 padişah tarafından yönetilmiştir. İlk padişah Osman Gazi olup son padişah Sultan Vahdettin’dir. Saltanat I. Mustafa’ya kadar hep babadan oğula geçmiş, kardeşlerin devlet yönetimde yer alması ya engellenmiş ya da kardeşlerin kendileri istememiştir. Bu durumun oluşmasında Osmanlı tarihinde tartışmalara neden olan Kardeş Katli’nin de önemi büyüktür.
Kardeş Katli, Fatih Sultan Mehmed’in hazırlattığı Kanun-nâme-i Âl-i Osman’a eklediği madde ile yasallaşmıştır. Madde aynen şu şekildedir;
“Ve her kimesneye evlâdından saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem için kati etmek münâsiptir. Ekser ulemâ dahi tecvîz etmedir. Anınla âmil olalar.”
(Not & satır arası) Osmanlı Devleti ile ilgili çoğu bilgiye genellikle Bizans kaynaklarından ulaşılır. Erken dönem olayları ile ilgili ulaşılan Arapça-Osmanlıca belgeler ise günümüz Türkçesine Osmanlıca dilbilimciler veya Türkçe Osmanlıca çeviri büroları tarafından kazandırılır.
Burada bir konuyu önemle belirtmek isterim. Fatih Sultan Mehmed kanunnamesinde kardeş katlini zorunlu kılmamış, uygun olduğunu belirtmiştir. Ayrıca maddenin sonuna eklenmiş “Ekser ulema dahi tecviz etmedir.” ifadesiyle bazı ulemânın bu konuda fetva vermedikleri veya fetva vermekten kaçındıkları veyahut olumsuz fetva verdikleri anlamı da çıkmaktadır. Ayrıca günümüz önemli tarihçilerinden İlber Ortaylı bu konu hakkında “Osmanlı tarih yazıcılığına musallat olan bazı ön yargıları değiştirmek zorundasınız. Kardeş katli hükümdarların keyfine ve karakterine bağlı bir olay değildir. Yapılması gereken bir müessesedir.” diyerek fikrini belirtmiştir. Ayrıca burada Kardeş Katli’nin doğru veya yanlış olduğunu belirtmek gibi bir amacım yoktur, bu size kalmış bir düşüncedir ama tarihsel olayları yorumlarken dönemin şartlarını göz ardı edemeyeceğimizi ifade etmek isterim.
III. Mehmed’in vefatı üzerine tahta geçen oğlu I. Ahmed tarafından Kardeş Katli kaldırılmış, hanedan veraset sistemi olarak ailenin aklı başındaki en büyük üyesinin padişah olacağını belirten Ekber ve Erşad sistemine geçilmiştir. I. Ahmed 22 Kasım 1677 tarihinde öldüğünde en büyük oğlu II. Osman daha 13 yaşında olduğu için Osmanlı hanedanının en büyük üyesi olarak, devlet meseleleriyle ilgilenmediğini ifade etmesi ve saltanatı kabul etmemesine rağmen I. Ahmed’in kardeşi I. Mustafa tahta çıkmıştır. I. Mustafa Osmanlı saltanatı boyunca ilk defa tahta çıkan kardeş olmuştur. Ayrıca I. Ahmed 14 yaşında tahta çıktığında kardeşi I. Mustafa’nın Osmanlı hanedanının geride kalan tek erkek üyesi olması ve yeni padişahın henüz erkek çocuğunun bulunmamasından dolayı hayatına dokunulmamıştır. Daha sonra Kardeş Katli’nin de kaldırılmasıyla birlikte bu durum 1677 yılında ilk defa saltanatın babadan oğula değil de kardeşe geçmesine olanak sağlamıştır.
Peki ya Kardeş Katli günümüzde nasıl bir düşünceye evrilmiştir? Günümüz demokratik devletlerinde kardeş katli devam etmekte midir? Kardeş Katli’nde asıl mesele kardeşin katledilmesi midir ya da katledilen kardeşin devlet yönetiminde hak ve söz sahibi olması mıdır? Halkın devlet yönetiminde hak ve söz sahibi olduğu yönetim şekillerinde Kardeş Katli devam edebilir mi? Günümüzde Kardeş Katli halkın katledilmesine dönüşmüş müdür? Günümüzde devlet bekası için “Halkın katli münasiptir” diyebilmek doğru mudur?
Demokraside halkın devlet yönetiminde söz ve hak sahibi olduğu bilinen açık bir gerçek. Ama bunu toplumun nasıl kavradığı çok önemli. Mesela toplumun büyük çoğunluğunun desteğini alarak devlet yönetiminde söz sahibi olan kişiler toplumdan üstün müdür? Halkın önünde seçilmiş yönetici mi el pençe divan durmalı ya da seçilen yönetici önünde halk mı el pençe divan durmalı? Peki günümüz demokrasisinde bu durum nasıl gerçekleşmekte?
Kardeş katlini günümüze uyarlayabilmek için önce şunu belirtmek gerekir. Kardeş katlinde önemli olan kan bağı değildi, devlet yönetiminde hak sahibi olmaktı. Amaç da kardeşi öldürmek değil, kardeşin elinden bu hakkı alabilmekti. Osmanlı zamanında kardeşin aldığı her nefes ona devlet yönetimde hak sunacağı ve devlet yönetiminde yer alan sadrazam, şeyhülislam gibi kişilerce destek alabileceği için kardeşi zekâ ve güç ile pasifize etmek her zaman çare olamayacaktı. Bu nedenle ileride çıkarabileceği isyan, kalkışma devletin ilerleyişine engel olabilecek, devlet yönetimi içinde kutuplaşmalar olabilecekti. Bu nedenle taht kavgaları halkın vazgeçilmez dedikodusu olabilir, hatta günümüzde monarşik modern bir devlet magazin programlarından yönetiliyor olabilirdi. Bu durumu demokratik devlete yansıtırsak; devlet yönetimde hak ve söz sahibi halk olduğu için kardeş katlinin azınlıktaki belli bir kesimin düşüncesinin pasifize edilmesine yönelik uygulamalara dönüşebileceği; çok uluslu ve devlet yönetimindeki anayasa, hukuk gibi denetim mekanizmalarının yok olduğu demokratik ülkelerde bence apaçık ortadadır. Burada günümüzde halk katlini öldürmek, kan dökmek olarak anlamamalıyız. Halk katlinin; azınlık tarafın pasifize edilmesi, halkın kutuplaşması ve muhalif düşüncelerin yok sayılması gibi uygulamalar olduğunu belirtmek isterim.
Ütopyatik bir yaklaşım sergileyelim şimdi sizlerle. Demokrasi ile yönetilen bir ülke düşünelim. Ama demokratik ülkemizin bazı dezavantajları var. Ülkemiz çok uluslu bir yapıya sahip. Demokrasi, hak, özgürlük gibi kavramlar halk tarafından anlaşılamamış ve benimsenememiş. Devletin denetim mekanizmaları işlevselliğini yitirmiş. Ülkemiz seçimlerinde devlet yönetimi için aday olan adaylar birbirlerinin kardeşi ve hepsi farklı düşünceleri ve politik yaklaşımları benimsemekte.
Seçimlerde kıl payı iktidarı kazanan kardeş kendi iktidarının devamlılığı ve diğer kardeşlerin savunduğu muhalif düşünceleri pasifize etmek için değişik uygulamalar gerçekleştirir. Halkın kendisi aleyhine protestolar ve yürüyüşler düzenlemesini kolluk kuvvetleri ile engeller, muhalif düşüncelerle ilgili kitapların, dergilerin basılmasını yasaklar, söyleşiler ve mitingler gibi faaliyetleri kolluk kuvvetleri ve yargı ile engeller. Bunun yanında ise bu hatalı uygulamaları kaleme alan basın mensuplarını halkı isyana teşvik etmek ve devletin işleyişini bozmak gibi suçlarla yargılar. İktidardaki kardeşin gerçekleştirdiği bu farklı uygulamalar, muhalif düşüncelerin liderleri olan kardeşlerinin halkın desteğini alarak devlet yönetiminde söz ve hak sahibi olmak için verdikleri mücadeleyi itibarsızlaştırma çabaları olacaktır. Belki de iktidardaki kardeş, denetim mekanizmalarının işlevselliğinin bozuk olmasından faydalanarak kardeşlerinin mücadelelerini demir parmaklıklar ardından sürdürmesine neden olacaktır. Bu durum ütopyatik ülkemizde demokrasi olmasına rağmen kardeş katlinin gerçekleşebileceğine dair küçük bir örnek olacaktır.
Ütopyatik ülkemizde iktidarın muhalif kesim üzerindeki bu pasifize etme uygulamaları muhalif tarafı destekleyen halkın, iktidarı destekleyen halka karşı kin ve nefret duyması, onları değişik ithamlarla yargılaması gibi durumlara neden olabilir. Bunun yanında iktidarı destekleyen halkın muhalif halkı vatan hainliği, demokrasi düşmanlığı gibi ithamlarda bulunmasına da neden olacaktır. Hatta halkın bilinç altında birbirlerini dış görünüşleri, aile yapısı, inançları, idealleri hatta yaşadığı şehre göre insanları muhalif veya iktidar yanlısı gibi kutuplaştırıcı düşüncelerle birbirlerini yargılamasına neden olacaktır. Sonuçta karşı kutupları destekleyen halk birbirini pasifize etme çabası içine girişecektir. Kısacası lider kardeşler arasında çıkan kardeş katli, halka bir şekilde yansıyacaktır ve bu durumu Halkın Kardeş Katli olarak nitelemek daha doğru olacaktır.
Ütopyatik ülkemizde sonuç olarak yönetimde asıl hak ve söz sahibinin halk olması yönetim için bireysel bir şekilde gerçekleşen kardeş katlinin halkı etkileyerek halk katline dönüşmesine sebep oldu. Ütopyatik ülkemizde iktidar ve muhalefetin aralarında herhangi bir kan bağı bulunmasa bile iktidar ve muhalefetin birbirleri ile verecekleri hukuk ve adalet dışı yaklaşımlar ve bu yaklaşımların oluşturduğu olumsuz sonuçlar halkı etkileyerek halk arasında nefret, kutuplaşma gibi durumlara neden olabilecektir. Sonuçta ütopyatik ülkemizde halk katli kaçınılmaz olacaktır.
Ütopyatik ülkemizde aday olan kardeşler arasında ortaya çıkan kardeş katlinin halka yansımasını ve ortaya çıkan halk katlini günümüz demokratik devletlerine uyarlayabilir miyiz ya da bu durum sadece ütopya olarak mı kalır? Günümüzde bu ütopyatik ülkemize benzer durumda ülkeler var mıdır? Monarşi ve demokrasi gibi yönetim şekillerinde ortaya çıkan bu durum başka yönetim şekillerinde de ortaya çıkabilir mi?
Sonlara doğru gelmişken bahsetmek istediğim şey aslında şu: bir devlette yönetim şekli ister monarşi isterse demokrasi olsun, devlet yönetiminde söz ve hak sahibi olanlar karşı karşıya geldiklerinde birbirlerine saygı ve sevgi beslemediği, güç düşkünü olduğu, anayasa ve hukuk gibi denetim mekanizmaları işlevselliğini kaybettiği, toplumun bilinç ve eğitim seviyesi düşük olduğu, düşünme ve sorgulamanın yaygın olmadığı durumlarda Kardeş Katli’nin veya Halk Katli’nin gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Bunu engelleyebilmenin en önemli yollarından biri de bilinç ve farkındalık seviyesi yüksek, sorgulama ve düşünme yeteneği gelişmiş toplumlar oluşturmak ve denetim mekanizmaların işlevselliğinin yok olmasını engellemektir.
Osmanlı devletinde kardeş şehzadeler arasında gerçekleşen Kardeş Katlini günümüz şartları ile sorgulayıp kötü bir durum diyemeyeceğimiz açık ve anlaşılırdır. Ama ütopyatik ülkemizde ortaya çıkan ve günümüz demokratik ülkelerinde ortaya çıkabilecek halk katlini ise 21. yy şartları ile değerlendirmemiz gerekir. Bu yüzden, günümüzde hak ve özgürlükler, hukuk, adalet ve eşitlik gibi kavramlar yeterince yaygınlaşmış ve aydınlatılmış olduğuna göre ütopyatik ülkemizde gerçekleşen ve günümüzde gerçekleşebilecek halk katli apaçık bir şekilde kötü, utanılası ve insanlık dışı bir durumdur.
Kendine özgü ve güzel bir yazı olmuş, elinize sağlık sayın yazar. Alanında okuduğum tek yazı oldu benim için. İsmi itibariyle de alanındaki tek yazı olmuş. Ütopyatik ülke üzerinden yaptığınız benzetmeler gayet yerinde ve anlaşılır olmuş. Gerçi bazı cümleler biraz uzun olmuş ama cümlede açıklanmaya çalışılan durumdan dolayı bunun zorunlu hale geldiğini sanıyorum. Tekrardan elinize sağlık.
(Yorumlara bakanlar için söylüyorum: Kanundaki “kimesneye” sözcüğünün yazımı doğrudur. Bir an bu “kimseye” diye olacaktı sanmayın.)
Anlaşılır olmak için çabalarken bazı cümlelerim uzun olmuş. Kısaltmak için uğraşınca da metnin anlamından uzaklaştığımı hissettim. Bu yüzden çok kısaltmak için cesur davranamadım. Başta eleştiriniz olmak üzere yorumunuz için teşekkür ederim.
Yazının anafikri, bu aralar üzerinde düşündüğüm ve okuma yaptığım bir konuya işaret ediyor. Demokrasi ve muhalefet yazı serisini yazmaya devam ediyorum ve orada getirdiğim (fakat henüz yayımlanmamış) eleştirilerden bir tanesi de Türkiye’deki partiler arası mücadelenin demokrasiyi güçlendirmek ve ülkenin geleceğini inşa etmek üzere yapılmıyor olması. Osmanlı’dan artakalan Türkiye, doğal olarak bir imparatorluğun tarihi gerilimini de üstlenmiş oldu. Bu gerilim ne yazık ki demokratik düzendeki farklı düşüncelerin ve çözümlerin (partileri kastediyorum) kendilerini “düşman fikirlerle mücadele” çizgisinde tanımlamasına yol açan etmenlerden bir tanesi. Bu da Türk siyasetindeki söylemlerin çok sert ve ayrıştırıcı olmasına yol açıyor olmalı.
Hemen karıştırılabilecek bir örnekten bahsetmem gerekiyor: Britanya’da partiler arası atışmaya bakarsanız, dolaylı olmasına rağmen çok daha iğneleyici ve sinir bozucu söylemler bulabilirsiniz. Fakat Westminster sistemlerinde “söz” çok büyük bir siyasi güç olduğu için bu aslında bir düşmanlığın değil bir siyasi mücadelenin göstergesidir. Fakat Türkiye’de “söz” bir mücadele değil savaşma aracı. Siyasetçiler ülkenin geleceğini doğru şekillendirme mücadelesi yerine farklı fikre ait “düşmanlarla” uğraşıyorlar. Siyasetin de bir etiği ve anayasal çerçevesi var. Kardeş katlinin günümüze evrilmesiyle metaforlaştırdığın bu durum, bence siyasi tarihimizdeki olayların bir doğru yolu bulmaktan ziyade yanlış yoldaki düşmanları budamak -ki ‘yanlış yoldaki düşman’ tanımının rölatifliği korkunçtur- ile sonuçlanıyor.
Kalemine sağlık.