Tozlar ağzımın içinde kekremsi bir tat bırakmış, nemden göğsüme yapışmış, ten rengim sararmış şekilde yatağımdan kalkıyorum. Arıtıcıdan arıttığım suyu kafama dikiyorum. Filtresi o kadar dolmuş ki içinde altın parçaları gibi uçuşan tozları görmezden gelerek boğazımdan akmasına müsaade ediyorum. Okulumuz susuzluk sebebiyle kapandı. Okul grubumuza atılan günlük dersleri izleyeceğim. Bir ay sonra da sınav olacağız. Bu durumun çevre için faydalı olduğunu söylüyor annemler. Kâğıt üretimi için artık fazla su tüketmeyecek, okula gitmek için de tükenebilir kaynakları kullanmamıza gerek kalmayacakmış. Bu “çevre duyarlılığı” nın, artık çok geç kaldığını söyleyen dayıma hak vermiyor değilim.
Ben henüz 15 yaşında bir çocuğum. 2050 yılında, dünyanın tüm tükenebilir ve tükenmeyen kaynaklarını sömürmüş ve hayatta kalmaya çalışılan bir döneme denk geldi ergenliğim. Yaşlıların anlattığına göre eskiden ağaçlar, nehirler varmış. Tozlar nadiren görülür, bahçeye ekilen sebze ve meyveler yenilirmiş. Şimdi ise çeşitli meyveler özel kapsüllerde yapay tohumlarla üretiliyor. Ders kitaplarımızda tarih derslerinde eski üretim yöntemlerini öğreniyoruz, ancak sadece bilgi almak amacıyla. Çünkü bu üretimi yapacak verimli bir toprak ve suyumuz artık yok. Günde bir kez musluklardan gelen suyu arıtarak kullanıyoruz. Yiyeceklerimiz genellikle hazır gıdalardan oluşuyor. Muzun organik tadını merak ediyorum. Günümüzde yediğimiz parlak sarı bir muz ancak tadının eskisi gibi olmadığını söyleyen gazeteciler ve araştırmacılar var.
Yapay döllenmelerle bitkiler, yetiştirilmeye çalışıldı son günlerde. Bir müze oluşturup bitkinin büyümesini ve meyve vermesini izledik fakat ortamın oksijen oranını oluşturamadılar ve en ufak derece farkında bu buluş başarıya ulaşamadı. Bir yanda ise Mars’ta yeni habitatlar oluşturulmaya başlandı. Sonuç olumlu olursa bazı üst sınıf politikacı ve futbolcuların oraya yerleşeceği söyleniyor. Bunların çok umurumuzda olduğu söylenemez. Alıştığım bu düzenden çıkmak istemiyorum ancak eskisi gibi yeşil ve suların aktığı bir ormanı da hayal etmiyor değilim.
Denizler ise renk değiştirmiş bir vaziyette, ölüm saçıyor. İçerisindeki bitki ve hayvanlar yok olduğundan denizler de öldü. Eskiden mavi renk olduğu söyleniyor ancak şu an sümük sıvılarıyla kaplı köpüklü bej ve kahverengi. Kıyısında yaşanılan yalı ve yazlıklar yağmalanmış ve terk edilmiş vaziyette. Eskiden medeniyetlerin su kenarlarına kurulduğu söyleniyor. Şimdi ise mümkün olduğunca leş kokusu yayan sulara uzak yerlerde yaşıyoruz. Ağaçların yakılıp kesildiği yerlere kurduğumuz yerleşimler yüzünden artık toprakta ot bitmiyor. Bu sebeplerden hepimiz kocaman bir çölde yaşıyoruz.
İnternetin olması bizim için büyük bir şans. Videolardan ormanları da denizi de görüyoruz. Simülasyonlar ile denizde yüzüp, ormanda gezintiye çıkabiliyoruz ancak hissettiğimiz şeyler gerçek değil. Ne yazık ki ne bir çiçeğin kokusunu koklayabiliyor ne de suyun bedenimizde bıraktığı ıslaklığı görebiliyoruz. Toz konusu canımı sıkıyor, kaşınıyorum. Yaş olarak en küçükler ben ve benim yaşıtlarım. Yeni bebekler doğmuyor. Sanırım erkek ve kadınların üreme organları değişime uğramış. Hormonlardaki değişimleri, hava kalitesi ve beslenmedeki eksikliklerin etkilediği söyleniyor. Toplu taşımaları kullanmıyoruz, gerekte duymuyoruz. Tüm meslek grupları evden çalışıyor. Gitmek istediğimiz yerlere özel araçlarımızla gidiyoruz. Benzin ve su ile ikame edilebilen bir kaynak üretildi. Ucuz ve tükenmeyecek bir kaynak.
Bazen düşünüyorum da tüm hayatımızı kolaylaştıracak bu buluşları elimizdeki doğal kaynaklara zarar vermeden yapsaydık her şey kusursuz olmaz mıydı?
Bu konuyu geçen gün babama sorduğumda bunları düşünmemem gerektiğini, derslerime odaklanıp meslek sahibi olmam gerektiğini söyledi. Tüm kurtuluşumuzun çok para kazanmak olduğunu söyledi. Geçmişten bugüne değişmeyen tek anlayış çok para kazanmanın amaç olmasıymış. Onların zamanında da her yol para kazanmak için mübah görülürmüş.
Hayvanlar hayvanat bahçelerine kapatılıp sergilenirmiş, ormanda yaşamalarına rağmen. Şimdi ise sergilenecek bir hayvan bile yok.
Petrol ve altın için insanlar birbirini öldürürmüş. Şimdi uğruna ölecek bir maden bile yok.
Dünyada bir sessizlik var nedeni ise kavga edilecek bir nesnenin veya ahlakın kalmamış olmaması. Elinizde uğruna savaşabileceğiniz bir ideoloji veya ulaşmak istediğiniz bir hedef yoksa eyleme geçecek bir motivasyonunuz da kalmıyor. Son kalan nesil olarak tüm yaşıtlarım bu bilinçte konuşabiliyor. Biz bilgiye çok hızlı ve kolay ulaşan bir nesiliz. Artık yapay zekaya ihtiyaç duymuyoruz çünkü hepimiz bilgiyle yüklenmiş doğuyoruz. Bu çağda paraya ulaşmak için meta satmamıza gerek yok. Düzeni devam ettirmemiz, para kazanmamız için yeterli. Yeni teknolojilere veya yazılımlara ihtiyacımız yok. Eksikliğini hissettiğim yegâne şey hissedebilmek. Dünyanın yaşadığını hissedemiyorum. Sevginin ne nefretin ne olduğunu sadece ekranlardan okuyoruz, kendimize kablolar bağlayarak hissetmeye çalışıyoruz. Düz ve karanlık bir dünyadayız. Oksijenimiz bile yapay üretiliyor.
Belki yaşlılık dönemimi Mars’ta geçiririm. Her şeyi üretsek de doğal olanı yaşayamıyoruz. Doğal olanı yememek, görmemek, gerçek bir canlının tüylerini okşayamamak, kalp çarpıntısını duyamamak, duygularımızı da yapaylaştırıyor. Yüzyıl içinde insan nüfusunun da yok olacağı öngörülüyor. En son oluşan canlı varlık insanlar, en son yok olacak. Önce var olan suyu ve toprağı tükettikten sonra kendimizi de sonsuzluğa yollayacağız.
Eskiye dair merak ettiğim hayvan veya bitkileri sorarsanız, buzlarla kaplı kutuplarda yaşayan penguenleri merak ediyorum. Fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla insanın yüzünü kızartacak türden sevme isteği uyandıran bir hayvanmış. Ağaçlardan ise çam ağacını merak ediyorum. Geleneksel olarak yıl bitimini kutlamak amacıyla süsleyip eğlenirlermiş. Eğlenmek için bu türden bahaneler (din ya da yeni başlayan yıl) ile ritüeller oluşturmak eski insanların bulduğu mutluluk verici icatlarmış.
Bu yazımı geçen gün parkta otururken gördüğüm on beş yaşlarındaki bir arkadaş grubundan ilham alarak yazdım. Yeni ergenliğe giren gençler, sigara içiyor, ellerindeki telefonlara gömülmüş vaziyette, ayakları altında dolaşan yavru kedinin miyavlamasını duymuyorlardı. Naylon poşetin içindeki atıştırmalıkların çöplerini yere atmışlar, banklarının etrafını kaplamış çöp adasının ortasında oturuyorlardı. Ürettikleri bu çöp adasının ortasında kedi ve ağaçlardan bağımsız fotoşop ile oluşturulmuş cisimler gibi duruyorlardı. Oraya ait değillermişçesine, çevrelerinden yabancı vaziyette. Doğallıktan uzak bu nesil, gelecekte oluşacak tüm sorunlara koşar adim gittiğini bilmiyordu.
Konuk Yazar: Habibe Şenol İnan
Yazmak benim için bir alışkanlıktan öte, hayatta kalma biçimi. Bazen bir karakterin sessizliğiyle, bazen bir cümledeki kırılma noktasında kendimi buluyorum. Kelimelerin dönüştürücü gücüne hep inandım. Feminizm, ekoloji ve politika gibi alanlar, sadece ilgi duyduğum konular değil; aynı zamanda yazarken kendimi yeniden düşündüğüm, sorguladığım yerler. Parlak Jurnal’da yer almak, bu sorgulamayı paylaşmak ve kelimeler aracılığıyla bir bağ kurmak için güzel bir fırsat.
E-posta: senolhabibe@gmail.com
Instagram: birkalemhikaye