Her ne kadar üzerinde yüksek lisans ve doktora tezleri gibi bilimsel çalışmalar yapılmış ve hakkında muhtelif makaleler yayınlanmış olsa da, yine de Attilâ İlhan’ın romancılığı, hep şairliğinin ve -bilhassa yaşamının son döneminde- fikir adamlığının gerisinde tutulmuştur. Oysa, İlhan, Türk romanında hiç yapılmayanı yapmış ve kendisinin de belirttiği üzere, “başkalarının yaptığı gibi romana ‘köy’den değil, ‘ara tabakalar’dan girmiş ve böylelikle, yeni Türk burjuvazisinin gelişimini, uluslararası kapitalizmle ilişkilerini, şehir insanını ve bu insanın sorunlarını” romanlarında işlemiştir (İlhan, 2012: 14). Bu yönüyle, Attilâ İlhan’ın romancılığı üzerinde ısrarla durulmalı ve “romancı kimliği”, hak ettiği yere, en az “şair” ve “fikir adamı” kimliğinin yanına taşınmalıdır.
“Çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı sanırız,
onlar bizi okumazlar; asıl seslendiklerimiz,
hiçbir zaman tanımayacağımız başka üç beş kişidir.”
Attilâ İlhan
Bu yazıda, Attilâ İlhan’ın romancılığının genel hatları üzerinde durulacak, yazarın romanları hakkında tek tek uzun açıklamalara girişilmeyecektir. Zira, yazının temel amacı, İlhan’ın romancı kimliğine dikkat çekmektir. Attilâ İlhan’ın -ikisi ölümünden sonra olmak üzere- yayımlanmış 13 romanı bulunmaktadır. Bunları basım tarihine göre şu şekilde sıralamak mümkündür: Sokaktaki Adam (1953), Zenciler Birbirine Benzemez (1957), Kurtlar Sofrası (1963), Bıçağın Ucu (1973), Sırtlan Payı (1974/Yunus Nadi Roman Armağanı), Yaraya Tuz Basmak (1978), Fena Hâlde Leman (1980), Dersaadet’te Sabah Ezanları (1981), Haco Hanım Vay (1984), O Karanlıkta Biz (1988), Allah’ın Süngüleri: Reis Paşa (2002), Allah’ın Süngüleri: Gâzi Paşa (2006), O Sarışın Kurt (2007, Görsel Roman/Senaryo).
Bilindiği üzere, Attilâ İlhan, 15 Haziran 1925’te İzmir/Menemen’de dünyaya gelmiş, ilk ve ortaokulu babasının mesleği (önce kaymakam, sonra savcı ve avukat) sebebiyle Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde okuduktan sonra, en son İstanbul Özel Işık Lisesi’nden mezun olmuştur. Lise mezuniyeti sonrası İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolan İlhan, bu okulu çeşitli sebeplerden ötürü yarıda bırakmıştır. Bu arada, İlhan’ın henüz lise öğrencisiyken arkadaşına gönderdiği bir mektupta Nâzım Hikmet’in bir şiirinden alıntı yaptığı için altı ay kadar hapishanede ve akıl hastanesinde kaldığını belirtmek yararlı olacaktır. Zira, İlhan, bu hapishane ve akıl hastanesi döneminin sanatında, özellikle de romanında ve şiirinde çok önemli bir yere sahip olduğunu belirtmektedir. Gerçekten, İlhan’ın romanlarında, bilhassa Sırtlan Payı, Bıçağın Ucu ve O Karanlıkta Biz’de bu dönemin izlerini görmek mümkündür.
Attilâ İlhan, 1946 CHP Şiir Armağanı Yarışması’nda “cebbar oğlu mehemmed” şiiriyle dönemin birçok önemli edibinin önünde ikincilik kazanmış ve bu ikincilikle beraber, kendi deyimiyle, “edebiyat dünyasına paraşütle inmiş”tir. Ancak, burada atlanılmaması gereken bir nokta, İlhan’ın çok küçük yaşlardan itibaren şairlikle birlikte romancılığa da başlamasıdır. İlhan, daha ortaokul sıralarındayken Merih’e Seyahat’i yazmış, sonrasındaysa, yayınlanan ilk romanı Sokaktaki Adam’a kadar Bir Mahkûm Var, Denize Çıkan Sokak ve Harman Zamanı gibi eserlerinin de içinde bulunduğu onu aşkın romanı kalem almış, ancak bunları yayınlamamıştır. Zeynep Ankara’yla yaptığı bir mülakatta, ilk on romanını beğenmediği için yayınlamadığını söyleyen İlhan, bunun sebebini, henüz on altı yaşındayken toplumsal konuları ele alan eserler yazmaya karar vermiş olmasına bağlamıştır (Özher, 2009: 34).
İlhan’ın ilk iki romanında –Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez-, bir “olumlu tip”i aradığı, Kurtlar Sofrası’ndan itibarense bulduğu bu olumlu tipi (Kemalist aydın) geliştirmeye çalıştığını söylemek yanlış olmayacaktır. Zira kendisi de bu hususta şunları söylemektedir: “Sokaktaki Adam’da toplumsal ve bireysel anlamda iflâs etmiş bir delikanlı vardır. Anlayışlı, duyarlı, fakat kötümser. Kendisinin de dediği gibi, ‘Neyi istemediğini bilmekte, fakat neyi istediğini bilmemektedir. Onun yanı başında Sokaktaki Adam, bir türlü bağlanıp bağdaşamadığı memleket gerçeğini, memleket halkını ve sorunlarını temsil ediyor. Bu ikisi arasındaki ilişki delikanlı yönünden ne yazık ki kurulamıyor. Oysa Zenciler Birbirine Benzemez’de yeniden bu soruna dönüyorum. Oradaki tip henüz bitmemiş, yarısı kemirilmiş bir tip. O bir kararsızlığın ağrısını çekiyor. Nihayet yazacağım Kurtlar Sofrası’nda sorunu görmüş, memleketin koşullarını kavrayıp gerekli bileşimi yapmış olumlu tipi işlemeye çalışacağım. Gördüğünüz gibi bu üç kitap, aynı sorunun başka başka yönlerden başka serüvenler içinde ele alınışı, tartılışıdır. Tek kelimeyle söylemek gerekirse, okuyucu önünde, onunla birlikte, memleketimizin halkının esenliği için elbirliğiyle bulmamız gereken olumlu tipi, gerçek vatandaşı arıyorum.” (İlhan, 2012: 15).
Attilâ İlhan, Kurtlar Sofrası’nda bulduğu bu “olumlu tip”i diğer romanlarında da özenle işleyerek “Kemalist aydın”ı topluma daha iyi anlatmaya çalışmıştır. İlhan’ın romancılığı üzerine doktora tezi hazırlayan Sema Özher’in bu konudaki görüşleri şu şekildedir: “Romanlarında bireyi ve toplumu diyalektik bir süreç içerisinde ele alan Attilâ İlhan, yedi ciltlik ‘Aynanın İçindekiler’ roman dizisinde Türk aydın sınıfının içine düştüğü yabancılaşma sorunsalını 19. yüzyıl Osmanlı ekonomi-siyaset ilişkileriyle bağlantılı olarak irdelemiş ve çözümü tam bağımsızlık-millî ekonomi-millî kültür üçgeninde bulmuştur. Sanatçı ‘Aynanın İçindekiler’ roman dizisinin çıkarımı olarak değerlendirebileceğimiz son romanı Gâzi Paşa’da yarattığı ‘Gâzi tipi’ ile de bu çözümü mitik bir kahramana dönüştürerek öne sürdüğü çözüme ilkesel zamanların yaratıcı, yaşatıcı ve koruyucu gücünü eklemiştir.” (Özher, 2009: 18).
Attilâ İlhan’ın romanlarına konu edindiği zaman dilimi -1908-1960 dönemi-, hem Osmanlı Devleti’nin yıkılış dönemini -Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı ve Mütareke Dönemi-, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemini ve sonrasını -Kurtuluş Savaşı, Tek Partili Dönem, 2. Dünya Savaşı ve Çok Partili Dönem- ihtiva etmesi bakımından oldukça önemli bir zaman aralığını kapsamaktadır. Bu dönemde Türk toplumu hem siyasi hem de sosyal anlamda çok önemli bir değişim sürecinden geçmiştir. Attilâ İlhan da, romanlarında bu temel değişimi ele almış ve özellikle “yanlış Batılılaşma” teması üzerinden “bireyin yabancılaşma meselesi”ne değinmiştir.
Attilâ İlhan’ın romancılığı üzerine doktora çalışması hazırlayan bir diğer isim olan Tülin Arseven, bu konuda şunları söylemiştir: “Onun romanlarında, başlangıçta kendisine yabancı olan, içinde bulunduğu durumu kavrayamayan kişilerin veya toplumun gerçekle yüzleşmesi vardır. Söz gelimi, Kurtlar Sofrası’nda Ümid, Bıçağın Ucu’nda Suat, Yaraya Tuz Basmak’ta Demir, O Karanlıkta Biz’de Ahmet Ziya, Dersaadet’te Sabah Ezanları’nda Neveser, Sırtlan Payı’nda Miralay Ferid, Fena Hâlde Leman’da Leman ve Haco Hanım Vay’da Haco ve Dr. Feridun Hakkı kendi gerçekleri ile yüzleşirler ve bunun sonucunda da yaşama bakış açıları, dünyayı algılayış biçimleri değişir. Bazı romanları ise bireyin ya da toplumun değişim sürecinin son aşamasından başlar ve geriye dönerek söz konusu değişimi doğuran etmenleri araştırır.” (Arseven, 2010: 251).
Hiç şüphesiz İlhan, şiirlerinden denemelerine, hikâyelerinden romanlarına, hemen bütün eserlerinde, Türk milletinin -Mustafa Kemal’den mülhem- ulusal bir sentez geliştirip ulaştığı yeni bileşkeyle yerli ve millî bir sanat yaratması gerektiği düşüncesini işlemiştir. İnci Enginün şu cümleleri, bu görüşü destekler niteliktedir: “Attilâ İlhan, millet olmak için tarih bilincini şart koştuğu için, bütün romanlarında kendi yorumuyla bu bilinci okuyucusuna aşılamaya çalışmıştır. Yazarın sinemaya olan tutkusu eserlerinin de yapısını ve geniş şahıs kadrosunu etkilemiştir. Büyük ilgi duyduğu I. Dünya Savaşı’ndan sonraki siyasi gelişmelerden başlayarak Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın tarihini yer yer belgelerle, yer yer olayları bizzat yaşamış kişilerin kendileriyle hesaplaşması olarak, içinde hâlâ Kuva-yı Milliye ruhunu yaşatanların hayal kırıklıkları ve isyanlarıyla yansıtmıştır.” (Enginün, 2009: 365).
Son olarak İlhan’ın romancılığındaki dil ve üslup meselesine de kısaca değinmek yararlı olacaktır. Bilindiği gibi, Attilâ İlhan, Türk edebiyatının nevi şahsına münhasır, üslup sahibi isimlerinin başında gelmektedir. Onun daha Duvar, Sokaktaki Adam ve Abbas Yolcu gibi ilk eserlerinde görülmeye başlanan şairane, kendine has üslubu, 60-65 yıllık edebî ve düşünsel yaşamı boyunca kaleme aldığı hemen her eserde kendini göstermiştir. O, özellikle romanlarında, bugün günlük dilde hâlen kullanılan birçok deyimi, tabiri ve imgeyi ilk kez dile getirip benzetmelerle yüklü, sanatkârane bir dili tercih ederek nesirden ziyade şiire yaklaşan bir anlatım tarzı ortaya koymuştur. Attilâ İlhan’ın bu yönüyle kendi üslubunu yaratmayı başardığı rahatlıkla söylenebilir.
İlhan’ın kardeşleri Cengiz ve Çolpan İlhan’ın da ifade ettiği üzere, kuşkusuz “başarı, yalnız yetenek değil, disiplin, özveri ve bağımsız ve ödünsüz bir kişilik ile içten bir yurt ve insan sevgisi de gerektirir. Zira başarı, ancak o zaman, gerçek ve hak edilmiş bir başarı olur”. Telif ve tercüme 50’nin üzerinde eseriyle Attilâ İlhan, 80 yıllık ömrünün 60-65 yılını Türk edebiyatına ve Türk düşünce hayatına vakfetmiş bir sanatçı, bir aydın ve bir fikir insanı olarak edebî ve düşünsel eserleriyle, geçmişten bugüne toplum üzerinde bıraktığı önemli etkilerle, söz konusu “gerçek ve hak edilmiş başarı”ya hakiki bir örnektir.
Yazar: Ozan Öner
Not: Bu yazı, Parlak Jurnal Yazı Yarışması’nda birincilik ödülüne layık görülmüştür.
Kaynakça:
Arseven, Tülin (Yakup Çelik Editörlüğünde) (2010). Attilâ İlhan. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
Enginün, İnci (2009). Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı. İstanbul: Dergâh Yayınları.
İleri, Selim, Nâm-ı Diğer Kaptan (2002). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
İlhan, Attilâ (2012). Sokaktaki Adam. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Naci, Fethi (2013). Yüz Yılın 100 Türk Romanı. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Özher, Sema (2009). Romancı Yönüyle Attilâ İlhan. Ankara: Akçağ Yayınları.
Elinize sağlık. Çok güzel, detaylı ve bilgilendirici bir yazı olmuş. Böyle bir yazıda özellikle kaynakçaları bu şekilde etkili kullanmanız özellikle hoşuma gitti. Tebrikler.
Elinize sağlık severek okuduğum dergilerden kopmuş yarışmaya katılmış çok profesyonel bir yazı idi benim için.
Gerçekten de Atillâ İlhan’ın herhangi bir romanını okumadım fakat şiirlerini okudum. Benim için utanç kaynağı olmasının yanında onun fikri kitaplarından ve romanlarından haberdardım ve okumaya niyetliyim. Bu yazı benim için daha da teşvik edici oldu. Teşekkür ederim.
Atilla İlhan’ın romancı kişiliği hakkında gördüğünüz yazı eksikliğini güzel bir yazı ile doldurmuşsunuz. Emeğinize sağlık.
Bütün yorumlar için teşekkür ederim, sağ olunuz…