zeki alasya

Dev Çınar: Zeki Alasya

    Her zirvenin bir inişi muhakkak ki vardır derler. Gün, gecenin en karanlık anında doğmaya başladığı gibi, ne kadar aydınlıksa da kararmaya o kadar yakındır… Öyledir de gerçekten, en basit örneğiyle: Türk sineması. Yani 80 öncesindeki Yeşilçam… yanlış anlaşılmasın amacım şimdiki sinemayı kötülemek değil. Lakin hepimiz de farkındayız Yeşilçam filmlerinin ağızda bıraktığı naif tadı günümüzdeki sinema filmlerinden yeterince alamıyoruz; özellikle de komediyi küfür zanneden ve güldürmek için bu yola başvuran komedi türündekilerden… Çünkü yok. Ne Kemal Sunal gibisi, ne Şener Şen gibisi ya da Tarık Akan, yakın zamanda kaybettiğimiz Halit Akçatepe, ayrılmaz ikili Zeki Alasya ve Metin Akpınar, daha saymadığım sayamadığım birçok üstadın muadilleri maalesef günümüzde yok. Gelmesi de oldukça zor. Ama bugün günümüz sinemasını eleştirmekten ziyade asıl değinmek istediğim başka bir konu daha doğrusu dev bir çınar var: Zeki Alasya…

    Bundan tam 74 yıl önce, 2. Dünya savaşının bitmesine daha iki sene varken İstanbul’da doğdu ünlü sanatçı. Metin Akpınar’ın dediğine göre kaderleri birdi, filmleri gibi. Babaları aynı fabrikanın işçisiydi. Anneleri öldüğünde imamları bile aynıydı. Yani sinemadan da önce aslında birçok ortak noktaları vardı ancak onların tanışması ilk kez 1962’de Milli Türk Talebe Birliği’nde bir takım olayların peş peşe sıralanması sonucu isteyenin şans, isteyenin kader ama herkesin “İyi ki olmuş” diyeceği bir karşılaşmayla olmuş. O günden sonra da bazen her iki insan gibi araya dargınlıklar girse de birbirlerinden hiç ayrılmadan koca bir ömür geçirmişler. Bu ömre de 24 tane birbirinden güzel film sığdırmışlar.

       O her zaman halktı. Halkın içinden gelmiş, yeşilçamın her filminde olduğu gibi aslında halkı yansıtmış, yaşamış; asla kendini geldiği yerden soyutlamamış bir insandı. Bize dostluğun, arkadaşlığın tüm o çıkarlardan, paradan ya da daha birçok saçma hayat gayelerinden daha önemli olduğunu sadece filmleriyle değil özel yaşantısıyla da Metin Akpınar ile beraber gösteren bir insandı. Gerçek bir sanatçıydı.

    Zeki biraz daha savurgan olan tarafmış hep. Bir demecinde “Metin’in parası var, benim yok. Kendime yetecek kadar param olsaydı bu sektörde çalışmaya devam etmezdim.” Diyerek kendi ağzıyla da söylemiş bu huyunu. Oyunculuktan kazandığı paraları girdiği birçok farklı sektördeki işlerde batırmış ve kürkçü dükkanı misali her seferinde tekrar oyunculuğa dönmüş. Bu döngü hayatı boyunca devam etmiş. İyiki de her seferinde geri dönmüş.

    En büyük sıkıntılarımızdan biridir sanatçıyı siyasi görüşünden, fikirlerinden dolayı sevmemek; yaptığı sanat ne kadar güzel olursa olsun eleştirmek, hatta yermek. Zeki Alasya’yı da bu yüzden sevmeyen çoktur. Ama kim ne derse desin hayatına 54 film, 11 tane televizyon dizisi sığdıran Türk sinemasının usta oyuncusu, 2010 yılında Altın Portakal Film Festivali Yaşam Boyu Onur Ödülü’nü kazandığı gibi gerçek sanatseverlerin kalbinde de kolay kolay kaptırılmayacak bir yer kazandı.

    Nur içinde yatsın…

    "Zeki Alasya benim yarımdı. Yarım gitti, canım gitti.” -Metin Akpınar

Sonbaharın başında doğmuş ve Laz kızı olmamın getirisidir belki; aslında hafif bulutlu, yeri geldiğinde fırtınalar koparan atmosferim. Yazılarıma oranla içim umut dolu, daha mutluyum. Mavi ve tonlarını ne kadar özgürse o kadar severim. Kendi hikayesini yazmaya çalışan o herkesten biri de benim.

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Portre Kategorisinde Son Yazılar

Mestre Bimba Kimdir?

Hayatının bir döneminde Capoeira ile uğraşmış olan herkesin adına aşina olduğu Mestre Bimba’yı gelin yakından tanıyalım.