İçindekiler
Devlete ne gerek var?
İlkel toplumlarda da herkesi bağlayan kurallar ve kuralları uygulayan bir iktidar bulunmaktadır. Bu toplum olmanın doğal bir sonucudur. Üyelerini birbirine bağlayan temel kurallara sahip olmayan ve kuralları bozanlara karşı yaptırım uygulamayan insan grupları toplum olarak nitelendirilemez. Bu yaptırım gücü ve temel kurallar iktidarın varlığı ile yer bulur.
Aristoteles’e göre insanlar yaradılıştan eşit değildi. Kimi köle kimi de efendi olmak için dünyaya gelmişti. İlkel toplumlarda beylik, kamlık, önderlik gibi toplumsal konumlar vardı.
Toplulukların toplum adını alabilmesi için bir arada olmaları tek başına yeterli değildir. Rousseau’nun da söylediği gibi kamusal bir ortak yararın varlığı toplumun temel taşıdır. Bu noktada yaradılıştan gelen eşit olmama olgusu kişilerin ortak yararda birleşmelerini zorunlu kılmıştır. Bir kimsede var olan bir başkasında bulunmadığı gibi bu noksanlıklar ve gereksinimler bir arada yaşama zorunluluğunu, güç dengesizliği de bu bir arada yaşama sürecinde belirli bir düzen getirilmesi gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu düzeni belirlemek için bireylerin tek tek kişisel varlıkları yerine ortaya çıkan bütün varlığı zorunludur. Tek tek bireysel varlıkların bir bütün oluşturduğu noktada ortaya çıkan bu bütün eski zamanlarda site; şimdiyse cumhuriyet ya da siyasal bütün olarak adlandırılmaktadır.
Devletin varlığına duyulan gereksinimi olumlu ve olumsuz anlamda ayırabiliriz. Olumlu anlamda, hayatını devam ettirebilmesi için çeşitli gereksinimleri olan insanoğlunun bu gereksinimlerini karşılayabilmesi için en verimli yol olan diğer insanlarla belli bir iş bölümüne gitmesi ve karşılıklı faydayla kendi gereksinimlerini görmesidir. İnsanlar belli bir seviyeye kadar kendi gereksinimlerini karşılayabilecek olsa da, insanın tek başına ulaşmayacağı ancak diğer insanlarla birlikte rahatça kavuşabileceği gereksinimleri de söz konusudur.
Olumsuz nitelikli gereksinimi ise şu şekilde ifade edebiliriz ki;
Hobbes’a göre “insan, insanın kurdudur.” Yani doğa halinde insanlar bir vahşet içinde yaşıyordu, çıkara dayalı olarak insanların sınırsız bir hürriyet hali vardı ve bu sınırsızlık insanların birbirlerine kurtlar gibi saldırmasına neden oldu. İnsanın kendi varlığını korumak için sürekli savaşım halinde olması durumundan kurtulmak için bir sözleşme ile devletin kurulması gerekiyordu.
Bu da olumsuz niteliklerden doğan devlet gereksinimi olarak adlandırılabilir.
İster olumlu ister olumsuz nitelikte sebeplerden doğmuş olsun, devlet; insanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözmek, insanların özgürlük alanlarını korumak, düzensizlik ve karmaşadan uzak bir toplum oluşturmak için gereklidir.
Devlet neye dayanarak hareket ediyor?
Devletin hareket alanı, niteliği dayandığı siyasal ideoloji varlığına göre şekil alır. Liberalizm(özgürlükçülük), sosyalizm(toplumsalcılık), faşizm(toplanmacılık), anarşizm(erksizlik) vb..
Liberalizmde devletin hareket dayanağı bireydir. Her sorun bireyi merkeze alarak biçimlenmiş ve öncelikler de buna göre belirlenmiştir. Devletin kaynağı ve amacı bireydir. Bu anlamda eylem alanı kısıtlı ve öncelikli görevi de bireylerin haklarını ve çıkarlarını korumaktır.
Faşizm ise devleti, ulusun bireylerden daha büyük, uzun ömürlü üst bir konumda olmasının korunmasını sağlayan güç olarak nitelendirir.
Düşünsel temellerine göre devlet anlayışları biçimlenir demiştik. Devlet anlayışları devletin meşruiyetini, dayanağını nerden aldığını belirler.
Kanımca devlet, aşağıda da belirttiğim gibi insanoğlunun bir arada yaşama gereksiniminin düzenli ve sorunsuz giderilmesi amacıyla var olan bir üst kurumdur. Eylemlerinin dayanak noktası bu çerçevede insanların bir bütün olarak yaşamasından kaynaklanan ortak iradeleridir. Devletin üst bir güç halini aldığı da doğrudur, çünkü belirli bir toprak üzerinde yaşayan belirli insanların toplam iradesinden meşruluğunu almış gücü temsil eder.
Kendimden başkasına gereksinimım var mı?
“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.” Hucurat 13. Ayet (Diyanet İşleri Başkanlığı)
İnsan yaradılışı itibariyle yalnızlığa uygun bir fıtratta yaratılmış değildir. Kutsal kitapta bu fıtri özelliğe çok yerde değinilmiştir. Onlardan biri de Hucurat suresidir.
İnsanın kendilik süreci ne zaman başlar? Eğer ki anne karnına düştüğümüz an itibariyle bir ‘benlik’ varlığından söz edecek olursak bu soruyu sormamız da anlamını bütünüyle yitirir. Çünkü henüz doğmadan dahi yaşamsal nedenlerle bir başka insanın varlığına ve onunla aramızdaki bağa gereksinim duyarız. Doğal olarak kişinin doğumundan sonra dahi uzunca bir süre bağımsız yaşaması mümkün değildir. Daha sonraları ise, aileye teknik olarak gereksinimin kalmadığı dönemlerden itibaren insanın bazı çeşitli gereksinimlerini giderebilmesi yine başkalarının varlığına bağlıdır. Eğer insan dünyanın dışına çıksa ve yanında kimse olmasa gördüklerini anlatamadıktan sonra ne anlamı kalır? Oysa düşünün ki bir tek kişi var, o zaman bütün gördükleri anlam kazanır. Başta da söylediğim gibi insan yaradılışı gereği kendinden başkalarına gerek duyar. Doğumdan ölüme kadar bu denklem üzerine kurulmuş bir hayat örüntümüz vardır.
Konuk Yazar: Kübranur Başar