“İnsan dünyada, hayal ettiği müddetçe yaşar.”

1

Hayal kurabilmek insanoğlunun en büyük güçlerinden biridir. İlk insandan bu yana insanoğlu bu gücü hep kullanmıştır. Kimi zaman bu güç, Mustafa Kemal gibi ulu bir liderin elinde, yok oldu denilen bir milletin yeniden var olmasını ya da nakkaş Ferhat gibi bir aşığın elinde, Şirin’ine kavuşabilmesi için dağları delmesini sağlamıştır. Bu güç her zaman iyilerin eline geçmedi tabii ki de. Masallar aleminde yaşamıyoruz, burası çoğunlukla kötülerin kazandığı alem-i beşer. Kötülerin elinde bu güç dağları delen Ferhat’ın Şirin’e anca mezarda kavuşabilmesine ya da Yunanlıları Akdeniz’in sıcak sularına gömen Mustafa Kemal’in Yunan torunu diye aşağılıkça nitelendirilmesine neden oluyor.

Hayaller sadece bireysel sınırlar içerisinde yer edinmez. Kişisel hayallerimiz dışında toplumsal ortak hayallerimiz de vardır. Farklı mekânlarda farklı yüzyıllarda olsa bile bu ortak hayaller her zaman kurulmuş ve dünya dönmekten vazgeçene kadarda kurulmaya devam edecektir. Mesela savaşsız bir dünyada yaşayabilmek, kadın ve erkek eşitliğinin olduğu bir toplumda yaşayabilmek ya da en basitinden zengin olabilmek popüler toplumsal hayallerden bir kaçıdır. İnsanlık var oldukça bu hayaller hep kurulmuş ve bu hayallerini gerçekleştirmek için insanlar mücadele etmiştir. Ama günümüzde hayal kuran ve bu hayalleri için yaşayan insan sayısı ciddi derecede azalmıştır. Bunun nedenini bir kalıba sığdırabilmek imkânsız. Ama bence en önemli nedenlerden biride teknolojiyle beraber artan imkanlar sayesinde ihtiyaçlarımıza kolay erişebilmemiz ya da başka bir ifadeyle, genellikle yaşlıların çoğu genci nitelendirdiği gibi “tembellik”. Ben de bu “tembellerden” biriyim. Son 4-5 aydır gelecekle ilgili hiçbir hayali ya da beklentisi olmayan bir bireyim. Bunun fazlasıyla farkındaydım ama bu durumun normal olmadığını fark etmemi babam sağladı. Kendisi hayal kuran ve bu hayalleri için yaşayan günümüzdeki ender insanlardan birkaçı.

Babam yaklaşık 24 yıl boyunca trafik polisi olarak görev yaptı. Günümüzde çalışan çoğu insan gibi kendisinin de çalıştığı süre boyunca ki en büyük hayallerinden biri sanırsam emekli olabilmekti. 1 ay önce bu hayalini gerçekleştirdi. Şimdiki hayali ise çobanlık. Alacağı inek ile doğu Karadeniz’in dağlarında dolanmak. Şu anki sağlık durumu bunu gerçekleştirebilecek düzeyde değil. Sağlık durumunun elverişsizliğine rağmen yine de bu hayalden vazgeçmiş değil. Kendisi okumayacaksan gel çobanlık yap, ben sana inek alırım diye arada beni tehdit eder. Kendisi de başımda durup bana göz kulak olacakmış.

Babamın çobanlık hayalindeki asıl amacı gençliğindeki o güzel günleri, 25 yıldır gönlünü ve hayatını paylaştığı kadını tanıdığı o anı tekrar geri yaşayabilmek. Aklına geldikçe anneme onu ilk gördüğü anı anlatmaktan asla usanmaz. Annemin babamın bu olayı defalarca anlatmasına rağmen o anı hatırlamıyorum diye ısrar etmesi de ayrı bir durum.

Babamların sarı kız diye bir ineği varmış eskiden. Babamla amcam çocukluk yıllarında sarı kıza çobanlık yaparmış. Amcam genelde sarı kızı babama bırakır köyün diğer çocuklarıyla başka insanların bostanına girer hıyar hırsızlığı yapar ya da kendi çapında bunun gibi küçük yaramazlıklar yaparmış. Babamsa sarı kıza göz kulak olurken bir ağacın altında ya da ırmağın kenarına oturur kitap okurmuş. Yine sarı kızın otladığı, amcamın yaramazlıklar peşinde koştuğu, babamın da bir kenarda oturup kitap okuduğu o günlerden bir gün annemle teyzem çıkagelmiş babamın karşısına. Annem ile teyzem, bizim köye gelin gelmiş amcasının kızına yardıma gidiyorlarmış ama evin yerini tam olarak bilmiyorlar. Teyzem babamı görünce ona evin yerini soruyor. Babam evin yerini anlatıyor ama gözlerini bir kez olsun annemin üstünden alamıyor. Artık nazdan mıdır, utangaçlıktan mıdır orasını bilemem ama annem hiç oralı olmuyor. Babamın zihninde o andan itibaren bu zamana kadar tam 26 yıl boyunca sürecek, bildiğim en güzel hayalin kurulduğundan eminim. Bu hayalin diğer bir baş karakteri annem ise ilk başta genç olduğundan dolayı evlenmek istemez ama kız tarafı da babam gibi damat bulmuş onu kaçırmak istemez. Annem dedemin zoruyla istemeye istemeye de olsa nişanlanır ama nişanlandıktan sonra o da bu güzel hayale ortak olur. Kısacası annemin nazı da nişanlanana kadar sürmüş.

Her zaman uğruna yaşadığımız hayalleri gerçekleştiremeyebiliriz. Biz hayallerimiz için yaşasak da onu gerçekleştirmek için çabalasak da duvara tosladığımız, tökezlediğimiz zamanlar ya da yolumuza taş koyanlar olabilir. Çoğu engel bizi hayalimizden vazgeçiremez ama bazen öyle şeyler yaşanır ki insan hayaline de kendisine de lanetler eder. Kendisine verilmiş en büyük hazinelerden biri olan bu yaşamı bir hayal uğruna hiç ettiğini düşünür ve zihni geriye kalan yaşamında keşkelere hapsolur. Çevremizde böyle insanlara hepimiz rast gelmiş ya da onların hayat hikayelerini duymuşuzdur. Hayalini gerçekleştirememiş, o hayal uğruna yaşayıp en sonunda bir taşın üstünde gözyaşı dökerek o hayalinden vazgeçen bir insan da ben tanırım. Kendisi dedem olur.

Bu yazımızı da tavsiye ederiz:  Gafil Gezme Şaşkın

Dedem, Berbat Hasan olarak tanınır dost meclisinde. Böyle hitap edilmesindeki en büyük neden sanırsam sıkıntılarla, şansızlıklarla dolu bir hayat yaşamasıdır. Kendisi çocuk yaşında trajik bir nedenden dolayı annesini kaybeder. Sıkıntılarla dolu hayat yarışında engelli ablası, bebek yaşta kardeşi ve baskıcı babası ile kalır. Maddi olarak rahat olsalar da dedemin küçük yaşta karşılaştığı zor yaşam şartları ve baskıcı bir baba onu çok daraltır. Tek istediği şey rahat, huzurlu bir hayat yaşamaktır.

Bir sabah ablası dedeme tavuklara yem alması için para verir ve onu çarşıya yollar. Dedem bu anı bu zor yaşamdan kurtulmak için bir fırsat olarak görür. Ablası evde aç tavuklara yem beklerken kendisi otobüsle İstanbul’a doğru yol alır. Yaklaşık 13 sene sonra askerliğini yapmış bir vaziyette gerisin geriye köye döner. Köye geri döndüğünde gittiğinden farklı olarak elinde altın kaplama bir saat ile boynunda altın bir zincir vardır. Eş dost tarafından bu hali onun zengin bir şekilde geri döndüğüne yorulur ama belli bir zaman sonra anlaşılır ki gelişinin gidişinden çokta farkı yoktur. Zaten o 13 sene içerisinde neler yaşadığından da çok bahsetmez kimseye. Dayısının kızıyla evlendirilir, bakır işletmelerinde şoför olarak işe başlar. Aklında rahat bir hayat sürme fikri hala daha vardır dedemin. Bu sefer parayı kolay yoldan kazanmaya çalışır, kumara başlar. Bu sırada babasının baskıcı tutumu nedeniyle babasıyla arası bozulmuş, babasının evinde eşi ve çocuklarıyla beraber tek göz odada yaşamaktadır. Hatta daha sonraları kendi birikimiyle babasına nispet yaparmışçasına babasının evinin yanına yeni bir ev yaptırır.

Bir gün Murgul-Hopa arasında yük taşırken yolda arızalanmış tomruk yüklü bir kamyon ile karşılaşır dedem. Yardım etmek amacıyla durur ve kamyonun yanına yanaşır. Daha sonra kamyona yüklü tomrukların hareket ettiğini görünce kendisini tomruklardan korumak için yolun kenarındaki dereye atar. Şansızlık o ki atladığı yer sığ ve kayalıktır. Kayaya çarptıktan sonra ayağının kırıldığını fark eder ve hareket edemez. Kafasını kaldırdığında ise üzerine doğru iki tomruğun yuvarlandığını görür ve ayakları kırık olduğundan dolayı tomruklardan kaçamaz ve tomrukların altında kalır. Vücudunda onlarca kırık ve yara ile tomrukların altından sağ çıkar. İyileşip eski haline gelmesi bir seneden fazla sürer. Bu olaydan sonra alkol de kumarın yanında hayatında bir yer edinir.

Bir gün sabaha karşı hafif sarhoş bir vaziyette eve gelir. Dedemin bu halini gören babaannem sinirlenir, dedemin eline balta ile kazmayı tutuşturur ve beraber tarlaya giderler. Tarlaya varmadan bir ırmağın kenarında hafif yosun tutmuş bir taşa nefeslenmek için oturur dedem. Babaannemin dedeme olan öfkesi o an orada patlar ve dedeme ağzından lanet, beddua, küfür ne gelirse söyler. Dedem dayanamaz ağlamaya başlar. Dedemin halini gören babaannem de dedemin yanına oturur, dedeme olan öfkesi göz yaşına dönüşür ve beraber ağlarlar. Bu ağlama dertleşmeye döner, ikisi birbirine içini döker, daha da tarlaya da gitmez geri eve dönerler. Dedem rahat bir hayat sürme hayalinden vazgeçer. Kumar, alkol daha da yer edinmez hayatında. Öyle ki gün gelir emeklilik ikramiyesiyle aldığı minibüsle köyde bedavaya yolcu taşıdığı bile olmuş. Ben dedemin hayali için yaşadığı o dönemlere rast gelmedim, bu olayların hepsini babaannemden dinledim. Zaten benim bildiğim Berbat Hasan ile babaannemin anlattığı hayali için yaşayan Berbat Hasan arasında dağlar kadar fark var. Benim tanıdığı Berbat Hasan hayattan fazla bir beklentisi olmayan, yeri geldiğinde seve seve torununun bezini bile değiştirebilecek daha sonraları ise akciğer kanserine yenik düşecek bir süper kahramandır. Mekânı cennet olsun.

Hayaller kurmanızı engelleyecek hiçbir neden yok bu hayatta. Her nefes alış-verişiniz hayal kurabilmeniz için bir sebeptir. Cengiz Han, Einstein, Tesla, Hitler, Napolyon, Kanuni ve daha nice tarihe damga vurmuş kişilikler büyük hayallerini gerçekleştirmeden tarihin tozlu sayfaları arasına adlarını yazdırmıştır. Bunu sağlayan ise hayalleri için verdikleri mücadelelerdir. İlk aldığınız nefes ile son verdiğiniz nefes arasında binlerce hayal kuracaksınız ve bu hayallerin çoğu gerçekleşmeyecek, yeri gelecek sizde bir kaldırım taşında suya düşen hayalleriniz, emekleriniz için ağlayacaksınız ve vazgeçeceksiniz o hayalinizden. Ama o akan gözyaşlarınızı silebilmenin tek yolu ise yeni bir hayal kurabilmekten geçer. Yoksa geçmişe takılıp kalırsanız keşkelere hapsolursunuz. Gözlerinizden yaşlar akmasa da boğazınızda hep bir düğüm olacaktır.

Bu yazımızı da tavsiye ederiz:  Toros (Anadolu'nun Bağrından Kopmuş Bir Hikaye)

Son olarak ünlü Karadenizli düşünür Hızır Acil’in de dediği gibi “Dünya dönüyor, boş ver hayat devam ediyor.”. Hayallerinizin gerçek olduğu bir hayat yaşamanız dileğiyle.

Yazar: Mutlu Ceyhun ALTINKAYA

Not: Bu yazı, Parlak Jurnal Yazı Yarışması’nda ödüle layık görülmüştür.

1 Comment

  1. “Annemin babamın bu olayı defalarca anlatmasına rağmen o anı hatırlamıyorum diye ısrar etmesi de ayrı bir durum.” Ne yalan söyleyeyim şu cümleye hayli güldüm. Yazının başında çok keyifli anılara ortak oldum. Tabiri caizse ağzımı kocaman açıp pişmiş kelle misali sırıttım. Okumaya devam ettikçe önce dişlerim, sonra da tebessümüm kayboldu yüzümden. Yazının sonralarına doğru ise bir farkındalık oluştu bende. Yazıyı yazan benmişim, anlatılan benim hikayemmiş gibi hissettim nedense. Sahi, bir yazıdan bunlardan daha etkileyici daha ne beklenir bilmiyorum. Velhasıl böyle güzel, böyle samimi bir yazı için teşekkür ediyor, kalemine, yüreğine sağlık diyorum.

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Deneme Kategorisinde Son Yazılar

Uzun bir aradan sonra

Parlak Jurnal serüveni birkaç dost bir araya gelerek kurduğumuz bir internet sitesiyle başlamıştı. Üniversite öğrenicisi olmanın

Bir Palamut Meselesi

Bak! Şişman bir tekiri andıran yaramaz beyaz bulut, küçük bir sincap bulutunun peşinden gidiyor. Hava, ne