Hiç durakta metro beklerken aklınıza “acaba atlasam ne olur?” gibi saçma bir düşünce geldi mi? Geldiyse bile gülüp geçtiniz muhtemelen. Peki ya bu düşünce zihninize sürekli sürekli gelmeye başlarsa? Ellerinizi yıkarken, kitabınızı okurken, arkadaşınızla sohbet ederken ve okulda ya da işyerinde çalışırken… Bozuk plak misali durmak bilmeyen bir şekilde tekrar eden ve başka şeylere odaklanmanızı engelleyen bu saçma düşünce yüzünden uyuyamadığınızı hatta bunu yapmanız gerektiğini söyleyen sesi bir türlü kafanızdan atamadığınızı hayal edin. Korkunç değil mi?
İşte Obsesif Kompulsif Bozukluk hastaları; zihinlerinden bir türlü atamadıkları, tekrar tekrar maruz kaldıkları, hayatlarını zorlaştıran ve kendilerini rahatsız eden bu tarz düşüncelere sahipler. Halkımızda psikiyatri servisine yatırılan hatta polikliniğe başvuran hastalara dahi “deli” muamelesi yapıldığı için psikiyatrik hastalıklar “ayıpmış ya da utanılması gerekiyormuş” gibi bir algı oluşuyor. Oysa nasıl ki kalp hastası birinin kardiyoloji bölümüne başvurması gayet doğalsa ve bu hastalığın gelişmesi büyük ölçüde o kişinin elinde değilse, psikiyatrik hastalıklar da bilinçli olarak gelişmeyen ve tedavi edilmesi gereken hastalıklardır.
Ortalama 20’li yaşlarda başlayan bu hastalığı daha yakından inceleyecek olursak; Obsesyon (saplantı) yineleyici, ısrarlı, kaygıya neden olan, istenmeden gelen düşünce, dürtü ya da düşlemlerdir. Kompulsiyon (zorlantı) ise; obsesyonlara yanıt olarak gerçekleştirilen, yineleyici, kişinin kendini yapmaktan alıkoyamadığı davranışlar ya da zihinsel eylemlerdir. Aslında obsesyonun yarattığı kaygı duygusunu azaltmak için kompulsiyonlar ortaya çıkar fakat kompulsiyonların yapılıyor olması da obsesyonların tekrar devam etmesine neden olan temel faktörlerden biridir. Örneğin kafanızdan atamadığınız, sürekli sizi rahatsız edecek biçimde zihninizde yankılanan ‘yastığı yerine koy’ sesi bir obsesyon ise, yastığı yerine koyma ‘eyleminiz’ bir kompulsiyondur.
Bu obsesyon ve kompulsiyonlar farklı şekillerde görülebilir. Bazılarında temizlik (Masumlar Apartmanı dizisindeki Safiye karakteri gibi) obsesyonu sürekli yıkama kompulsiyonu ile, bazılarında dini şüpheler sayma kompulsiyonu ile, bazılarında istifçilik yani nesnelerin lazım olacağı (Masumlar Apartmanı dizisindeki Han gibi) obsesyonu biriktirme kompulsiyonu ile kendini gösterebilir. Bunun gibi pek çok örnek de verilebilir.
Psikanalizin babası kabul edilen Sigmund Freud (1856-1939) “Totem ve Tabu” isimli kitabında kompulsiyonları tıpkı ilkel ritüeller gibi büyülü bir şekilde dış dünyayı değiştiren ve felaketleri engelleyen insan davranışları olarak tanımlamıştır. Yine Freud’a göre kişiliğin temel yapısı 5-6 yaşına dek oluşmaktadır. Bu yaşa kadar çocuk çeşitli psikoseksüel gelişim aşamalarından geçer. Örneğin insanın ilk 18 ayında “Oral Dönem” olarak adlandırdığı bir evreyle karşı karşıya kaldığını, bu evreyi çocuğun ağladıkça kendisine meme verildiği ve tamamen arzularının karşılandığını fark ettiği, haz odaklı bir dönem olarak tanımlamıştır. Libidonun ağızda toplandığını ve bağımlılık, edilgenlik, kırıcılık gibi özelliklerin bu dönemde yaşanılan doyum veya yetersizliğe bağlı olduğunu düşünmüştür.
Yine 1,5-3 yaşları arasında “Anal Dönem” olarak adlandırdığı evrede ise libidonun anüs bölgesinde toplandığını ve tuvalet eğitiminin çocuğun üzerinde ebeveynlerin kontrol mekanizması olduğunu söylemiştir. Daha doğrusu çocukların bağırsak hareketlerinin kendilerini ve çevrelerini kontrol edebileceklerini ilk kez fark ettikleri zaman, tuvalet eğitimi dönemidir. İlk defa bir çocuk, ebeveynlerinin isteklerine uyup uymayacağına karar verebilir. Sıkı bir tuvalet eğitiminden geçen kimse anal tutucu, başka bir deyişle inatçı, titiz, cimri olarak gelişir. Oysa tuvalet eğitimi gevşek olan bir kimse anal salıcı bir kişilik özelliği geliştirir. Bu kişi dağınık, düzensiz, özensiz ve yıkıcı bir karaktere sahip olur. Freud OKB hastalığını da anal dönemde takılı kalma veya kişinin Ödipal denen daha ileri bir dönemden anal döneme gerilemesi ve bu duygu ikircikliğini yoğun olarak tekrar yaşaması şeklinde açıklamıştır.
Hazır lafı açılmışken değinmeden geçemeyeceğim. Freud’un Ödipal olarak bahsettiği aralık ise Fallik Dönem olarak adlandırdığı çocuğun her şeyi merak ettiği ve cinsel kimlik kazandığı 3-6 yaş arası dönemdir. Bu dönemde Ödipus (Oiedepus) Kompleksi denilen bir durumdan bahsedilir. Freud bu ismi Sofokles’in ünlü oyunu Oiedepus’tan alır. Ödipus (Oiedepus) kralın oğludur ve babası tarafından terk edilir. Sonunda babasını öldürür ve annesiyle evlenir. Aslında Freud’un bu dönemi Ödipus (Oiedepus) ile ilişkilendirmesinin sebebi özellikle erkek çocuğu anne için babayla savaşıyor şeklinde tasavvur etmesidir. Aynı şekilde kız çocuk ise babayı seçerek anneyi rakip olarak görür. Özellikle erkek çocuk babasına karşı olan bilinçdışı nefretini, sahip olduğu penisi kaybetme korkusu (iğdiş edilme) ile yenerek babayla özdeşleşir ve anneye olan aşkından vazgeçer. Bu dönemde kız çocuk ve erkek çocuğun ebeveynle doğru özdeşleşim yapması sağlanmalıdır.
Konumuza dönecek olursak, OKB hastalarında beynimizdeki ‘serotonin‘ ya da mutluluk hormonu olarak adlandırılan nörotransmitterin yetersiz salgılandığı görülmüştür. Bu serotonin dengesizliğinin ortadan kaldırılmaya çalışılması da tedavi modaliteleri arasında yer almaktadır.
Hastalığın tanısı Amerikan Psikiyatri Birliği Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı‘nın beşinci baskısına (DSM-5) göre konulmaktadır. Bu tanı kriterlerini şöyle özetleyebiliriz:
1. Obsesyon/Kompulsiyonların varlığı
1A. Obsesyon: Zorla ve istenmeden geliyor gibi yaşanan kaygı ve sıkıntıya yol açan tekrarlayıcı düşünceler ya da imgeler; kişi bu takıntılara ya aldırmamaya ya baskılamaya ya da ritüeli yerine getirerek yüksüzleştirmeye çalışır.
1B. Kompulsiyon: Kişinin takıntısına tepki olarak ya da katı bir biçimde uyulması gereken kurallara göre yapmaya zorlanmış gibi hissettiği yinelemeli davranışlar; bu davranışlar ya da zihinsel eylemler, yaşanan kaygı ya da sıkıntıdan korunma, bunları azaltma, korkulan bir olay ya da durumdan sakınma amacıyla yapılır; ancak bu davranışlar ya da zihinsel eylemler, yüksüzleştireceği ya da korunulacağı tasarlanan durumlarla gerçekçi bir biçimde ilişkili değildir ya da açıkça aşırı bir düzeydedir.
2. Bu takıntı ya da zorlantıların kişinin ciddi zamanını alması ve işlevselliğini bozması
3. Bu takıntı ve zorlantı belirtilerinin bir ilaç ya da bir hastalığa bağlı olmaması
4. Bu bozukluğun başka bir ruhsal bozukluğun belirtileriyle daha iyi açıklanamaması
Günümüzde, Obsesif Kompulsif Bozukluğun tedavisinde bilişsel davranışçı terapiler ve ilaç tedavisi olarak da SSRI (Selective serotonin reuptake inhibitors) türü antidepresan ilaçların kullanımı önerilmektedir. Elbette ileri dönemlerde de Psikiyatri hekimleri tarafından reçete edilen çeşitli ilaçlar mevcuttur. Kısacası tedavisi mümkün olmayan bir hastalık değildir.
Diziye gelecek olursak, açıkçası ben Masumlar Apartmanı’nı sevdiğimi söyleyebilirim. Alışılageldik Türk dizilerine çok da benzemiyor. Sanıyorum kötü yanlarından biri süresinin ziyadesiyle uzun olması. Eğer 90-120 dakika gibi bir süreye sabitlenirse çok daha sade ve öz olabileceğini düşünüyorum. Bunun dışında ebeveynlerin davranışlarının çocukları hayat boyu etkileyebilecek psikolojik yaralara yol açabileceği hatta bu kişilerin her gün sokakta, okulda, apartmanda, akrabalar arasında rastladığımız insanlar olabileceği güzel yansıtılmış. Oyunculuklara ve sahnelerdeki derinliklere diyecek söz yok. Özellikle Gülben (Merve Dizdar) ve Safiye (Ezgi Mola) ekran karşısındaki izleyiciye adeta o anı yaşatıyor. Masumlar Apartmanı isimli bu güzel projede emeği geçen herkese teşekkür etmekten başka ne yapılabilir ki?
Kaynakça:
obsesif kompülsif insanalrı başklarının anlamasını beklemek doğru değil yani obsli birinin yaptığına mantık aramayın sadece ona anlayış gösterin. çünkü o sizden farklı… ben küçükken sürekli burunumun akmasıyla ilgili şiddetle uyarıldım. şimdi her gün burnumu tam olarak temzilemeden uyuyamıyorum. aynı şekilde sürekli boğazımı temizliyorumn. bu benim suçum değil ben küçükken beni çok eleştiren abimin suçu… bunun sonucuna ise ben katlanıyorum
Kesinlikle öyle… Bir depresyon hastasına kalk, yürüyüş yap, aşık ol vs demenin de hiçbir faydası yoktur zira kalkıp aşık olamadığı içni depresyondadır zaten. Maalesef psikiyatrik hastalıklar konusunda son derece duyarsızız. Naçizane tavsiyem yine de bir psikiyatrist ve beraberinde psikolog desteği hastalığı yenmede çok faydalı olacaktır. Saygılarımla.
Çok hoş bir yazı olmuş. Diziyi hiç izlemedim fakat sanırsam son dönem Türk yapımı dizilerde en beğenilen dizi bu oldu. İnsanın aklına her türlü düşünce gelebilir sonuçta beyin sürekli çalışan nötr bir motor gibidir. Bu aynı yazıda örneğini verdiğin “şu metro raylarına atlasam ne olur?” gibi bir düşünce için geçerlidir. O sebeple insan aklına gelen her şeyin doğru olmadığını bilmek çok önemli bir mefhum. Zaten psikiyatrik hastalıklara yönelik bilişsel davranışçı terapilerin temeli bu öngörüyü kazandırabilmektir.
Değerli yorumun için teşekkürler…:)