Son zamanlarda ülkemiz insanının “atalarını” anmak, yad etmek ve onları yaşatmak istedikleri gerekçeleriyle o kişinin ismini o kişiyle belki de hiç alakası olmayan yerlere, nesnelere vermesi yaygınlaştı. Örneğin; milyarlarca dolara insanımızın büyük bir kısmının “yabancı” veya “düşman” kabul edebileceği milletlerin şirketlerine çeşitli yapılar yaptırıp yine bu yapıları inşa eden insanlara tarih boyunca hiç de hoş bakmamış olan tarihi şahsiyetlerin adlarının konulması gibi. Üstelik samimiyetten ve doğallıktan son derece uzak bu yapıların açılış törenlerinin bazı savaş galibiyet yıldönümlerine getirilmeleri de ilginç bir nokta.
Sanırım neyden ve kimden bahsettiğimi az çok anlamışsınızdır. Anlatmaya çalıştığım yapı İstanbul Boğazına yapılan 3. Köprü ve bu köprüye ismi verilen tarihi şahıs da Yavuz Sultan Selim. Peki açılış töreninin denk getirildiği tarih ve bu savaşın mağlubu kim? Sırasıyla Çaldıran Savaşı ve Şah İsmail Hatayi. Buradaki “Hatayi” de ne diye soracak olursanız, yanıt Şah İsmail’in yazdığı şiirlerde kullandığı mahlas. Bu durumun bizle olan ilgisi ise bu şiirlerin Türkçe olması ve bugün bile bu şiirlerin türkü –daha doğru bir kullanımla deyiş- olarak bağlama eşliğinde seslendirilmesi. Sizce hangi anılma-yad edilme biçiminin insani yönü ve değeri daha hoş ve anlamlı?
*Şah İsmail Hatayi Divanından bir görüntü.
O halde Hatayi’nin eserlerinden birkaç dize okuyalım ve anlamaya çalışalım.
Gönül ne gezersin seyran yerinde
Alemde herşeyin var olmayınca
Olura olmaza dost deyip gezme
Bir ahdına sadık yar olmayınca
Yürü sofu yürü, yolundan azma
Elin gıybetine kuyular kazma
Varıp her dükkana metahın çözme
Yanında mürşidin var olmayınca
Varıp bir kötüye sen olma nöker
Çarhına değip de dolunu döker
Ne Hüda’dan korkar ne hicap çeker
Bir kötüde namus ar olmayınca
Şah Hatayi’m edem bu sırrı beyan
Kamil midir cahil sözüne uyan?
Bir baştan ağlamak ömüre ziyan
İki baştan muhip yar olmayınca
*************************
Melullenme deli gönül
Gez bir zaman gör nic’olur
İndir tahtını yüceden
Yık bir zaman gör nic’olur
Bir iş gelirsa başına
Bahane bulma komşuna
Sefil hırkan çek başına
Gez bir zaman gör nic’olur
Şah Hatayi’m doğan aylar
Geçinin yoksullar beyler
Herkes kemalinin söyler
Konma gönül dur nic’olur
***********************
Arif isen birgün seni seslerler
Bülbül deyi gülistanda beslerler
Birgün seni rehberinden isterler
Kimin izni ile girdin yola sen?
Özün eğri ise yola zararsın
Derdini yetişmiş derman ararsın
Maslahatın nedir şarı sorarsın
Sarraf olmayınca girme şara sen
Kapıdan çıkınca köşe gözetme
İçin karartıpda dışın düzeltme
Şah Hatayi’m ötesini uzatma
Mümin isen bir ikrarda durasın
Örnek şiirleden görülebileciği gibi yazılmalarının üzerinden 500 yıl geçmesine rağmen bu şiirlerin dili bügün bile ne kadar anlaşılır, konuları da bir o kadar güncelliğini korumakta. O zaman bu kültürel mirasa dört elle sarılmak gerekir. Bir başka yazımda bu şiirlerin bestelenmiş hallerini incelemek ve bestelendiği müzikal altyapı hakkında konuşmak üzere hoşçakalın.
Yalnız dikkatimi çekti 500 yıl önceki dilin ne kadar sade olduğuna bakar mısınız, bu kadar yalın olduğunu tahmin etmezdim.