Not Defterinden Birkaç Satır

/
1

Adını bile bilmediğim bu garip adamın not defterinden birkaç satır okurken fark ettim ki bu adam deli değildi. Sonradan duyduğuma göre felsefe doktorasını Sofya’daki bir üniversiteden aldıktan sonra eşinin ölümü onu derinden sarsmış, kimsesizler gibi yaşamaya başlamış, sokaklarda hayalet gibi bir görünüp bir yok olan meczup birine dönüşmüştü. Ölümüne kadar mahalle sakinlerinin yardımlarıyla yaşayıp kimseyi umursamayan bu adamı ne zaman hatırlasam içimin burkulduğunu hissederim. Bir işe yaramasa da ona yardım edilse neler yapabilirdi, oturup konuşabilsem bana neler anlatırdı bunu merak ediyorum, hep de ettim. 1980 yılının temmuz ayında elimde tuttuğum bu defterden seçtiğim birkaç satırı şimdi size yazıyorum. Anarşistlere, faşizme, pragmatizme, sömürmeye, gündelik yaşama, bize, size ve kalan diğer herkese dair birkaç satır…

”-Kafasında düşünceler dönüp dururdu. Ne zaman konuşacak olsa dilinden bu tekinsiz düşüncelerin döküleceğini düşünüp tarifsiz bir korku duyardı.

-İnsanın her kavgadan, her mücadeleden galip çıkması mümkün değildi. Bazen yenilgiler ve felaketler, zaferlerden daha çok işe yarayabilirdi. Toplumları, milletleri, hatta teker teker insanları bile sağaltan ancak ızdırabın da içinde olduğu koyu yeşil, cıvık acı sıvısıydı bazen gerekli olan.

-Birkaç adım ileri ya da geri, artık önemli değildi. Bir şekilde ayaktaydık ve bunun hakkını vermemiz gerekiyordu.

-Yaprakları dökülmüş bir ağaç kadar çirkin olabilirdi en fazla. Sevgililerin birbirlerine sarılması gibi sıkı sıkı, tutkuyla sarıldılar birbirlerine; birbirlerini tanımayan çirkin insanlar.

-Kararsızlık onun lanetiydi. Her zaman pişmanlığa mahkûmdu, her zaman daha iyi bir seçeneği ıskalamış olmaktan korkardı.

-Beş yüz, beş bin, hatta beş yüz bin… Hepsi birdi onun için. Önemsizdi. Onun için “1” önemliydi. Değerli bir “1” , değersiz beş yüz binden daha gerekliydi hep. Kalabalıklar gereksiz, yıkılan putlarsa önemsizdi. Ahlak bu yaşamın küsuratıydı. En baştan anlam kazanmalı, yeniden inşa edilmeliydi. İflah olmaz her Nietzsche’cinin parolası!

-Servetinin çoğalması için gereken neyse yapmaya hazırdı. Hırsızlık, yağma, gasp, tecavüz vb… herkeste, hatta en acımasız olanımızda bile belli belirsiz var olan hayali kırmızıçizgi onda yoktu.

-Sorumlulukları onu boğmaya başlamıştı artık. Geçip giden günler değerliydi ve geriye dönüşü yoktu. Kaçmak en iyi çare miydi?

-Alkoliklerin çok aç olduklarında bile içkiyi tercih etmeleri tesadüf değildir. Bir sarkacın kâh bir ucunda kâh diğer ucunda, ağır adımlarla ölüme yürürler.

-Etnisite bakımından Bulgarların ağırlıklı olduğu bir bölgeydi. Ama tutulan eski kayıtlara, hele ki bunu tutanlar Bulgarlarsa güven olur mu, bilinmez.

-Bizim kutsal küçük Slav devletimiz de böyleydi. Bir tür yaygın faşizm egemendi. Teker teker hiçbir bireyin önemi yoktu. Eğitimlerine, ilgilerine, zevklerine, farklılıklarına bakılmaksızın herkesin aynı potada eritildiği, yok edildiği kutsal bir ülküydü. Malum karikatürde de gösterildiği gibi; savaşın orakla ekin biçer gibi biçtiği on binler. Varlıkları ulusun varlığına birer armağandı, onun varlığının üstüne serpilen küllerdi.

-Kendilerine yaşam hakkı bırakılmayan bu insanların anarşist olmaktan başka ne şansları olabilirdi ki? Koskoca bir hiç. Feleğin çemberinden kırk kere geçenler, haksız yere hapis yatıp sonra pardon denilerek salıverilenler ya da hiçbir suçu yokken işinden kovulanlara, eşcinsellere, azınlıklara, günlük iş tutan ırgatlara vb… Onlar “yeryüzünde istenmeyenler”di. Başka hiçbir şansı kalmayanlar, çukurun en dibindekiler…

-Din gerekli. “Tartışılmaz” olan mutlaka olmalı. Temel olmalı. Tartışılamaz olan belirlendikten sonra etrafındakiler düzenlenir. Bilimi boş verin. Bilim beyhude bir çabadır. Kant’ın dediği gibi “Objeyi bilemeyiz, süjeyi ise asla bilemeyiz. Var olan bütün olaylar bu ikisinin birbirlerine ilgileridir ve bunların ürünüdür.” Pratik faydaları onu katlanılabilir kılar. Sanat da bir taklit, bir yanılsama, bir illüzyon ve hatta basit olana ilişkin karmaşık bir ifade tarzıdır. Daha fazlası değil ama daha azı da değil. Peki ya felsefe? O orijinaldir. Cevapsız soruların, bazen saçmalamanın, bazen uykumuzun gelmediği akşamların, ilkelliğin, eleştirinin, faydasız bilgilerin, faydasız soruların, bunların tam tersinin, ciltler dolusu bilginin içindeki o vurucu birkaç cümlenin; Locke’un, Hume’un, Kierkegaard’ın hayallerinin, bezginliğin, yaşama sevincinin ve daha birçok şeyin çok ama çok ötesinde, çok farklı, kendisine felsefe dense de aslında adı konmamış bir başka sevgidir felsefe. “Bilgelik sevgisi” onun takma adıdır. En azından benim için görünen manzara bu. Sizin ne düşündüğünüzün önemi yok. Hiçbirinizin, hiçbirimizin su koskoca boşlukta önemi yok. Değer atfetme aptallığına düşmedim. Ama önce gelen benim. Ben bencilim ve yaşasın bencillik.”

Bu yazımızı da tavsiye ederiz:  Dem-i S'onsuzluk (Cananın canından bir can...)

Konuk yazar: Adım Tansu S. ! İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF’de Maliye lisans ve yüksek lisans (tez aşamasında bıraktım) ile Anadolu Üniversitesi’nde yarım dönem Sosyoloji eğitimi aldım. Şimdi Felsefe 3. sınıf öğrencisiyim.

1 Comment

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Edebiyat Kategorisinde Son Yazılar

Sevgi Eken Sevgi Biçe

Saçıma ak düştü bu sene, İlk tanenin havaya düşmesi gibi; Hiç olacak olanın üstüne. Hissettim o

Şapșik

En beklenmedik anda, nameler getirdi güvercinler. Bilmiyorum nasıl vardım yanına, başım kollarımın arasında. Bakışınca gözlerinle, düşüncelerim

Kardan Adam

Güneşin ilk ışıkları henüz yeni yeni karların üzerine vuruyordu. Sabah koşusunu yapmak için evinden hızlı adımlarla

Aynaya Bakınca -1

Saat hayli geç olmuştu ama aksi gibi canı çay çekiyordu. Çayı içtikten sonra gece uyuyamamak vardı