“Her birinin gizledikleri ve korktukları sırları olan on kişi, Zenci Adası’ndaki ıssız bir malikaneye davet edilirler. Ancak malikaneye giden grubu bir sürpriz beklemektedir, ev sahibi ortalarda yoktur. Geçmişlerindeki karanlık sırlardan başka hiçbir şeyleri olmayan bu insanlar adada mahsur kalmışlardır. Konuklar bir süre sonra gizledikleri sırları birbirlerine anlatırlar. Ve teker teker ölmeye başlarlar..”
Katil kim? bilmecesinin en büyük ustalarından Agatha Christie, On Küçük Zenci ile polisiyenin kraliçesi olduğunu tescilliyor. Seri ölümler düşünün, hepsi birbirinden alakasız ama bir o kadar da ortak noktası bulunan ölümler. İntihar mı dersiniz? Cinayet mi? Konu polisiye olduğunda ölüm her şeydir. On Küçük Zenci, fazla yormadan kafanızı karıştırmayı başaracak nadir eserlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Peki nasıl?
Birbirini tanımayan, ortak noktası bulunmayan on kişi, farklı yollardan ve farklı sebeplerle esrarengiz bir şekilde Zenci Adası’ndaki lüks malikaneye davet ediliyor. Ev sahibinin evde olmaması gibi ilginç bir duruma rağmen, davetliler kafalarındaki soru işaretleriyle malikaneye yerleşiyorlar. Adanın ıssızlığı, adaya ulaşmanın çok zor oluşu gibi ürkütücü sebeplere ev sahibinin olmaması da eklenince davetliler bir şeyleri sorgulamaya başlıyorlar. İnsan sosyal bir hayvandır derler, birbirleriyle sohbet etmeye başladıkları anda bir şeyler ters gidiyor. Seri ölümler gerçekleşiyor bu ıssız cennette. Hepsi birbirinden farklı, hepsi birbirinden ilginç ölümler.
“On Küçük Zenci yemeğe gitti,
Birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz.
Dokuz Küçük Zenci çok geç yattı,
Sabah biri uyanamadı. Kaldı sekiz.
Sekiz Küçük Zenci Devon’a gezmeye gitti,
Biri geri dönemedi. Kaldı yedi.
Yedi Küçük Zenci odun kırdı,
Biri baltayla kafasını yardı. Kaldı altı.
Altı Küçük Zenci kovanla oynadı,
Birini yabanarısı soktu. Kaldı beş.
Beş Küçük Zenci hukuka merak sardı,
Biri yargıç oldu. Kaldı dört.
Dört Küçük Zenci denize yüzmeye gitti,
Birini kırmızı balık yuttu. Kaldı üç.
Üç Küçük Zenci hayvanat bahçesine gitti,
Birini büyük bir ayı kaptı. Kaldı iki.
İki Küçük Zenci güneşe oturdu,
Birini güneş çarptı. Kaldı bir.
Bir Küçük Zenci yapayalnız kaldı,
Gidip kendisi astı.
Ve kimse kalmadı…”
On Küçük Zenci, kitaba ismini veren bu şiirle başlıyor. Kitabın birinci bölümünde, davetlilerin adaya gidişini okuyoruz. Aynı trende yolculuk eden on yabancının birbirlerini uzaktan görüp iç dünyalarında yaptıkları eleştirilere şahit oluyoruz. Kim, adaya nasıl davet edildi? Her karakter farklı kişilerden, adaya gelmeleri için farklı sebepler içeren mektuplar alıyor. Kimi iş teklifi alırken kimi eski bir dost tarafından tatile çağrılıyor. Tek bir ev sahibi, on farklı mektup, on farklı isim. Bu bölümde bütün karakterleri kısaca tanıyoruz ve bu karakterlerin adaya nasıl davet edildiğini öğreniyoruz.
Kitabın ikinci ve üçüncü bölümlerinde karakterlerin iç dünyalarını ve geçmişlerini tanıyoruz. Bu bölümde karakterlerimiz, birbirlerini tanımaya başlıyorlar. Sürekli aynı mekanda bulundukları için birbirleriyle daha fazla konuşuyorlar, daha fazla soru soruyorlar. Tam da sorular çoğalırken evde esrarengiz bir ses yankılanıyor. Herkese yabancı gelen bu sesin dediklerine göre, eve çağrılan on kişinin de geçmişinde karanlık bir sırrı vardır. Sesin evin her yerinde yankılanmasıyla soru işaretleri artıyor. Tam da bu noktada, evdeki ilk ölüm gerçekleşiyor.
Kaldı dokuz.
İlk ölümden sonra seri bir şekilde evdeki bütün misafirlerin tek tek ölümlerine şahit oluyoruz. Her bir ölümde karanlık sırlar daha çok ortaya çıkıyor, her bir ölümde evdeki gizemin karanlığı artıyor. Ev sahibi evde yok. Peki, katil kim?
Agatha Christie’nin başyapıtı On Küçük Zenci, polisiye tarihinin dönüm noktalarındandır. Zekice kurgulanmış olay örgüsü ve sürpriz finaliyle okurun hem kafasını karıştıran hem de ağzını açık bırakan bir eser On Küçük Zenci. Hikayeyi o kadar zekice kurgulamış ki yazar, otobiyografisinde On Küçük Zenci’yi yazarken kendi sınırlarını zorladığını belirtiyor.
Üçüncü şahsın anlatımıyla olayları bir karakterin bakış açısından değil, objektif bir bakış açısından okuyorsunuz. Hikayeye olan hakimiyetinizi arttıran bu anlatım yöntemi ve Agatha Christie’nin kullandığı sade dil okuru zorlamıyor. Öyküleyici anlatım tarzını benimseyen Agatha Christie yaptığı ustaca betimlemelerle hikayeyi okutmuyor, okura yaşatıyor. Karakterlerin fiziki ve psikolojik betimlemeleri onları resmetmenizi sağlıyor. On karakterin her birini kafanızda canlandırabiliyor, isminden tanıyabilir hale geliyorsunuz. İlk sayfadan son sayfaya kadar temponun düşmediği bu eserde sıkılmaya fırsat bulamıyorsunuz. Film izler gibi okuyacağınız bu kitapta, Agatha Christie’nin çoğu kitabında olduğu gibi bütün olaylar tek mekanda ve tek zamanda geçiyor. Yani sizi yıllar öncesine veya yıllar sonrasına götüren bir hikaye okumuyorsunuz. Tek zaman ve tek mekan olay örgüleri kulağa sıkıcı gibi gelse de Agatha Christie bu kurgudan şahane bir gerilim yaratmayı başarıyor.
On Küçük Zenci; yüksek temposuyla okuru heyecanlandıran, sade diliyle gözleri yormayan, betimlemeleriyle zihinde canlanabilen bir eser. Kurgusuyla Agatha Christie’nin polisiye zekasına şapka çıkarttıran bir başyapıt. 224 sayfayı nasıl bitirdiğinizi anlamayacaksınız.