“Kendinize yıldızlardan daha uzak mısınız? Yoksa, kendinizle buluşmaya hazır mısınız?”
Kahve kokusunu sizlere iletebilmenin bir yolunu bulmak isterdim. Burundan geçip bütün vücuda yayılan o dinlendirici, ayıltıcı ve lezzetli kokuyu. Karışık müzik listemi de açtım. Koltuğuma otururken saçımı başımı düzelttim. Omuzlarımı hafifçe dikleştirdim “Hadi bakalım Gülnihal yazmaya” dedim.
“Bir macera yaşamak dediğin
Küçük zamanlar harmanı
Sevildiğin, üzüldüğün” diyor Sezen, ‘Farkındayım’ şarkısında.
Ne hoş bir denk geliş bu böyle!. Tam da sizlere bir yaşam öyküsünün yer aldığı kitaptan bahsedecekken. Benim tanışma, birlikte zaman geçirme; duruşundan, sözünden engin bilgilerinden yararlandığım, ismi anıldığında insanın yüzüne kocaman bir gülümsemenin ansızın yerleştiği, şıklığı, nezaketiyle etrafına ayrı bir enerji yayan Binnur Yeşilyaprak Hocam’ın Öz Terapi kitabı 2021 Ağustos ayında yayınlandı.
Pandemi öncesinde Diyarbakır’da bir sempozyum için kendisiyle birlikte 3 gün geçirmiştik. Onun farklı anlarına tanıklık etmiştim. Kentin içindeki ‘On Gözlü Köprü’de kahvelerimizi yudumlarken “Ben çocuk Binnur’u, arkadaş Binnur’u, sevgili Binnur’u çok merak ediyorum” demiştim. Acaba onlar da gördüğümüz Binnur gibi miydi?. Bir insanı çok sevdiğinizde onunla ilgili daha çok şey öğrenme, daha çok şeye tanıklık etme hissi size de oluyor mu? Yoksa bu dünyanın meraklıları sadece kediler ve ben miyim?
Dantelli eldivenlerini giymiş ve iki elini yana açarak “Bir önemli NOT” başlığı altında bizi uyararak başlıyor hoca kitabına. Şöyle diyor:
“Bu kitapta bir yaşam öyküsü anlatılıyor; biraz gerçek biraz hayal, bütün yaşam öyküleri gibi! Kitapta söz edilen kişiler gerçek olup olay ve olgular tamamen kurgusaldır ya da tam tersi! Bunun kararı okuyucuya bırakılmıştır…”
Gülümsedim bu satırları okurken. ‘Sen doğru kabul edersen doğru sen etmezsen yanlış, bu sana kalmış’ demiş. Okuyucuya baştan özgürlük mü sağladı yoksa manipüle mi etti? Bilemedim. Okudukça kendi kararımı vereceğim dedim.
İnsan kendine meydan okuyabilir mi? Okuyabilir elbet diyorum kendi kendime. Zaman zaman acemice yapıyoruz bunu zaman zamanda profesyonelce. Çok zaman da kendi eksiklerimizi, zaaflarımızı, hırslarımızı, acılarımızı, korkularımızı, sevinçlerimizi, kaygılarımızı tam anlamadan sürüp gidiyor yaşantımız. Binnur Hoca kendine cesurca meydan okumuş. Yılların birikimi ile edindiği teknikleri kendine uygulamış. Zaman zaman arkadaşlarından destek almış. Hem savaş alanı hem komutan hem asker olmuş. Bu süreçte ‘ne kendine ne de yaşama meydan okunamayacağını’ sadece uzlaşılabileceği sonucuna ulaştığını belirtmiş. Kitap Binnur’un iç dünyasının kazı çalışmalarından bahsediyor olsa da sizi de usulca kendi iç dünyanızda bir yolculuğa çıkarıveriyor. Üstelik hiç zorlamadan. Bunda yalın ve içten dilinin, gözümüze sokmadan kendini anlatabilme niyetinin payının büyük olduğuna eminim.
“Doğal yazılımımızda 88 tuş ile doğarız hepimiz.” diyen Hanna Nita’nın sözünü referans alarak başlıyor kitap. Beni ne bekliyor? Merak ettiğim Binnur Hocam’ı kafamda hangi kalıplara oturttum acaba soruları ile okuma yolculuğum başlamıştı. Kahvemden bir yudum aldım. Siz de ister misiniz bir sade kahve? Yazacaklarım uzun olacak. Biraz soluklanırsınız. Ne dersiniz?
“Hatırlamaktan ibaret
Hatıralar nihayet
Tesellisi çok zor sözün
Ne gemiler yaktım
Ne gemiler yaktım
O kadar yandı ki canım
Sonunda karşıdan baktım
Ne göreyim
Kendime yıldızlardan daha uzaktım” diye devam ediyor Sezen Aksu.. Bu yazıma ne güzel eşlik etti bu şarkı. Ben böyle denk gelişlerin hastasıyım. İyi manada hastasıyım.
“Anımsanan yaşantıların mutlaka önemi vardır. Bugüne yansıyan izler vardır içlerinde. Belki aşılmamış duygular bedenimde bir yerlerde arşivlenmiştir. Anılarla birlikte bu arşivlere de ulaşabilir miyim acaba?” diyor hoca. Niyet ederek bu yolculuğa çıkıyor. “Kendimle buluşmadan veda etmek istemiyorum” diyerek devam ediyor. Kitapta onlarca satırın altını çiziyorum. Kimi keşfettiklerim kimi kendime sorduklarım kimi “bunu unutmamalısın” dediklerimden oluşuyor. Kitabı kimseye vermeyeceğim dedim. Kendimden çok fazla iz taşıyor ve bu kadar bilinmek istenmediğimi fark ediyorum. Tam bu noktada yaşamında belli bir noktaya gelmiş, binlerce öğrencisi ve yüzlerce meslektaşına kendini açık etme cesareti gösteren hocam bir kez daha bana “vay be “dedirtti!. Açık konuşayım ben olsam halka açık yapamazdım bunu.
Yolculuğunda beden terapi, boş sandalye tekniğinden sık sık yararlanmış hoca. Bunu da kendi kendinize nasıl yapabileceğimiz konusunda güzel tüyolar vermiş. Satır aralarında yakalayabilenler şanslı diyorum. Kafka’dan, J.K Rowling’den, Dostoyevski’den alıntılar yaparak entelektüel zenginliğini anlatımının rengine katmayı da ihmal etmemiş. Anne babasını ve çocukluğunu anlattığı yıllarda o dönemlerdeki toplumsal yapıya, ev hallerine, yaşam alışkanlıkları ve koşullarına da tanıklık ediyor insan. Köklerimizden bize neler aktarıldığı, öğrenmelerimizin nasıl oluştuğu ve daha doğumla başlayan bağlanma sürecinin hayatımıza nasıl etki ettiğine tanıklık etme şansı sunuyor. “Eğer annem hayatta iken bu parçalar ile sorunumu halledersem onunla daha doyum verici bir ilişki yaşayabilirim” diyerek; bu etkilerin izdüşümlerini ve hesaplaşmalarını da içeriyor. Doğrusu, zorlu ve cesur bir yolculuk bu.
Bizleri tutsak eden beklentiler vardır. Bunlara kızarız, öfkeleniriz. Bunlar bizi tutsak eder ve acı çekmemize yol açar. Binnur hoca kendi kızgınlık ve öfkelerinden bahsederken kendi yolculuğu içinde bizlere de ışık tutuyor. Yol gösterici rolüne girmeden yol gösterici oluyor. Neleri nasıl yaşadığımı izliyor ve kendimi dinliyorum. “Nasıllar, anlaşılmaz olmaktan çıktı, açıklığa kavuştu” diyor. Bağlantıları görebildiğini, kendine ilişkin iç görü geliştirebildiğini ve artık daha net, kabul edici ve bütünleştirici bir şekilde hissettiğinden bahsediyor. Siz hiç farkına varmadan bu okuma yolculuğunda kendinizi izleme eylemi içine giriyorsunuz.
“Yazmadığın bir hikayede
Uzun ya da kısa vadede
Az biraz keşfediyorsun
Öteki olabilmeyi
Yerine koyabilmeyi
Geride durabilmeyi
Öğreniyorsun”
Kadın olmak! Toplumdaki rolümüz, ilişkilerimizde tutunduğumuz tavırlar, beklentiler, sıkışmışlıklarımız, sevinçlerimiz, üzüntülerimiz, açmazlarımız, anne olup olmamaya dair hissettiklerimiz…. Bunlara da değinmiş ‘Kadın Binnur’, ‘Sevgili Binnur’ ..
Kitabın ortalarına geldiğimde Diyarbakır’daki On Gözlü Köprüde kahve içerken merak ettiğim Binnur Hocam’ı tanımış ve vakit geçirmiş olmak bana okuduklarımı çok sahici hissettirdi. İşin açığı bir yanıyla nasıl sonlanacak diye merak ettim bir yanıyla da bu onunla tanışma ve kendi içimde kendime yolculuğum da bitsin istemedim. Birkaç gün ara verdim. Tıpkı onun kitabında bahsettiği gibi bu bir kaç günde rüyalarım hayli renkli, zengin ve kendime dair bir sürü ipuçları verdi. Bedenimizin bize verdiği ipuçlarının ne kadar da öğretici olduğunu bir kez daha hatırlamak farkındalığıma katkı sundu.
Aslına bakarsanız kitabın büyüsü bozulsun istemiyorum. Yolculuğunuza minimum etki telaşı içindeyim. Böyle bir sorumluluk hissettim şu an. Bu nedenle kahvemden son yudumumu alıyorum ve yavaş yavaş sizi Binnur Hocam’ın birkaç sözüyle baş başa bırakıp uzaklaşıyorum.
“Yaşam sadece şimdiden ibarettir. Tek gerçek olan şu andır. Şu an; bizim sonsuz ve formsuz VAR’lık alemine tek giriş noktamızdır!”
“Kendimi bulmak için geçmişe yolculuk yapmak üzere yola çıktım ancak kendimi geçmişte bulamayacağımı anladım. Geçmiş anıları şimdiye getirerek ve şu an neler yaşadığıma odaklanarak bir diğer ifade ile geçmişte takılıp kalan parçalarımı bugüne taşıyarak ve onlarla olan çatışmamı şimdide çözerek bütünleşebileceğimi gördüm”
Kahvem bitti. Artık size veda zamanı. Hocamın da dediği gibi; “İçimde, karşıtı olmayan bir iyilik, kendi dışımdaki hiçbir şeye bağlı olmayan bir var olma sevinci hissediyorum” diyebildiğimiz anlar bizlerle olsun.
Konuk Yazar: Gülnihal K. Çapacıoğlu, Psikolojik Danışman.