Evrende sayısını tahmin bile edemeyeceğimiz türde canlı yaşamakta. Bizler ise evrendeki bunca canlı arasından sadece bir türüz. Bu yazı, muhteşem evrenimizde bulunan bir türün ve onun da sistemlerinden sadece birinin yazısı olacak. Yalnızca bu tek sistemin bile karmaşıklığı evrenin ne denli kompleks olduğunun bir kanıtı olarak gözümüze çarpacak.
Dünyamızdaki bu kadar canlının elbette birbirleriyle bir ilişkisi olacaktır. Bu ilişki kimi zaman iki tarafın yararına olsa da bazı durumlarda bir taraf fayda sağlarken, diğer taraf zarar görecek şekilde de olabilmektedir. Bu olay çoğunlukla mikroorganizmalarla diğer canlılar arasında görülür. İnsan vücudunda, insan vücudunu oluşturan hücrelerin yaklaşık 10 katı kadar da mikroorganizma bulunduğu bilinmektedir. Bu açıdan baktığımızda onlar bizim üzerimizde değil de biz onların üzerinde yaşıyor gibi görünmekte. Bu canlıların çok büyük bir kısmı insan vücudu için yararlı mikroorganizmalardır. Bizim sorunumuz ise vücudumuzda bulunan görece az bazı mikroorganizmalar iledir.
Elimize büyütecimizi alıyoruz ve insanoğlu ile onun milyarlarca kat küçüklüğündeki mikroorganizmalar arasındaki etkileşime bakıyoruz. Nasıl ki her ülkenin savunma sistemleri, askerleri, silahları var ise vücudumuzun da mükemmel bir şekilde dizayn edilmiş savunma yapıları, hücreleri bulunmaktadır. Bu savunma, başlıca mukozal bariyerler (solunum ve sindirim kanalları) ve cildimiz ile başlar. Sürekli bir saldırı altındayızdır aslında; her nefes aldığımızda, yemek yediğimizde mikroorganizmalar da vücudumuza giriyor. Ancak bunlar savunmamızı geçemiyor. Bizim savunmamız zayıfladığında ya da savunma sistemimizin tanımadığı bir etkenle karşılaştığında hastalık meydana geliyor.
Savunma hücrelerimiz vücudumuzda kemik iliğimizde üretiliyor. Kök hücrelerimizden myeloid ve lenfoid olmak üzere iki seri şeklinde farklılaşarak son hallerine ulaşıyorlar. Lenfoid seriden lenfositlerimiz ve myeloid seriden de eritrosit, trombosit, monosit, eozinofil ve bazofil diye adlandırılan hücrelerimiz oluşuyor.
Örneğin cildimizde bir kesi oluştuğunda inflamasyon yerinde neler olduğunu inceleyelim.
Cildimiz üzerinde varlığını sürdüren canlılar; sağlam olduğu taktirde aşamadığı deri bariyerimiz yok olunca, hızla cilt altına doğru ilerlemeye başlarlar. Bunlar sıklıkla bizim floramızda bulunan bakterilerdir. İçeri girmeyi başaran bakteriler kaynaklarımızı kullanarak hızla çoğalmaya başlarlar. 20 dakika gibi bir sürede sayılarını ikiye katlayabilirler. Başlangıçta bir sorun oluşturmazlar ancak sayıları arttıkça tehlikeli olmaya başlarlar. Bunları ilk fark eden vücudumuzun sınır bekçileri olan makrofajlardır ve hemen patojenleri yok etmeye çalışırlar.
Makrofajlar, vücudumuzda kemik iliğinde üretilir, monosit olarak kana salınır ve birçok dokuya geçerek makrofaj adını alırlar. Oldukça büyük hücrelerdir. Karaciğer, akciğer, lenf nodlarında, dalakta, kemikte, beyinde, böbrekte ve derimizde makrofajlar bulunur. Makrofajlar fagositoz (bakterileri hücre içerisine alma, yeme) yetenekleri olan hücrelerdir, aynı zamanda IL-1, IL-6, TNF diye adlandırılan moleküller salgılarlar. Bunlar savunma sistemimizin daha agresif askerlerini çağırmayı sağlayan mesajcı moleküllerdir.
Makrofajlar bir taraftan çok yüksek sayılara ulaşmış bakteriler ile mücadele ederken bir taraftan da medyatörler salgılar ve herkesi olay yerine çağırır. Bazen bir atağı tek başlarına da durdurabilirler. Bir makrofaj yüze yakın bakteriyi fagosite edip enzimleriyle parçalayabilir. Salgıladığı moleküller ile damarların geçirgenliğini artırarak damardan sıvı çıkışına neden olurlar. Ayrıca medyatörler aracılığı ile ısı artışını sağlar. Bu durum bakterilerle savaşmayı kolaylaştırır ve yara etrafında ısı artışı ve şişliğin sebebini oluştururlar.
Mücadeleyi tek başına halledemeyeceğini anlayan makrofajlar kanda devriye gezen askerlerimiz olan nötrofilleri olay yerine çağırır.
Nötrofiller, erişkinlerde kanda en çok bulunan lökosittir (akyuvar). Yaklaşık %65 oranında bulunurlar. İhtiyaç duyulduğunda damar dışına çıkarak fagositoz yaparlar. Çok güçlü sindirim enzimlerine sahiptirler. Agresif bir şekilde savaşırlar, öyle ki çevredeki sağlıklı hücrelerimizi de öldürürler. Bu yüzden ömürleri 1-4 gün kadardır. Bu süre zarfında enfeksiyonu yok etmeleri gerekir.
Olay yerine ulaşan nötrofiller hızlı bir şekilde bakterileri fagosite etmeye başlar. İnfamasyondan sonra sayıları 4-5 kat artmış durumdadır. Sayıları enfeksiyonu baskılamakta yetersiz kalması durumunda henüz tam olgunlaşmamış nötrofiller de salınmaya başlanır. Bu da yetersiz kalırsa cilt altında bulunan dendritik hücrelerimiz olaya müdahale ederler.
Dendritik hücreler, parçalanmış bakterileri içerisine alır ve bu parçalardan antijen üreterek yüzeyinde sergilemeye başlar. Bu durumu zanlıların robot resminin çizilmesine benzetebiliriz. Dendritik hücre bu antijenleri alır ve en yakın lenf düğümüne doğru yaklaşık bir gün sürecek yolculuğuna başlar. Lenf düğümlerinde vücudumuzun iyi eğitilmiş özel kuvvetleri T sitotoksik ve T yardımcı hücreler diye adlandırılan T lenfositlerimiz bulunur. Bunlar düşmanı yok etmek için hazırda bekleyen gelişmiş kuvvetlerimizdir.
Basit bir deri kesiğinde bile onlarca komplike reaksiyon vücudumuzda saatler, günler içinde, biz hiçbir şeyin farkına varmadan gerçekleşiyor.
T Lenfositler, kemik iliğinde lenfoid seriden oluşurlar ve timusta olgunlaşırlar. Burası çok seçkin bir okuldur. Öyle ki giren öğrencilerin sadece %20’si olgunlaşmış bir şekilde görev yerlerine gönderilir. T sitotoksik hücreler direkt olarak saldıran, T yardımcı hücreler ise bağışıklığın düzenlenmesinde rol alan daha geniş bir gruptur. Vücuda yabancı tüm hücreleri öldürürler. Kanserli hücreleri, nakil sonrası yeni organ hücrelerini, mikroorganizmaları hatta kendi vücut hücrelerimizi bile öldürürler.
Lenf düğümüne gelen dendritik hücre, antijene uygun T yardımcı hücresi ile eşleşir ve bu hücreler hızla çoğalmaya başlar. Bu lenfositlerin bir kısmı bellek hücresine dönüşür ve aynı etkenle tekrar karşılaşıldığında daha hızlı cevap verilmesini sağlamak üzere lenf nodunda kalır. Aktifleşen T lenfositler lenf nodunun merkezine ilerleyerek burada bulunan B lenfositleri uyararak onların da aktifleşmesini sağlar. Bu iki grup harekete geçtiğinde karşısında direnebilecek çok çok az miktarda mikroorganizma vardır.
B lenfositler, dendritik hücrelerce T lenfositlere getirilen antijenlere (mikroorganizmanın robot resmi) karşı anahtar kilit şeklinde uyacak antikorlar geliştirir. Çok hızlı bir şekilde antikor üretmeye başlarlar, öyle ki fazla çalışmaktan ölebilirler ancak T yardımcı hücreler B lenfositleri sık sık uyararak antikor üretmeye devam etmelerini sağlar. Enfeksiyon bitince bu uyarı kesilir ve B lenfositler de ölür. Böylece vücut enerjisini boşa harcamamış olur ve kendisine zarar verilmesini önler.
Antikorlar, B lenfositler tarafından özel mühendislikle üretilen ve bakterilerin yüzeyine tamamen oturacak olan küçük protein moleküllerdir. İmmünoglobulin(Ig)-G, A, M, D, E şeklinde farklı işler yapan alt tipleri vardır. Ig-M enfeksiyonun akut, erken safhasında üretilir. Ig-G kronik enfeksiyonlarda, Ig-A solunum ve sindirim yolumuzu koruyan mukozal bariyerlerde bulunur. T yardımcı hücreler hangisinin üretiminin gerektiğini B lenfositlere iletirler.
Tüm bu hücreler üretilip kana salınmış ve olay yerine ulaşmışlardır. Olay yerine ulaşan milyarlarca antikor bakterilerin yüzeyine yapışır. Böylece savunma hücrelerimizin onları öldürmesi oldukça kolaylaşmış hale gelir. Artık savaş bizim lehimize dönmüştür, bakterilerin yanında birçok hücremiz de ölmüştür ancak bu hücreleri yerine koymak vücudumuz için hiç sorun değildir. Enfeksiyonun gelişmesi ve ilerlemesi önlenmiştir. Artık bu askerlere ihtiyaç kalmamıştır. Hafıza hücreleri hariç geri kalan hücrelerimiz intihar eder. Basit bir deri kesiğinde bile onlarca komplike reaksiyon vücudumuzda saatler, günler içinde, biz hiçbir şeyin farkına varmadan gerçekleşiyor.
Bu hikâye sizi, sizden daha çok sevip sizi her an koruyan kahramanlarımızın, immün sistemimizin hikayesidir.
Konuk Yazar: Burak
Olağanüstü bir makale! hiç sıkılmadım en sevdiğim kısmıda elimiz kesildğinde etimize sızan bakteriler ve onlara karşı savaşan Makrofajlar, ben eminim kim kişinin morali, yüksekse bağışıklık sistemi de güçlü olur hatta bana kalırsa %60 immün sistem moral motivasyon ile ilgilidir. tekrar teşekkürler:)