William Golding’in en çok tutan ve hakkında filmi çekilen romanı olan Sineklerin Tanrısı, çok ünlü bir eser. Bu romanın belki de tutulmasının en büyük sebeplerinden biri, kolay bir dili olması ve isteyenlerin çok derin anlamlar çıkarabilmesinin yanı sıra sadece bir çocuk macerası olarak bile okunabilecek bir kitap olması bence. Her ne kadar çocuk kitabı gibi görünse de her duyguyu yaşatması ve sürükleyici olması açısından her yaştan insanın okuyabileceği bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Kendilerini birden ıssız bir adada bulan, sayısı belli olmayan çocukların macerası. Kitabın başında ilk karşılaşan çocuklar Ralph ve Domuzcuk. Domuzcuk’un gerçek adını kitapta öğrenemiyoruz çünkü kimse merak etmiyor. Özellikle de başlarda Ralph’in onu küçümsemesi ve bunu sormamasına Domuzcuk fazlasıyla alınıyor. Daha sonra bütün çocuklar toplandığında da Domuzcuk hep ezilen ve küçük görülen olarak kalıyor. Bunun sebepleri ise Domuzcuk’un kısa, şişman, gözlüklü ve astımından dolayı zor nefes alması yüzünden fiziksel hiçbir işte yardım edememesi.
Bunların yanında en akıllıları da Domuzcuk, bunun da herkes farkında. Bu nedenle hoşlarına gitmeyen gerçekleri söylediği için de onu ciddiye almak istemiyorlar. En basitinden Ralph, denizci olan babasının onu kurtaracağından çok eminken Domuzcuk kimsenin onların orada olduklarını bilmediğini bu nedenle kısa süre içinde kimsenin onları kurtaramayacağını söylüyor. Bu da Ralph’in ve diğerlerinin hiç hoşuna gitmiyor.
Ralph’in şeytanminaresi şeklinde bir deniz kabuğunu bulup üflemesiyle çok gürültülü bir ses çıkıyor. Başta adada sadece ikisi birbirini bulmuşken, bu sesi duyan herkes bir araya toplanıyor. Ve bu ses sayesinde herkesi toplayan çocuk yani Ralph, oylama ile şef olarak seçiliyor. Ralph’in şef olmasına karşı çıkan tek kişi var, o da Jack. Jack, bir kilise korosunun şefi, acımasız derecede disiplinli ve bir şef olacaksa o kişinin kendisi olması gerektiğini düşünen bir çocuk.
Sineklerin Tanrısı’nda toplantıda öncelikle bir ateş yakılması ve bu şekilde kurtarılmayı beklemek kararlaştırılıyor. Ve bu ateşin sürekli yanmasını sağlamaktan Jack ve ekibi sorumlu. Ancak Jack ilk avlanma denemesini duyguları yüzünden başaramayınca hırslanıyor, bütün isteği bir domuz avlamak haline geliyor. Yüzüne boyalar sürerek ava çıkıyor ve av düşüncesi yüzünden ateşi unutuyor. Ateşin söndüğü sırada bir geminin geçmesiyle Jack ve Ralph’in arası iyice açılıyor. Jack’in bu derece kana susamışlığı ve yüzünü boyayarak duygularını susturması başlarda ne kadar çocukça gelse de kitabın tamamına bakınca çok büyük anlamlar içeriyor bence.
Bir şey daha var çocukların içinde: korku. Bu korku zamanla herkesin adada bir canavarın olduğuna inanmalarına neden oluyor. Ralph’in şef olduğu topluluktan ayrılan Jack, çocuklara et yiyebilecekleri bir şölen olduğunu duyuruyor. Canavardan korkan çocuklar avcı kişiliği olan onlara et sunan Jack’in yanına gidiyorlar. Yani herkese söz hakkı veren, kendilerinin seçtiği, kurtulmaları için ateşi sürekli yakmaya çalışan, barınakları yapan Ralph’i bırakıp; sadece korktukları için ve şölene katılmak için Jack’in yanına gidiyorlar.
Bir de Simon var. Simon içlerinde en akıllı ve korkusuz diyebileceğimiz, en tehlikeli canavarın insan olduğunu söyleyen, çocuklardan biri. Sineklerin Tanrısının etkisiyle dağa(canavarı gördüklerini söyledikleri yere) çıkıyor. Ve gördüğü ise ölü bir paraşütlü pilotun, rüzgar etkisiyle oynayan paraşüte göre kımıldaması oluyor. Yani canavar diye bir şeyin olmadığını gözleriyle görüyor. O bunu söylemek için gittiğinde kabilenin domuzları öldürmelerini kutladıkları dansın ortasına giriyor. Korkan ve dansın etkisiyle kendinde olmayan çocuklar birden Simon’u öldürüveriyorlar. İşte çocukların iyice vahşi olması için gereken son damla bu oluyor.
Hala Jack’e karşı olan Ralph, Domuzcuk ve birkaç çocuğa tüm çocuklar neredeyse savaş açıyorlar. Başlarda çok güzel yaşanabilecek, içinde her şeyi olan ada savaş alanı haline geliyor. Kitaba adını veren Sineklerin Tanrısı’nın ne olduğunu ve bu savaş alanının sonunu da okumak isteyenlere bırakalım. İyi okumalar