“Gitmek istiyorsa,
Bırakacaksın.. gitsin!
Aklı sende olmayanın
Bedeni yanında olsun ister misin?”
-Can Yücel
"Bir varmış bir yokmuş" ile başlayan tüm masalların aksine günümüzde bir yarım kalmışlıkla sonlanan… Sonu ne Leyla ile Mecnun ne de Romeo ve Juliet gibi… Masal olmak için fazla gerçek ama gerçek olamayacak kadar eşsiz duyguların yaşandığı bir hikaye… Çoğu kişinin yaşadığı, yaşayacağı, dünyanın dönmesinin belki bir belki de tek nedeni…
Aşk…
Aslında ne benim gücüm yeter tanımlamaya, ne kelimeler.. ne de zihinler anlamaya. O yüzden derdim ne açıklamak ne de anlaşılmasını sağlamak. Günümüzde her önüne gelenin diline pelesenk ettiği seni seviyorumlar varken hele… her önüne gelen zayıf bir hoşlanma kırıntısını aşk zannediyorken…
Tüm hikayeler yalan söylüyor olamaz, tarih boyunca tüm yazarlar aşkı bambaşka tanımlayıp, farklı yollara sapıp aynı kapıya çıkamaz herhalde… Ya da nasıl bir oyun oynadılarsa tüm okurlara, en başından itibaren en büyük kandırılanlar biz olduk belki de…
Yalan olamaz herhalde… Yıllar boyu kilimlere bile ilmek ilmek işlenen, üstüne şiirler yazılan, ağıtlar yakılan, şarkılar bestelenen ve sadece 3 harften oluşan ancak söylenene göre bin bir duyguyu aynı anda yaşatan bir kelime yalan olamaz bence…
“Ben utangaç bir kalbi taşırım geceden.
Ben sana aşık olduğumu, ölsem söyleyemem.”
-Özdemir Asaf
Belki de gerçek aşığı bulamayışımız bu yüzdendir, utanıp söyleyemeyişinden… Susup içine atıp sessizce kenarda bekleyişinden ya da sadece kıyamayışından… Yanan yüreğinin yangınını ona sıçratmak istememiştir canı acır diye…
Böyle diye diye indirdik basite tanımı aslında… Bizim o “Aşk” zannettiğimiz zavallı duyguyla Mevlâna’nın Şems’e duyduğunu bir tutmaya kalktık belki de… Ferhat dağları deldi, Mecnun çöllere düştü, Romeo öldü dediklerinde çekinmeden biz de ölürüz dedik ama bunu demenin üstünden daha mevsim geçmeden “Bitti” deyip bir ahu gözlü uğruna yârdan vazgeçen de ilk biz olduk. Çoğu zaman süslü kelimelerin, pahalı hediyelerin arasına gizlemeye çalıştık “Seni seviyorum”u inansın diye karşımızdaki. Gözden ırak olan gönülden ırak olmadı aslında hiçbir zaman, onu gönülden uzaklaştıran hep biz olduk. Gerçek olmasa da yine de gerçek olarak adlandırdığımız duyguların katili her zamanki gibi yine bizdik.
“Uzaktan seviyorum seni
Kokunu alamadan
Boynuna sarılamadan
Yüzüne dokunamadan
Sadece seviyorum…”
-Cemal Süreya
Yeterliydi aslında bu kadarı… Dokunmak ya da somut olarak hissetmek olmamalıydı, bu şekilde algılanmamalıydı gerçek sevginin tanımı. Gerçekten seviyorsan bakmaya kıyamayıp, utanıp aynı zamanda sadece onu görmeliydin ve bundan sonsuz bir zevk almalıydın… Ne kadar uzakta olsan yüreğin onun için çarpmalıydı. Kısacası sadece sevmeliydin işte… Sadece sevmeli…
“Biz başka severdik, o sebepten başka sevemedik…” Nazım Hikmet
.
.
“Nazım da o sevda yüklü dizelerini eliyle bir kenara itip, daha sıcak bulduğu kollara koşmamış mıydı? Yere göğe sığdıramadığı Piraye’sini başka kadınlarla aldatmamış mıydı?” Canan Tan
Tebrikler, çok güzel tahlil etmişsiniz günümüzün aşk anlayışını.Gerçektende teknolojinin getirdiği,yerleştirdiği ahlak anlayışımı,insanlardaki samimiyetsizlik duygusu mu tam çözemedim ama eski imrenerek okudugumuz aşk sevgi anlayışlarını silip süpürdü ve götürdü.
Sevgi içten gelmeli,sevgi karşılık beklememeli,sevgi köprüyü geçene kadar değil ölüme kadar olmalı.
Kalın sevgiyle
İçinden hiç çıkılamamış bir konuyu çok şade ve akıcı anlayabildiğin için tebrik ederim.
Son zamanlarda okuduğum en tatlı yazılardan birisiyle karşı karşıya kaldım. Kaleminize sağlık…
Müsaadenizle saygıdeğer yazar…
Acaba hangisi daha zor?
Ferhat olup sevdiğine ulaşmak adına dağları delmek mi; elinde ona ulaşabileceğin her türlü imkanın olmasına, bir mesaj kadar yakınında olduğunu bilmene rağmen hiç bir şey yapmadan beklemek mi?
Mecnun gibi çöllere düşmek mi; üç dakika sonra aynı yolda onunla karşılaşacağını bildiğin halde onu incitmemek adına o yolu kullanmamak mı? Çölün yakıcı sıcağı ve ölümüne susuz kalmak mı daha zor yoksa birleri aşmış belki de binlere ulaşmış çamurun sen daha anlayamadan üzerine atıldığı günümüzde onun karşısına çıkmak mı?
Şirin’in Ferhat’ın koşulsuz sevgisine inandığı bir zamanda sevdalanmak mi; sevginin değersizleştirilmesine inat en değerli duygularınızı ona sunduğunuzda size inamak istemesine rağmen tereddütlü gözlerle baktığı bir zamanda sevdalanmak mı? Belki de o bakışlardan dolayı içindeki ateşi defaatle kendi kendine sorgulamak mı daha zor?
Peki hangisi daha sevdalı?
Amacım ne Ferhat’ı-Mecnun’u ne de onların aşklarını küçümsemek.. Onlarca zehirli ok, kılıç, mızrak darbesini belki de her an yiyen, ayakta durmak için canından can veren günümüz aşıklarını-Mecnun ve Ferhatlar’ını da “sevgi” kavramını tam olarak anlayamamış kişilerden dolayı yok zannetmeyin, hele ki çilelerini hiç ama hiç küçümsemeyin..Onlar üzeri tozlanmış altın-gümü,ş gibiler; hala değerleri çok… Niyetim bunu söylemek…
Tebrikler
Ne Ferhat olup dağları delebildik, Ne mecnun olup çöllere dusebildik, Ne de ölebildik askimiz için…
Ama belkide en zoruydu çaresizce beklemek, ki birilerine de beklemek düştü…
Gerçekten harika.