Beat Pazarı - Yeşim Rüzgar

Beat Pazarı Kitap İncelemesi – Yeşim Rüzgâr

/

“Yeryüzünde tapılacak erkekler listesinde yer alan tüm kutsal adamların çoğu ben doğmadan otuz yıl önce ölmüşler, bu yüzden hayatımın sonuna dek cinsiyetsiz gibi yaşayıp bir bakire olarak öleceğimi biliyorum çünkü tüm güzel adamlar öldüler…” 

 “Beat Pazarı” romanının arka kapağındaki bu satırlar ilgimi çekince kitabı alıp hemen okumaya başladım. Kitap bittiğinde;  “İyi ki okumuşum, yoksa yeraltı edebiyatımıza yepyeni bir soluk getiren Yeşim Rüzgar’ı keşfetme şansını yakalayamayacaktım.” diye düşünüyordum.

Yazar bu ilk romanına, üniversite son sınıfta okuyan 22 yaşındaki bir genç kızın yurt hayatını anlatarak başlıyor. Arkadaşıyla semt pazarını gezen kahramanın ağzından aktardıkları, pazar yerinin havasını adeta okurların da solumasını sağlıyor. O kadar gerçek… Ama sonra atmosfer inanılmaz bir biçimde birden değişiveriyor:

“Cenin ve ben eklemlerimize düğümlenmiş ipleri dişlerimiz kırılana, ağzımıza kan dolana kadar ısırıp duruyoruz. Koşuyoruz yalın ayak… Üzerimize yumurta atıyorlar. Koşmaya başlıyoruz. Cenin nerede? Onu kaybettim. Giysilerini parçalayıp üzerine üşüşüyorlar. İç organları yere saçılmış. Kalabalığa küfredip, ağlıyorum, et ve kemik parçalarını teker teker yerden topluyorum. Her yanım kana bulanmış ama etlerim koparıldıkça hissizliğim artıyor sanki. Yere düşen organlarıma, yedikleri kalbime, karaciğerime bakıyorum.“

Yazarın bu satırlarda gerçekle hayal arasındaki ince çizgiyi ustalıkla yakaladığını, sert ve aykırı cümleleriyle okuyanları önce dehşete sonra da hayranlığa sürüklediğini görüyoruz.

Yeraltı edebiyatının çoğu temsilcisi gibi Yeşim Rüzgâr da romanında cinselliğe, şehvet ve alkolizme; alışılmadık ve sıra dışı bir yaklaşımla yer veriyor. 

 “Erkek tabiatı beni korkutur. Cinsel hazza olan düşkünlükleri ve bu uğurda yapamayacakları hiçbir şeyin olmayışı, bağışlanmayacak kadar ağır bir zaaftı” 

“Cenin kırbaçlanmak isteyen bir Madonna gibi çıkarıyor üstündekileri çırılçıplak kalıyor.”

“Cenin çok sarhoş. Hiçbir utanca inanmıyor artık. Uzun uzun öpüşüyorlar. Pembe etki onu beynindeki tuvale kazıyor ve sonra Cenin’in dudaklarını kanatana kadar emiyor.”

Genç kız okulu bitirdiğinde, babası yüksek lisans yapmasını istiyor. Biraz da babasının zoruyla içine girdiği akademik ortam, kahramanımıza sıkıcı ve bunaltıcı geliyor. Kendisini ait hissetmediği bu ortama ağır eleştiriler getirerek yüksek lisansını yarım bırakıyor.

“Akademik eğitim düz bir çizgi üzerinde yürümeyi başaranların köprünün karşısına geçebildiği, ama kendi köprüsünü inşa etmek isteyenlerin, nehre düşerek, en acı şekilde can verdiği bir öğrenme biçimidir.

“ Beyaz sayfalara ‘Kahrolsun akademizm!’ yazıp, orta parmak çiziktirdiğim kağıtları, koridorlardaki panolara yapıştırdım. Kahrolsun akademizm, diye bağırmak istedim mitralyöz sesleri eşliğinde.”

 Okulu bitirip eve döndüğünde aile bireylerini de tanımaya başlıyoruz. Annesi evi terk edince babasının içine düştüğü durumu anlatırken, sanki gerçek yaşamda terk edilenlerin bir fotoğrafını çekip gözümüzün önüne koyuyor.  

“Babam, annemin gidişinden sonra sakallarını uzatmaya, kalp ilaçlarını almayı aksatmaya başladı. İştahı azaldı. Ağlama krizleri arttı, gün geçtikçe saldırgan ve huysuz bir adam olup çıktı. Her gün biraz daha aksileşen ve bir çocuktan farksız hale gelen bu adam, hayatına giren ilk ve tek kadın tarafından terkedildiği gün ölüverdi.”

Yaşadıklarını kaldıramayan nahif ruhu 22 yaşındaki genç kıza depresyon acısını da yaşatıyor. Bu hastalığa yakalananların “tarifi imkânsız bir acı” diye tanımladıkları duyguları, adeta elle tutulur, gözle görülür bir şekilde okuyucuya aktarmayı başarıyor.

“Her gün gram gram küçülüyorum. Ruhumdaki ışıltı yavaş yavaş sönüyor. Etrafta seçebildiğim tüm nesneler bana ölümü çağrıştırıyor. Ölümlülüğümü hatırlatıyor her soluk alış. Nefesim ölüm kokuyor… Martı kanadına benzeyen koca bir el çıkarsa ya beni, gittikçe daralan, kalbimi neşterleyen ruhumu delik deşik eden bu kabustan! Koparıp çekse ya! Yapışsa martı kanadı gibi elleriyle bedenime, uçursa beni korkunun ve ölümün olmadığı ana rahmi gibi sıcak ve ılık bir diyara…”

Globalleşen dünya, maalesef edebiyatta popülizmi de beraberinde getirmiş; popülizmden hoşlanmayan geniş kitlelerin girdiği alternatif arayışına, Küçük İskender, Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay gibi yeraltı edebiyatı yazarları cevap vermişti. Bence, “Beat Pazarı” romanıyla Yeşim Rüzgâr da bu isimler arasında sayılmayı hak ediyor. Romanın son cümlesi yazımızın da son cümlesi olsun…

“Beni bir yeraltı ucubesi olarak hatırlayın. Kendini göğün tepesinde görenlere inat, yeraltı.”

 

Konuk Yazar: Murat Çoküreten

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Edebiyat Kategorisinde Son Yazılar

Sevgi Eken Sevgi Biçe

Saçıma ak düştü bu sene, İlk tanenin havaya düşmesi gibi; Hiç olacak olanın üstüne. Hissettim o

Şapșik

En beklenmedik anda, nameler getirdi güvercinler. Bilmiyorum nasıl vardım yanına, başım kollarımın arasında. Bakışınca gözlerinle, düşüncelerim

Kardan Adam

Güneşin ilk ışıkları henüz yeni yeni karların üzerine vuruyordu. Sabah koşusunu yapmak için evinden hızlı adımlarla

Aynaya Bakınca -1

Saat hayli geç olmuştu ama aksi gibi canı çay çekiyordu. Çayı içtikten sonra gece uyuyamamak vardı