“Ne olursa olsun, Yayılma’dan sonra yüce rahatlama gelir, en eski metinlerde buna ‘Boşalım’ denir. Sonra piston yeniden üst ölü noktaya yükselir; biçimden yoksun yanmış maddeyi dışarı atar. Yeni dönem, ancak bu arıtma işlemi başarılı olursa başlar. Düşünecek olursanız, Neo-Platoncu Exodus ile Parodos’ un işleyişidir bu; aynı zamanda: İniş ile Çıkış’ ın diyalektiği. Quantum mortalia pectora caecae noctis habent…” Umberto Eco, Foucault Sarkacı
Nasıl anlatsam çok iyi biliyorum; zira içim o günleri düşününce içimi yiyor. Denizi gören bir balkonu bırakıp geldik buralara. Eski balkonumuz kadar bir ev tuttuk. Eski mutfağımız kadar bir salon, bir de yatak odası. Yeni mutfağımız, eski banyomuz kadar. Yeni evimizde bir balkonumuz var, duvara bakar, iki insan aralarına sehpa alıp zor sığar. Allah’ tan ön caddeye bakan iki pencere var. Her yeni gidilen yer gibi işte, eskisini aratır cinsten; duvarları boya, halıları-koltukları-dolapları yeni ama plastik kokar …
Yabancısısın her daim yeni taşındığın şehrin. Yabancısı olduğum sadece şehir olsa ne ala. Ülkenin de yabancısıyım. Ülkenin yabancısı olmakla kurtulsan durumdan ne ala! Doğrudan dilin, kültürün, adreslerin, insanların, sokakların, aynı yoldan her gün geçen ihtiyarın elindeki tasmaya bağlı peluş tüylü köpeğin bile düşmanısın sanki! Havlasa karşı kaldırımdan bir fino, üzerine alınacaksın. İş desen daha birkaç aydır buradasın diye kimse vermez; zaten sen de yeni doğmuş bebek gibisindir, emeklemeden yürümeye korkarsın.
İki oda evde bir ileri bir geri. İki ay olmuş Almanya’ ya geleli. Sebebi belli. Sebebinde haklı olsan da bir seferin, sonucuna katlanmak bazen koyuyor adama. Kimin kimsen de yoksa gündüzleri işe giden eşinden başka, halin yaman. Dört duvar arasında iki ileri bir geri.
Bir market var, evin yüz metre ilerisinde, ezberledim kasiyerlerle konuşulan klasik cümleleri, banda diziyorum alışverişleri, tutarını söylüyor, söylüyor ama ben onun ne dediğini anlamadığım için gözüm ekranda, parayı uzatıyorum, o ederini söylerken alışverişin, alışverişleri hızla poşete doldururken bu kez fiş ister misiniz diye soruyor. Nein, danke, yardır babam koşarak gerisin geriye eve. İnşallah kimse yanıma yanaşıp da benimle konuşmak istemez deyi en az iki metre mesafeli duruyorum insanlarla.
Dili öğrenene kadar yaklaşık altı ay geçti. Bu altı ay içinde iki kez sağlamından rezil oldum markette. Birincisinde cebimdeki paradan fazla tuttu alışverişler; halbuki önceden hesap ederek giderdim kasaya. Sekiz sent eksik var cebimde. El kol hareketleriyle “Bundan başka param yok!” deyip uzatmak istedim yirmiliği, uzattım ama cebimde başka param olmadığı için değil, bunu anlatamadığım için kızardı yüzüm. “Hıh, hıh” diyerek elimde sallayınca parayı kadın uyandı ve aldıklarımdan birkaçını bırakarak evin yolunu boyladım. O gün kasada sıra bekleyen insanların bakışları içime işledi. Bir süre markete bile gidemedim utancımdan, on dört gün kadar.
İkinci rezilliğim ise daha da fena. Sıram bitti parayı ödedim, fiş ister misiniz, yok sağ ol, kadın ısrarla tekrar tekrar soruyor fiş ister miyim diye, yani onu sorması lazım geldiğinden ben ha bire “Yok, sağ ol” deyip duruyorum. En son dikkatle bakınca alışveriş sepetini ortalık yerde bıraktığımı ve kasiyer kadınla beraber herkesin bana “Onu al da yerine bırak” demek istediğini, benim de ha bire “Yok, yok sağ olun” diye salak salak cevap verdiğimi anladım. Yine bir utanma, içine kapanma, bir on dört gün evden çıkamama durumu.
İçime kapandığım o günlerde, markete gidip geldiğim zamanlar haricinde, bürodan bozma bir bilgisayar başında sabahlara kadar oturup saçma sapan yazılar kaleme aldım. Akşamları dertlenince çıkarıp eski fotoğraflara bakardım. Telefonumdaki rehberi bir gece tamamen sıfırladım. Yeni bir hayata başlamıştım. Utansam da, sıkılsam da, yorulsam da, yalnız kalsam da bu kuyudan sağ salim ve daha da güçlenmiş çıkacaktım. Akşamları açar, Pinhani grubunun “Dön bak dünyaya” isimli şarkısını tekrar tekrar dinler, şarkının bir bölümünde geçen “Asla vazgeçme!” bölümünde gözyaşlarımı silerdim. Gündüzleri kitaplarıma, geceleri hatıralarıma sarılırdım.
Efenim siz ne kadardır evdesiniz bilmiyorum ama ben sekiz sene önce yaklaşık altı ay eve kapanıp insanlardan bugün sizin kaçtığınız gibi kaçtım. Her ne kadar rezil oldum gibi anlatsam da bana o günler çok, çok iyi geldi. Dünyaya baktım ve benim kıçı kırık dertlerimin dert falan olmadığını anladım.
Altlarına iki gram sıvı kaçırdığı için Huzur evlerine kapatılıp özel günler dışında yüzüne bakılmayan yaşlıları anladım.
Henüz daha küçücükken anaokulunun dört duvarı arasına dilini bilmediği çocuklar arasına bırakılan yavruları anladım.
Annesi babası savaşta ölmüş Suriyeli bir çocuğun güç bela göç ettiği ülkede okula giderken ne duygular yaşadığını anladım.
İki bacağını savaşta kaybetmiş bir gazinin camdan bakarak iç geçirmelerini anladım.
Aşk isimli bir sahiplenme ile dört duvar arasına kapatılan genç kızların, kadınların, çocukları ile tehdit edilen anaların gözyaşlarını anladım.
Daracık ahırlara hapsedilmiş süt ineklerinin neden öyle donuk donuk baktıklarını, aç kapa yumurtlatılan tavukların etinin neden saman koktuğunu anladım.
Haksız yere hapsedilen milyonlarca insanın pencereden sızan gün ışığına bakarak ne hayaller kurduğunu anladım.
Ayak bileğinden bağlanarak iki metre mesafeden fazla ileriye gitmesi engellenmiş, yürümeyi yeni öğrenmiş bir bebenin viyaklamalarını anladım, ve çaresizce pis bir halının üzerinde uyuyakalmasını.
Kafese kapatılmış bir güvercini, akvaryuma bırakılmış bir balığı, hayvanat bahçesine doldurulmuş canlıları anladım.
Kurban bayramında satılmak için pazara götürülen, birbirlerinin üzerine istif edilmiş koçların toynak acısını anladım.
Elleri olmayıp da iki bacağına hapsolanları, gözü olmayıp da kulağına mecbur kalanları, bitkisel hayatta olup da bir çaresi bulunamayanları anladım.
O güne kadar kirlettiğim havayı ciğerleri kabul etmediği için nefesi daralarak can veren bir insanın son isteğini anladım.
Daha temiz, daha insana yakışır bir dünya, zor değil. Tüm dünya biraz içine kapanıp düşünse yeter. Ben o kadar eve kapanmakla bu kadar anladım. Bir de siz düşünün artık, bu kadar insan eve kapanınca neler anlarlar.
Kapanın efenim kapanın. Ben kapandım siz de kapanın. Ben az buçuk anladım, siz de bir zahmet üç beş insanca anlayın…
Yazar: Fatih ARPAT
Bu yazı, Evde Kal Türkiye Parlak Jurnal Yazı Yarışmasında ikincilik ödülünü kazanmıştır.
Çok güzel bir yazı, hüzünle okudum. Tebrik ederim.
katılımınız için teşekkürler. elinize sağlık ve tebrikler.
Acınızı yaşayarak okuduğum bir yazı oldu. Hikayenizin farklı boyutlarını farklı yazılar şeklinde okumayı isterdim. Kaleminize sağlık.