İçindekiler
Büyük İşlerin Küçük Adamları
Bugün büyük bir iş yapmalıyım, dedim kendime. Şöyle adamakıllı bir iş… Adımı tarihe altın harflerle yazdıracak yaşları çoktan geçtim. Gerçi şimdi başlasam belki baş harflerimi yazdırırım ama elbette bu işin de bir garantisi yok. Maazallah bir savaş patlak verir, insanlık için yaptığım tüm çalışmalar toz olup gider. Neyse, ben yine de büyük bir iş yapmalıyım, dedim kendi kendime.
Yatağımdan hafifçe doğruldum. Camı yarı yarıya açtım, başladım kuşların sesini dinlemeye. Hani bir kavga falan bulsam durduracağım. Bir sincap görsem palamudunu düşürmüş, ona elimle işaret vereceğim bulabilsin diye. Neyse, sincaplar da kuşlar da profesyonel meslek erbapları. Her şey olması gerektiği gibi, yerli yerinde.
“Bir, iki, üç,” dedim bir kez daha, kalkıverdim yataktan. Selam verdim tüm elâleme, onlar beni bekliyormuşçasına. Kalktım, yüzümü yıkadım. Bir temiz gülümsedim aynaya karşı.
Aynadan bir ses geldi: Büyük bir iş yapmak demek, her şeyi bir anda değiştirmek demek değildir. “Bin kilometrelik bir yolculuk tek bir adımla başlar.”
Ayna, ayna değildi, Laozi’ydi sanki. İşte, dedim, cansız canlı fark etmez. Dinlemeyi bilene yerde duran taş da konuşur.
Kaldırım Sorunsalı
Dün gece, yolda yürürken kafamı kaybettim. Kimdim? Kimlerdendim? Sahi, nereye gidiyordum? Nereden geliyordum? Cevabını bilmediğim tonla soru ayağıma takıldı. Uçsam uçamam. Yürümek dahi zor geldi. Bir kaldırım kenarına oturayım dedim, kaldırım kenarı bulamadım. Bir kaldırım kenarının olmayışı canımı öylesine yaktı ki uzandım boylu boyunca yere, hüngür hüngür ağladım. Kaldırım kenarı deyip geçmeyin; kimi kaldırımlar sarhoş, kimi kaldırımlar şair dinler.
Bir Küçük Öğüt Meselesi
Ağır bir uyku bastırıyor. Göz kapaklarım gözlerimi azılı bir suçlu gibi hapsetmek istiyor. Dünyanın en büyük adamını bulup birkaç öğüt almalıyım. Ama öğüt vermek için yazılmış olanlardan değil, kendine yazılmış öğütlerden olmalı. Mesela, Marcus Aurelius gibi.
Ancak kimseye söylememeliyim öğüt aldığımı. İnsan, öğüt aldığını birine söylemeye görsün, öğüt verecekler kapıya sıralanır, derler. Yine de hepsini birden alıp da öğüdü hiç etmemeli. Yavaş yavaş, usulca dinlemeli öğütleri; sindire sindire…
Başka Bir Dünya
Efendim, ben sizin dünyanızdan değilim. Beni bu süslü ışıkların, göz alıcı renklerin arasına bir anda ışınladınız. Tamam, işiniz bu, anlıyorum. Kaçırmak için beni seçtiğiniz için elbette çok minnettarım. Onca kişi arasından seçilmem elbette bana iyi hissettirdi. Ama mümkünse ve sizin için de bir sakıncası yoksa beni geri ışınlarsanız çok sevinirim.
Zira siz beni ışınlamadan önce şöyle güzel bir mercimek çorbasını hazırlayıp sofraya sıcak somunla birlikte koymuştum. Tam tuzunu ekip limonu sıkacaktım ki bir anda kendimi burada buldum. Hayır, yani kimse açıklama da yapmadı. Nerede olduğumu bile bilmiyorum.
Lütfen nerede olduğumu söyleyip mümkünse beni mercimek çorbama geri gönderiniz. Zira soğumuş mercimek çorbasını hiç sevmem. Arz ederim.
Bir gece ansızın gelenleri, sabahleyin okumak bana iyi geldi. Teşekkürler…
Sabahları uyanabilmek için yapmadığım şey kalmadı. Sabah okuyarak güne başladığınız için size ne kadar özendiğimi bilemezsiniz. Yazımın bir sabah okuruna iyi gelmesi beni mutlu etti. Teşekkürler. Sağlıcakla efenim.
Ya çok güzel kaleme almışsın ya da ne hissettiğini anlamak benim için hiç zor değil. Kaldırım yokluğunun umursanmadığı bir yerde yaşayarak her gün büyük bir iş yapıyorsun…
Beni kesinlikle anladığından şüphem yok. Hayat, içinden çıkılmaz kadar karmaşık gözükse de bizi hayatta gerçekten ve derinden etkileyen şeylerin farkına vardığımız basit gerçekler olduğunu düşünüyorum. Hayatın bu yönü bana hayli tılsımlı geliyor. Yaşamanın kendi içindeki büyüsünü hep çocuk kalarak korumak lazım. Bununla birlikte farkındalığımızı, hatta özellikle kendimizi tanımaya dair farkındalığımızı sürekli beslemek ve geliştirmek gerekiyor. Yorumun için çok teşekkür ederim.