Bir Gün Ama Mutlaka – Sıcak Bir Gülümseyiş

2

    Hadi kalk gel yanıma her zamankinden daha soğuk buralar. Beraber ısıtalım yeri göğü tüm yüreği buz tutmuşlara inat. Şimdi göz kapaklarının dinlenmesine izin ver, bırak alsın paltosunu ağır ağır yürüsün ağaçların boyalı saçlarıyla kaplı yollarda. Aç kapılarını kendi mahpusunun, kendine müebbet de olsa içeri arada girebilecek birilerini özlüyor insan. Bak birazdan bir pencere açılacak parmaklıklı da olsa sadece sen görürsen öyle olan, görme! Ardında gök varken ne haddine soğuk demirlerin görülmek, duyulmak ve hissedilmek. Dindir içindeki duvarlara vurup vurup yaralanan sözcükleri bir an için ve uzat elini, hangisiyse, çocukken her gece beklediğin yıldıza. Hani hep uzansak toplayabilecekmişiz gibi olurdu ya tişörtümüze bir bir, belki bugün o gündür ellerimiz parıl parıl döneriz eve, suratımızda yorgun ama muzip bir gülümseme. Bak ben bir tanesinin elinden tuttum bile ama sanırım o beni toplayacak buralardan, sen de düş peşime. Ama sıkı tutun sıyrılması biraz zor olacak kendinden.

    İşte geldik, çocukluğumun kadim dostları… Hoş, onlar uçaklarla daha samimiydiler, hep kıskanırdım belki bu yüzden ara ara kuş olmak bile isterdim. İnanırdım da olabileceğime ki bence hala imkansız değil. Bak bu gördüklerin hep bulutların maşukları. Onlar en çok saklambacı severlerdi çünkü, asla ilk bakışta göremezdin inceden ve tecrübeli bir bakış lazımdı onları bulabilmek için. Şuradakiler de ay dedenin torunları, masal dinlemek nefesleriydi onların o yüzden her an geceyle birlikte göçebe yaşarlardı. Şu diğer köşedeki göz kırpanlar da benim arkadaşlarım işte. Çok muziptirler, neşelidirler. Gülmeden duramazlar hiç, annemleri uyandırdıkları çok olmuştur. Zor bastırırdım kıkırdamalarını, hep bir telaş içinde hoplayıp zıplarlardı bazen de saklanırlardı, o komşuların çatılarının ardından onları bulup çıkarmak çok zor olurdu.

     Bakma böyle dediğime beraber ağladığımız da çok olmuştur hatta bazen bulutlar da dayanamazdı bizi görünce. Sonra bulutların gözyaşlarından korkan bir sürü insan vardı koşar saklanırlardı hemen. Oysa ben o sesi her duyduğumda ya pencereye ya balkona koşardım, içimde bir buruklukla ‘Bu da geçer.’ demek için onlara. Geçmese de daha güçlü hissedersin, çoğu zaman da böyle şeylerle ‘geçer’ aslında…

     Kelimeler bazı insanların ağzında sihirli olabiliyor. Bu elimden tutup da bizi koştura koştura sürükleyen yıldızı da gözüm ısırıyor bir yerden ama tam hatırlayamadım. Gözlerindeki ışıltıya bakılırsa bizi çok sevdi, heyecanla bir sağa bir sola bakıyor, nereden gideceğini hatırlamaya çalışıyor gibi bir yerlere. Sahi, hala söylemedi nereye gittiğimizi, sanırım sürpriz olsun istiyor. Sen yorulmadın herhalde daha, eskisi gibi değilim artık ben, yoruldum hemencecik. Derken geldik galiba yoksa ağır ağır yürümez gibiydi. İlerideki küçük bulutun omzuna oturdu, biz de gidelim yanına. Şimdi anladım o ağzına kadar gülümseme dolu gözlerin sırrını, burasıymış meğer. Bak, görüyor musun dünyanın dört bir yanındaki çocukları! Mesela şuradaki, evinin önünde kediyle oynayan, duyabiliyor musun neşeli çığlıklarını. İkisinin de üstü başı toz olmuş, sırayla birbirlerini kovalıyorlar, dünyanın en mutlu hırsız polisi onlar olsa gerek. Peki ya oradakini, hani ağzı gözü çikolata olmuş olan. Kendini aynada gördükçe nasıl da kahkaha atıyor, annesi elinde fotoğraf makinesiyle geldi, desene bu kadar sıcak gülümsemeyle o albüm el yakar hocam! Ağacın altındakine bak, oyuncaklarıyla oynarken uyuyakalmış ara sıra gözleri aralanıyor, elindeki araba birkaç santim ilerliyor ve tekrar gözleri kapanıyor. Annesi de onu izliyor bizim gibi, insanın içini böyle ısıtan bir şey varken ne mümkün başka meşgalelerle uğraşmak. Şuradaki salıncak ne kadar hızlı gördün mü? Abisi hızlandırdıkça kollarını açıp nasıl da bakıyor göğe sanki kuş olup uçacakmış gibi. Yaşından fazla sayıda zincir taşıyor neyse ki, hala tek başına uçmak için hazır değil. Kağıttan gemi yapmayı hatırlamıyorsan da o köşeye bak, ne kadar da güzel yaptı. Çukurlar ve tümseklerle dolu yollara sevinen bir tek çocuklar olsa gerek, biriken suda nasıl da yarıştırıyorlar gemilerini. Okyanusları küçültmeyi insanlıktan önce başarmış gibiler. Hala hiçbiri hapsolmamış kendine, öyle güzel bakıyorlar ki… Anladım artık, dünyayı ısıtan güneş değil onların gülümsemesiymiş. Onlar gülümsedikçe varmışız yoksa koca bir hiçlik. Daha çok varım gibi artık.

Bu yazımızı da tavsiye ederiz:  KARtpostal

    Gitme vakti geldi sanırım bizimki ayaklandı. Bu sefer çekiştirmesine izin vermeden ben de hoplayıp zıplıyorum demek sırrı buymuş. Bir yanım dönmek istemiyor diğer yanım mecbursun diyor. İçimdeki tartışma bitemeden kendimde buluyorum kendimi, sen bizim yıldız ellerimi bırakmadan git. Git de beni o halde görme. Söz alacağım ondan bir daha gelmesi için merak etme, ellerimdeki tozu gitmeden, hiçleşmeden. Kendimde bırakmaması için beni her gün gözlerim onu arayacak uçsuz bucaksız mavide. Bir gün, ama mutlaka… Uçacağım eğer gelmezse, aramaya koyulacağım onu her sıcak gülümseyişte ve güneşi gören her bulutun omzunda. Ve bulacağım da; bir gün ama mutlaka…

Konuk Yazar : Zeynep Aydoğan

2 Comments

  1. Çok samimi ve içten bir yazıydı. Zevk alarak okudum. Kalemine sağlık. Diğer yazılarını da bekliyoruz 🙂 

  2. Bu yazı beni alıp başka başka diyarlara götürdü. Düşündürdü, gülümsetti. Ellerinize sağlık sayın yazar. Devamını bekliyoruz.

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Edebiyat Kategorisinde Son Yazılar

Bir Palamut Meselesi

Bak! Şişman bir tekiri andıran yaramaz beyaz bulut, küçük bir sincap bulutunun peşinden gidiyor. Hava, ne

Çubuk Köprüsü

Öykü/  Sarı Ahmet’im geldin mi nazara Onsekizinde koydular mezara Çıbık Köprüsü gözlerin kör ola Nasıl kıydın

Şişedeki Yasa

Öykü/  Esasında başlangıcın ne ilham verici bir kadın güzelliğinden, her anı birbirinden farklı bir doğa olayından