bizim hikayemiz jpg
bizim hikayemiz_pj

Bizim Hikayemiz

/

Bir insan, bir insanı severdi de böyle mi severdi? Kaç dünya gezmiş, böyle sevmek görmemişti uzaylı. Mesela, kalbinin bir odasını ona tahsis etmişti. Sonra onun için dağlardan çiçek kokulu havalar getirmişti. İtinayla solur, itinayla tutardı ellerinden.

Seninle yağmurda el ele sırılsıklam ıslanacaktık. Ayrı ayrı düşen yağmur damlaları bizi kıskanacaktı. Damlalar bizi kıskandıkça daha çok ıslanacaktık. Islandıkça daha çok sevecektik birbirimizi.

Elbette bu güzel his bize ait değil, zaten ne zaman ben size mutlu insanları anlattım? Mutlu insanları niye anlatayım ki zaten. Onların anlatılacak bir tarafı yok. Zaten onların hayatlarına da ilişmem ben.

Bundan on yıl kadar önceydi. Bir sonbahar akşamı, bir trafik kazasında, sevdiği kadın ağır yaralanmış, bir yaprakla birlikte düşmüştü yere. Üzerine, dünyanın en ağır toprakları atılmış. En büyük karanfili bırakılmıştı. Her pazar kabristana ziyarete giderdi. Her geldiğinde bir demet menekşe olurdu elinde.  Önceden mezarlıklar korkunç gelirdi. Şimdi öyle miydi? Şimdi, mezarlıklar dünyanın en güzel yerleriydi. Eğilir ve sessizce fısıldardı. Seni sevmek derdi adam: Seni sevmek, her seferinde kekeleyeceğimi bile bile adını söylemek istememdi. Anlatılmayı bekleyen onlarca hayat vardı. Yüzlerce hikaye vardı. Bize ait değildi bu hikaye, bu acı…

Köy meydanında ilki yapılan, geleneksel köy şenliğinde görmüştü onu. Bir berberde kalfa olduğunu öğrenince, eve uzak olsada berberin karşısındaki çeşmeye su doldurma bahanesiyle gidip gelmeye başladı. Sabah, akşam sürekli çeşmedeydi şimdi. Evdekiler bu kadar suyu ne yapacaksın demeye başlayınca, getirdiği suları gizli gizli bahçeye döker oldu. İlk başlarda bir kova dolana kadar çeşme başında onu izlerdi. Sonra dolan kova sayısı iki oldu. Sevdası büyüdükçe, kovalar da ağırlaştı. Bir zaman sonra kovalar delinmeye başlandı altından. Bir tür zamanı durdurma çabasıydı bu. Zaman geçiyor ancak dolmuyordu kovalar. Kovaların dolmadığı her an, daha çok seviyordu. Yine bir gün çeşmeye geldiğinde, ayakta değildi çocuk. Bu sefer berber koltuğunda oturan bizzat sevdiği çocuktu.  Damatlara has takılan havlu sırtında, damat tıraşı oluyordu. Kız kovanın delik yerlerini elleriyle sıkı sıkı kapattı. Kova dolunca, delikleri kapatmayı dahi düşünmedi. Kovaları aldığı gibi yürüdüğü yolları serinleterek eve gitti. Aynı meydanda kalfanın düğünü yapıldı. Kız delik kovasıyla hiç durmadan düğüne su taşıdı. Tekrar tekrar bastığı yerler çamurlaştı. Meydandakiler su getiren kızın kim olduğundan habersiz, suyu kana kana içtiler. O suyun güzelliği delik kovada ve çamurlaşan yollardaydı. Evet, sadece birisinin hikayesiydi bu, sadece bir kadının. Ki bizim değildi.

O gideli bir yıl oluyordu. Nasıl geçmişti bir yıl, sahi geçebilmiş miydi? Acaba şimdi nasıldı, mutlu muydu, hüzünlü mü? Eskiden yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Şimdilerde bir yol bile yoktu. Belki de çoktan evlenmiştir dedi. Hatta çocukları bile vardır belki diye de düşünmeden edemedi. Sahi ya mutlu olsun da, dedi. Başka neler olduğunun bir önemi var mıydı? Mutluluğa aç bir insanın, olur olmaz yere gelen sebepsiz mutluluğu geri çevirmesi görülmüş şey miydi? Alır nimet der öper, başına koyardı. Böyle olurdu mutlu olunca, ne yapacağını şaşırır, yerinde duramazdı. Tabiri caizse, deli danalar gibi hoyratça koşası gelirdi. Sonra bir anda kesilir, delişmen delişmen burnundan solurdu. Bu his de çok kıymetliydi. Bu sevmeler ve bu deli danalar gibi mutlu olma durumu paha biçilemezdi. Bize ait değildi bu his. Biz başka hikayelerin esiriydik.

Sen ki tüm güzel duygularımın kaynağı, sen ki herkesten gizli tuttuğum duygularımın sahibi, sen ki çocukken aldığım bayram şekerim, sen ki ilkokulda öğretmenimin yıldızı, daha nasıl anlatmalıyım seni. Bazen kendi kendime diyorum ki, şu kelimeler ne gizemli şeyler; bazen birleşip, çoğalıp, anlaşıp seni anlatıyorlar. Bazen en sevdiğim anları anlatıyorlar. Tamam, o an gibi olmuyor ama anlatıyorlar işte öyle böyle. Bazen de kalabalıklaşıp, çoğalıp, çoğaldıklarıyla kalıyorlar. Tıpkı insanlar gibi geliyor bazen kelimeler. Çoğaldıkça daha anlamlı olmak yerine, daha bir karmaşıklaşıyorlar.

Bazen öyle zamanlardan geçeriz ki her şeyi bırakıp gitmek isteriz, yaşadığımız şehirden, şehirleşmiş insanlardan uzağa gitmek isteriz. Ve gidemediğimiz zaman, gidecek gücü kendimizde bulamadığımız zaman ve dahi bırakamadığımız zaman bize ihtiyacı olanları, işte o zaman bu düşüncenin geçmesini bekleriz. Kimimiz göğe bakar, kimimiz müzik dinler. Kimimiz… İşte o zamanlar ben hep seni düşünürüm. Bir gün karşıma çıkacağın günü düşünürüm. Bu anlattığım hikayeleri düşünürüm. İşte o zaman her şeye rağmen kalır. Seni beklerim…

Gezmeye, okumaya, güzel bir tiyatro izlemeye aşığım. Gecenin bir yarısı eve giderken, sessizce yanınızdan geçebilirim. Sizinle aynı oyunda, yan yana aynı repliğe gülebiliriz. Evet, o gün bunun farkına varamayabiliriz. Ama belki bir gün, bir anıda, bir yazıda rastlaşırız sizinle. Kim bilir?

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Deneme Kategorisinde Son Yazılar

Uzun bir aradan sonra

Parlak Jurnal serüveni birkaç dost bir araya gelerek kurduğumuz bir internet sitesiyle başlamıştı. Üniversite öğrenicisi olmanın

Bir Palamut Meselesi

Bak! Şişman bir tekiri andıran yaramaz beyaz bulut, küçük bir sincap bulutunun peşinden gidiyor. Hava, ne