Doğal seçilim, canlıların çeşitli sebepler nedeniyle tamamen organik gelişen durumlar karşısında hayatta kalma ya da üreme sistemleri üzerinde ortaya çıkan değişimlerdir. Canlılığın evrim sürecinin en önemli ve ana mekanizmasını oluşturur. Bununla birlikte doğal seçilimin en temel dayanağı, oluşan yeni durumların nesiller boyunca ve zamanla aktarılmasıdır. Bir doğal seçilimin gelişebilmesi için canlılığın son derece uzun bir zaman dilimine ihtiyacı vardır. Ayrıca herhangi bir türden popülasyonun dönüşerek yeni türlerin ortaya çıkmasında da doğal seçilim rol oynar. Bununla birlikte doğal seçilimin sonucunda belli bir popülasyonda kalıtsal olarak değişiklikler meydana gelir. Bu kalıtsal değişiklikler, yeni nesillere ancak belli bir açıdan avantaj sağlayan popülasyona ait bireylerin yeni duruma ayak uydurmasıyla ortaya çıkar.
İçindekiler
Doğal Seçilim Nedir?
Doğal seçilim, doğal seleksiyon ya da daha çok bilinen adıyla “Natural Selection”; herhangi bir popülasyona ya da türe ait bireylerin; üreme, hayatta kalma, ergenliğe ulaşabilme gibi bazı avantajlara sahip olarak bu avantajları diğer nesillere aktarması olarak tanımlanır. Özellikle Darwin tarafından geliştirilen “Evrim Teorisi” ve bu teoriye bağlı olarak kullanılan yapay seçilim kavramından sonra oldukça popülerleşmiştir.
Doğal seleksiyon, temel olarak yeni durumlar karşısında kalıtsal anlamda uyum sağlayamayan bireylerin popülasyondan ayrıştırılmasını sağlar. Bu ise avantajlı ve yeni durumlara ya da çevreye daha kolay adapte olabilen kalıtsal özelliklerin yeni gelen nesillere aktarılarak devam ettirilmesi anlamına gelir.
Sonuç olarak doğal seleksiyonla birlikte popülasyon içerisinde çevreye ya da şartlara uyum sağlayamayan fertler popülasyonun dışında kalır. Yaygın olarak doğal seçilim düşüncesinin Charles Darwin’e ait olduğu düşünülür. Buna karşın doğal seleksiyonun benzeri fikirler, oldukça köklü bir geçmişe Antik Yunan dünyasına kadar uzanır.
Doğal Seçilim Düşüncesinin Tarihsel Gelişimi
Doğal seçilim düşüncesinin tarihsel gelişimi, köklerini Antik Yunan düşünürü Empedokles’ten alır. Empedokles, temel olarak tabiatın kendine özgü bir çalışma prensibi ile avantajlı bireyleri ve onların sahip olduğu özellikleri sonraki kuşaklara aktardığını düşünmüştür. Antik Yunan dünyasında oldukça yüksek düzeyde destekçi bulan bu görüş, özellikle yiyecek bulma ile ilişkilendirilmiştir.
Doğal seçilimin köklerini oluşturan Empedokles’in felsefesi ve onu takip eden Lucretius’un düşünceleri, daha sonra Aristoteles tarafından eleştirilmiştir. Aristoteles, rastgelelikten bağımsız olarak evrende bir düzenin tesis edildiğini düşünür. Dolayısıyla Empedokles’in doğanın tesadüfi nedenlerle belli popülasyon bireylerine avantaj sağladığı fikrini nedensellik temelinde eleştirir.
Aristoteles, bugünde sıklıkla tartışıldığı üzere Empedokles ve Lucretius gibi düşünürlerin doğal seçilim düşüncelerinin yerine teleolojiyi önermiştir. Teleoloji, erekbilim anlamına gelir ve tüm yaşamın bir amaç doğrultusunda süregeldiğini ifade eder. Oysa daha sonra Darwin gibi düşünürler başta olmak üzere birçok bilim insanı ve düşünür, evrim teorisinin temelinde yatan doğal seçilimin rastgeleliğine vurgu yapar.
Darwin ve Evrim Teorisi
Doğal seçilim, Darwin’in evrim teorisi ile birlikte çok daha popülerleşmeye başlayan bir bilimsel paradigma haline dönüşmüştür. Darwin bu kavramı; göç, genetik etkenler ve mutasyon ile ilişkilendirerek açıklama yolunu tercih etmiştir. 1800’lü yılların başında dair Darwin, canlılığın gelişimi üzerine yaptığı incelemelerde yaşamın bir çeşit mücadeleden oluştuğu sonucuna varmıştır.
Darwin’e göre canlıların yaşam içerisinde doğup büyümeleri, ergenliğe ulaşarak yaşamlarını devam ettirmeleri bir tesadüfün ürünü olmazdı. Canlılığın gelişimine ilişkin tüm bu durumun bir bilimsel paradigma ile tanımlanması Darwin’in öncelikli hedefi haline dönüştü. Uzunca bir süre kuş yetiştiricileri ile aynı ortamda bulunan Darwin, buradan evrim teorisini çıkardı.
Kuş üreticilerinin daha işe yarar kuşları seçerek bu kuşları besleyerek büyütmeleri, Darwin’i doğanın da buna benzer, otonom çalışan ve tamamen kendiliğinden gelişen bir sisteme sahip olduğu düşüncesine itti. Darwin’e göre doğa, kendi içerisinde kalıtımsal olarak daha avantajlı bireylerin yaşamlarını uzun ve başarılı bir şekilde sürmesini sağlıyordu.
Bu doğrultuda doğal seçilim, Darwin tarafından doğanın farkında olmadan çevresel koşullara uygun popülasyon üyelerine avantaj sağlaması şeklinde tanımlandı. Çevre koşullarına daha fazla adapte olan bireyler, gelişerek büyüdü. Bu bireyler daha sonra kalıtımsal özelliklerini gelecek kuşaklara aktararak türün çevreye uyumlu bir şekilde gelişimini sağladı.
Doğal Seçilimin İşleyişi
Darwin, doğal seçilimin işleyişini temel olarak üç ana başlık üzerinden inceler. Bunlardan ilki çeşitliliktir. Bir türde doğal seçilimin ortaya çıkabilmesi için uygun düzeyde çeşitliliğin olması gerekir. Bu türe ait bireylerin nitelik bakımından birbirinden farklı özelliklere sahip olması bir diğer gerekliliktir. Doğal seçilimin oluşmasında bir diğer kilit kavram ise ayrımlı üremedir.
Ayrımlı üreme, çevre koşullarına adapte olan popülasyon üyelerinin diğerlerine göre avantaj elde ederek birbirleri arasında üremeleridir. Kutuplarda yaşayan kahverengi ayıların zamanla düşmanlarına karşı avantaj elde etmek adına beyaz renkte kürklere sahip olması bu duruma verilebilecek en iyi örnektir.
Günümüzde kutup ayılarının beyaz renkte tüylere ve kürke sahip olması, yüz binlerce yıl önce atalarının evrimsel süreçte bölgenin coğrafi şartlarına uyum sağlamasıyla gerçekleşmiştir. Doğal seçilimin üçüncü basamağında ise kalıtım vardır. Kalıtım, beyaz renkte ayıların yavrularının da aynı şekilde beyaz renkte olacak şekilde doğmaları anlamına gelir.
Doğal seçilim, nihai olarak popülasyon bireylerinin son avantajlı duruma göre gelişim göstermeleri ile tamamlanır. Artık ayı popülasyonu içerisinde yavaş yavaş kahverengi kürke sahip olan ayılar, düşmanlarının ve çevre koşullarının etkisiyle ayrışır. Beyaz kürkü olan ayılar ise grup içerisinde daha fazla avantaj elde ederek daha uzun yaşama şansı kazanır.
Zamanla kutup ayısı popülasyonunda bir tane dahi kahverengi kürkte ayı kalmaz. Yeni yapılan doğumların tamamı beyaz renkte kürke sahip olan ayılardır. Bu ise temel olarak kalıtımsal aktarımın grubun tamamına yayılması ve baskın bir farklılık olarak gelişerek evrimsel sürecin tamamlanması anlamına gelir.