İnsanı, kültürü, doğası, yaylaları, türküleri ve diğer onca güzellikleri ile çoğu insanın görmesi, gezmesi gereken bir yer Doğu Karadeniz. Yemekleri diğer yemeklerden, türküleri diğer türkülerden, aşkları ise diğer aşklardan daha farklıdır. Ama maviden yeşile kadar yüzlerce rengin binlerce tonunun bir cümbüş edasıyla dans ettiği bu Doğu Karadeniz topraklarında yaşamak gerçekten bahsedildiği kadar güzel mi? Hiç mi cefası yok bu coğrafyanın? Yoksa cennet coğrafyanın yaşantısı da mı cennet gibi?
Doğu Karadeniz’in belki de en meşhur iklim özelliği her mevsimin yağışlı olmasıdır. Doğu Karadeniz ülkemizin en fazla yağış alan coğrafyasıdır. Yıllık yaklaşık 1500 mm yağış görülen Doğu Karadeniz’de bu oranın 2500 mm’ye yaklaştığı da olmuştur. Yağışın bol olduğu bölgemizde, bir yanda yeşili seyrederek bir yanda ise yağmur damlalarının sesini dinleyerek yaşamak çok keyifli olsa gerek. Ama maalesef böyle olmuyordu.
Doğu Karadeniz’e gelen insanın gözlerine ilk başta çarpacak şey aslında yeşil ile mavi renklerden oluşan o güzel tuvaldir. Ama burada geçirilen süre arttıkça ve haftalar geçtikçe aslında bölgenin büyük bir şantiye alanı olduğu fikri akıllarda belirmeye başlıyor. Derelerde devam eden HES projeleri, dağlarda devam eden maden projeleri, ırmaklar üzerinde devam eden baraj projeleri, dağları delen tünel projeleri, denizi dolduran hava limanı ve otoyol projeleri… Kısacası ardı arkası kesilmeyen onca projeler zamanla mavinin ve yeşilin arasından sıyrılıp göze çarpmaya başlıyor. Bu projeler belki kısa vadede bölge halkı için ulaşım, ticaret ve zaman gibi yönlerden kolaylık sağlaması ve yeni imkanlar sunması ile avantajlı olabilir. Ama bu projeler uzun vadede bu avantajlarını yöre halkı için dezavantaja çevirmesi yanında can kayıplarına bile neden olmakta. Kontrolsüzce yapılan ve gittikçe ardı arkası kesilmeyen bu projeler mavi ve yeşil renklerden oluşan tuvalin üzerine gri ve kahverengi fırça darbelerinin de eklenmesine neden oluyor. O muhteşem tuval sıradan bir resme dönüşmeye başlıyor.
2007 yılında açılan Karadeniz Sahil Yolu yöre halkının diğer illere ulaşımı yanında ticari açıdan da büyük imkanlar sağlamaktadır. Ama geçen yıllar sonucunda özellikle Kemalpaşa, Hopa gibi sınır ilçelerinin bir tır parkına dönüşmesinde büyük bir paya sahip olduğu görüldü. Tır parkına dönüşen ilçelerde bu durum trafik yoğunluğunun artmasının yanında hava kirliliğinin de artmasına neden olmaktadır. Bunun yanında yoğun yağış alan bölgede yağış sularının denize dökülmesine engel olup yerleşim yerlerinde yağışın birikmesinde ve sel baskınlarının yaşanmasında büyük bir paya sahiptir. Bu durum 2010 yılında Rize ilinin Gündoğdu beldesinde yaşanan sel felaketinde 12 kişinin ölümüne, 2015 yılında Artvin ilinin Hopa ilçesinde yaşanan sel felaketinde ise 11 kişinin ölümüne sebebiyet vermiştir. Bu can kayıplarının yanında kullanılmaz hale gelen tarım alanlarından, telef olan başta fındık olmak üzere diğer tarım ürünlerinden de bahsetmek acısı olan insanlara saygısızlık olacaktır.
Uzun vadede zarara neden olan projeler arasında sadece Karadeniz Sahil Yolu projesi yer almamakta. Bunu yanında başta Çoruh nehri olmak üzere bölgenin en önemli su kaynakları üzerine yapılan barajlar ve HES projeleri bölgenin iklimini değişmesine neden olmakta. Yaşanan iklim değişikleri bölgede başta fındık ve çay olmak üzere yetişen tarım ürünlerinde verimliliğin düşmesine, harcanan insan gücünün heba olmasına neden olmaktadır. Doğu Karadeniz bölgesi dağlık bir coğrafyaya sahip olduğu için ülkemizde tarımda makineleşmenin en az olduğu yerdir. Bu yüzden yaşanan tarım zararları bu sefer insan gücünün daha da fazla kullanılması ile yerine konulmaya çalışılmakta ya da yöre halkı tarımdan uzaklaşmaktadır. İklim değişikliği ve barajlar toprağın verimini düşürmesi yanı sıra yetişen tarımsal ürünlerin de kalitesizleşmesine sebep oluyor. Bu durumun yöreyi ekonomik olarak olumsuz etkilemesi ise kaçınılmaz bir durumdur.
Doğu Karadeniz’de köy evlerinin çoğunun manzarası yeşilin yüzlerce tonunu barındıran bir tuvali andırmakta. O manzarada yağmurun keyfini tavşan kanı bir çay ve yanında kavrulmuş fındık ile çıkarmak çok güzel olsa gerek. Ama artık bu durum gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Yakın zamanda ise imkânsız bir hal alacaktır. Bu durumun oluşmasındaki sebeplerden biri de bölgede sürdürülen maden faaliyetleri. Öyle ki 09.01.2021 tarihinde TEMA Vakfı’nın yaptığı açıklamaya göre Artvin ilinin %71’i madenlere ruhsatlı. Vakıf yaptığı açıklamanın son kısmını ise şu şekilde bitirmekte; Artvin’de doğal yaşam, meralar, insan sağlığı ve kadim bir kültür madencilik faaliyetleri ile yok olma tehlikesi altında. Yani o yeşilin binlerce tonunu barındıran tuval madenler nedeniyle kahverengine bürünmekte. Bu nedenle belki de o yeşil tuvalin keyfini çıkarmak için sayılı yıllarımız kaldı.
Yöre halkının canını sıkan konu sadece madenlerin bölgeye verdiği zarar değil. Bunun yanında insan sağlığı için oluşturduğu tehlike de yöre halkının gelecek adına korktuğu bir durum. Kanser artık bölge için sıradanlaşmış bir hastalık konumunda. Bölgeye ait kanser araştırmalarında ulaşılabilecek en açık veri 2005 yılında TTB’nin Artvin ilinin Hopa ilçesinde yaptığı çalışmaya ait. Çalışma sonucu bölgede ölenlerin %47,9’un kanser nedeniyle öldüğünü göstermekte. Bu durumun oluşmasında en önemli faktörlerden biri Çernobil Felaketinin bölgede oluşturduğu olumsuz etkidir. Bunun yanında Artvin ilinde sürdürülen bakır madeni faaliyetlerinin de bu durum üzerinde etkisinin bulunduğu göz ardı edilmemesi gerekir. Gelecek adına da yüksek tehlike potansiyeline sahip maden işletmeleri. Örneğin bir maden işletmesinin atık havuzunda yaşanacak küçük bir sızıntının hem insan sağlığı üzerinde hem de yörenin en büyük geçim kaynağı olan tarım üzerinde oluşturacağı yüzlerce sorunu da göz ardı etmemek gerekir.
Bölgenin bolca yağış alan bir yer olması, bölgede sürdürülen projeler ile bölgenin şantiye alanına çevrilmesi, maden işletme faaliyetleri nedeniyle oluşturulan çevre tahribatı ve coğrafi şartlar nedeniyle dere yataklarına yerleşim yerlerinin kurulması bölgede sık sık sel taşkınlarının ve felaketlerinin yaşanmasına sebebiyet veriyor. 22 Ağustos 2020 tarihinde Giresun ili Doğankent ilçesinde yaşanan sel felaketinde 11 kişi, 13 Temmuz 2020 tarihinde Artvin’in Yusufeli ilçesinde özellikle baraj inşaatı şantiyesinde yaşanan sel baskını nedeniyle 4 kişi vefat etmiştir. Bu olaylardan sonra Doğu Karadeniz bölgesinde bahsettiğimiz sorunlar kamuoyunda gündem oluşturmuş, tartışılmaya başlanmıştır. Ama ömrü kısa süreli olmuş birkaç gün sonra unutulup gitmiştir.
Doğu Karadeniz köylerinde yerleşim yerleri genellikle dere yataklarına ya da yamaçlara kurulmakta. Bu durumun oluşmasındaki en önemli sebep Doğu Karadeniz coğrafyasının oluşturduğu şartlardır. Düz bir yerleşim yeri bulmak ya da dere yatağı olmayan bir yer bulmak bölge için zor. Köy yollarının çoğunun dereleri takip ederek yapılmış olması da halkın yerleşim yerlerini dere yataklarına kurmasına neden oluyor. Bu durum yaşanan sel felaketlerinin nedenlerinden biri ama tek neden değil. Yaşanan sel felaketleri kamuoyu gündeminde yer edindiğinde buradaki en önemli sıkıntının dere yataklarına yerleşim yerlerinin kurulması olduğu dile getirilmektedir. Bu açıklamalar bölgenin coğrafi yapısının ve bölgede yaşanan sorunların doğru bir bakış açısıyla incelenmediğini göstermektedir. Çünkü bu durum Doğu Karadeniz’in coğrafi şartlarının bir sonucudur. Sel felaketleri sadece köylerde değil, merkezi yerleşim yerlerinde de yaşanmaktadır. Merkezi yerleşim yerlerinde de sel felaketlerinin yaşanması, köylerde ya da beldelerde dere yataklarına yerleşim yerlerinin kurulmasının bir sonucu mudur? Karadeniz sahil yolunun derelerin denizlere boşalmasını engellemesi, HES projeleri ile derelerin doğal yataklarının değiştirilmesi, şehir içinde akan ufak çaplı derelerin betonlar ile kapatılarak akışının engellenmesi, şehir alt yapısı için projeler geliştirmek yerine şehirleri maden arazisi olarak ruhsatlaştırmak gibi faktörlerin etkisi yok mudur? Sadece coğrafi şartlar nedeniyle oluşmuş bir durumu kamuoyunda göz önünde tutup insan eliyle isteyerek yapılan diğer sorunların üstünü kapatmak doğru mudur?
Doğu Karadeniz ile ilgili sadece birkaç sorundan yüzeyel olarak bahsettim. Bunlar yanında Uzungöl veya Ayder Yaylası gibi doğal güzelliklerin betonlaşması, yanlış tarım politikaları nedeniyle toprağın verimsizleşmesi ve tarım faaliyetlerin fındık ve çay gibi sadece iki ürün üzerine dönmesi, bölgede bulunan onlarca farklı kültürün yok olmaya başlaması gibi sayısız sorun yer almakta. Bu sorunlar bölgede sürekli göçlere ve beyin göçlerine neden olmakta. Genç nüfus artık kendi topraklarında gelecek hayallerini kuramaz oldu.
Sözün özü Doğu Karadeniz’in cenneti andıran güzelliğinin artık sonuna gelmekteyiz. Yeşilliği maden işletmeleri, HES projeleri ile tahrip edilmekte. Denizi betonlar ile doldurulmakta. Suyu maden işletmelerinin atık havuzundan ağır metaller karışması tehlikesi ile yüz yüze. Hırçın derelerinin kolları ıslah çalışmaları ve HES projeleri nedeniyle bağlandı. Artık ne hırçınlığından eser kaldı derelerin ne de şanından. İnsanları kansere, sellere yenik düştü. Gençleri geleceğe karşı umutlarını yitirmiş durumda. Toprakları yanlış tarım politikaları, iklim değişiklikleri nedeniyle verimsizleşti. Artık mavi ve yeşilin binlerce tonunu barındıran bu tuval duvarlarımızda eski bir anıya ait resim olmak üzere.
Resimdeki görsele bayıldım. Bu tür yerleri insanoğlu nasıl yok eder yaaa :(:(:(