Çoktur sevdanın tarifi. Kimisi gözlerini kapatıp sever yarini, kimisi kokusundan tanır.
Yahut görmeden inanmam der, bakar da gözlerinde kaybolur.
Ece Ahmet'i sever, Buğra Cansu'yu, Ayşe Sinan'ı… Şems sever Mevlana'yı. Sever de sever, yanarlar birbirleri ile.
Ali gibi seven de vardır Fatıma' yı. Sadık, dostane, vefalı gönüller. Dillerde dolanan ' Bu zamanda güzel insan kalmadı' ya inat ' Ali gibi sev ki Fatıma'nı bulasın.' denilecek kadarı aşk.
İnsan aynaya bakınca kendini değil; aradığını bulur dedirten aşk.
Çoktur yan yana sığdırabileceğiniz isimler. Siz de aşıksınız, bilirim. Siz de şiirler yazarsınız sevdiklerinize, okursunuz da.
Şarkılar dinlersiniz derdinize mayışan, türküler ortak olur belki demi kalmış çay gibi suyu bitmiş yüreğinizin.
Ama bazı türküler, bazı şarkılar vardır ki derde dert katan. Yolu şaşkın, yolu mum, yolcu pervane.
O bazıları şiirler yazan, onlar söylediği türküden sıkılmayan, şarkısıyla doyuramayan aşkını. Başka sevmiş insanlar… Derdiyle yanıp kül olan, küçülen, bıraktıklarıyla nice nesilleri büyüten koca adamlar!
Peygamber'e ağıt yakmış yürekler onlar!
Sare, İbrahim'e güzel söz ederdi ama Barış, peygambere şarkı yazıyor, Musa ise peygambere türküler söylüyor. Görmeden, koklamadan, gözlerine bakıp da kaybolamadan seviyor.
Allah'ım nasıl olur da böyle sevilir?
İçindekiler
Oturdum Sofraya
Kıvırcık saçlarına, kar düşmüş uçlarına
Dağın yamaçlarına yaslan be Halil İbrahim.
Havada çöl sıcağı var. İbrahim her sabah erkenden işe koyulup yolu tutuyor, keçilerini, koyunlarını alıp dağlara çıkıyor.
Yaşı epey olmuştu, beli git gide eğiliyordu ama sorsanız o size "Ben Burak'a binerim de yolumu tutarım." derdi.
Elinden asası eksilmezdi Peygamberin. O asa ki onun Nemrut'undan kalan iz, cehennemin koru, Allah'ın ateşinin berraklığı.
O asa,atıldığı yanık odunlardan geriye göl kalacağını bildiği halde, Allah'tan gelen emrin farkında olduğu halde İbrahim'e alev olamayan tek odun parçası…
İnsanoğlulu haddin bilir kem söz söylemez iken
Elalemin namusuna yan gözle bakmaz iken
Bir sofra kurulmuş ki Halil İbrahim adına
Ortada bir tencere boş mu dolu mu bilen yok.
Yine böylesi sıcak bir gün öğle vaktiydi. Peygamber çok yorulmuş ve hayli de acıkmıştı.
"Sare sofrayı bahçeye kur." diye seslenmesiyle hemen işe koyuldu Sare ve çabucak sofrayı hazırladı.
İbrahim de elini, yüzünü yıkayıp oturdu sofraya.
"Allah'ım verdiğin nimetlere hamd olsun." diye duaya başladı. Ortada duran ekmekten bir parça böldü.
Ekmeği ağzına götürmesiyle yolda köşede duran adama gözünün takılması bir oldu.
"Neden daha evvel farketmedim ki?"
İbrahim adama öyle bakıyordu ki etkisinde kalmamak, heyecanlanmamak, aşık olmamak elde değil.
Adamın da kendisine baktığını zannetmişti. Ancak hayır, o İbrahim'in gözlerine bakamayacak kadar cesur, elindeki ekmeye gözlerini kenetleyecek kadar da acıkmış.
İbrahim'in böldüğü ekmeği daha ağzına gitmeden, sanki adam onu yemiş ve boğazında kalmıştı. Ne sesi var ne sedası.
Anladı ki adam ona bakmıyor, anladı ki çok da acıkmış.
Peygamberin "Oradaki gel, beraber yiyelim !" demesiyle o çelimsiz, güçsüz adamın nasıl koştuğunu görseydiniz keşke.
Az önce halinden öldüğünü zannettiğiniz adam, şimdi öyle koşuyordu ki soluğu soluğuna yetişemiyordu !
Ve oturdular sofraya.
Anmam Allah'ını
İbrahim adama bir şeyler söylüyor, bir şeyler soruyor ama adam tepki dahi vermiyordu.
Onun gözleri de, fikri de şu an sofraydı. Hakikaten çok açtı.
"Belli ki çok açsın." diye söze giriyor İbrahim."Kimsen yok mu?"
O ara adam eline bir lokma aldı.Ağzına götürüyordu ki İbrahim'in adamın koluna yapışması bir oldu!
"Allah'ın adını anmadan nasıl yemek yersin?"
Adam ise İbrahim'in yaptığını anlamdıramamış ona şaşkın şaşkın bakıyordu.
Bırak da yesin İbrahim !
"Yoksa sen Allah'a inanmaz mısın?"
"İnanmıyorum." diye cevap vermesi bir oldu adamın.
Bu yanıta çok sinirlendi İbrahim çok. Hiddetinden kızarmıştı.
"Ben Mecusiyim.Ateşe tapıyorum. Senin Allah'ına inanmam." diye de devam edince İbrahim artık dayanamadı ve var gücüyle bağırdı adama.
"Benim soframda Allah'a inanmayana yer yok, kalk git !"
Adam ne olduğunu anlayamadan ona daha da bağırmaya başladı.
Adam elinde küçücük ekmekle kalakalmış ve küçük düşmüştü.
Kalktı gitti sofradan.Sokak aralarına girdi ve gözlerden kayboldu.
Sare bütün olan biteni görmüş ama o da İbrahim'in bu halini anlamamıştı.
"Yahu İbrahim adamı neden kovdun?" diye sordu Sare. Cevabı da gecikmedi İbrahim'in, "Allah'ın adını anmaz, O'na inanmazmış! Soframda kafir adama yer yok benim Sare!"
"Neden çağırdın o halde sofraya adamı?" diye Sare sorunca da İbrahim iyice sinirinden köpürerek cevap verdi:
"Nereden bileyim Allah'a inanmadığını!"
Ah İbrahim ah.
Yaşananlardan sonra İbrahim'de ne iştah kalmış ne de sakinlik. Mecusi adama yaptıklarında pişmandı ama aklınca kendini haklı çıkarıyordu İbrahim.
Evden çıktı ve az ötede bulunan ağacın gölgesinde uzandı İbrahim.
Rızkı Veren Allah'tır
İbrahim, içimdeki putları devir
Elindeki baltayla
Kırılan putların yerine
Yenilerini koyan kim
Kulağa üfürülür gizemli cümleler. Ve İbrahim'dir her cümlesini kalan ömrüne sığdıracak olan.
İbrahim'dir imanını kafir ile şahlandıran.
Şimdi dinle İbrahim, sadece dinle.
"Ey İbrahim, Allah tüm mahlukatı rızıklandıran değil mi?
O ki yarattığı her şeyin hesabını yapan, her birinin aşını bilen değil midir?
O ki tüm iman edenlerle beraber Kabil'in de karnını doyuran, Nemrut'u nimetlere boğan, Firavun'u tahta sahiplenndiren değil mi?
Sen ki kafirlerin ibadeti için putlar yapan babanın oğlu değil misin?
Allah seni de, babanı da,kafir olanı da aç bırakmadı İbrahim!
Sen neden o adamı aç bıraktın! "
İbrahim'in gözlerini açmasıyla ağlamaya başlaması bir oldu. İçindeki o kızgınlık şimdi yerini derinden yaralayan bir pişmanlığa dönüşmüştü.
"Allahım ben ne yaptım?" demekle yetinebildi çünkü yapması gerekenin ne olduğunu iyi biliyordu.
Ah İbrahim, ah.
Peygamberin'in olanları düşünmesiyle kendini sokaklara atması bir oldu. Her yerde baktı. Evlere, köşelere, bucaklara. Herkese sordu adamı herkese tarif etti. Ama yok.
Neredesin be adam. Peygamber seni arıyor!
Aradı, aradı, yok!
Ümitler bitiyor, bittikçe tükeniyordu. Tam pes etmişken o karanlık köşede gördü onu.
Ellerini karnına bastırmış vaziyette duruyordu adam. Sanki açlıktan çektiği acıyı bir nebze olsun bastırmak için kendini bu hale sokmuş gibiydi.
İbrahim adamın yanına kadar gitti ve ona baktı.
"Beni affet, ne olursun beni affet!" dedi. "Çok büyük ayıp ettim sana."
Adam İbrahim'e bakıyor, İbrahim ağlıyor, ağlıyor…
"Gel hadi soframız hazır, seni bekliyor." dedi peygamber Halilullah edasıyla.
"Hayır, " dedi adam. "Sen beni kovdun, gelmem."
Peygamber senden özür diliyor be adam. Onunla git ne olursun, git!
İbrahim, pes etmiyor. Şimdi aynı adama adeta yalvarıyor, gözyaşlarıyla konuşuyordu.
Allah'ın peygamberi senin ayağına geldi adam. Kabul et, kabul! Nedir inadın?
Adam daha fazla dayanamadı ve "Tamam, gidelim." dedi. Peygamber sevinçli, o yaşlı, o hali perişan ağlamaklı peygamber şimdi çocuklar gibi.
Adam ise peygamberin şimdi ki tavrına yine anlam verememiş ve "Sen beni evinden kovmuştun. Ne oldu da şimdi çağırıyorsun ki?" demişti.
İbrahim ilk önce söylemek istemedi. Sonrasında ısrar edince "Soframıza varalım,her şeyi anlatacağım." diyebildi.
Kurulsun Sofralar
Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına
Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına
Sofraya oturdular. İbrahim de başından geçenleri bir bir anlattı adama karnını doyururken.
"Senin Allah'ın ne kadar da güzel ve düşünceliymiş. Benim inandığımdan daha rahmetli ve merhametli." diye sözlerine başladı adam karnını doyurunca. "Ben de senin Rabb'ine iman ettim." diye de bitirdi.
"Ne Rabb'ime iman mı ettin?" dedi İbrahim.
"Evet," dedi. "Senin Allah'ını sevdim. O'na iman ettim."
İbrahim şaşırdı."Yoksa yemek yedirdiğim…" diye soru soracakken adam sözünü kesti ve "Hayır," dedi.
"Ben senin Rabb'ine kendimi yakın hissettim ve O'na inanmam gerektiğini daha hayırlı buldum."
"Allah'ım sana şükürler olsun. İman edenlere, bir dost daha katıldı."
O günden sonra İbrahim sofraya hiç tek oturmadı. Tek oturacağını anladığı zaman ise sokak sokak gezdi ve karnı aç, yemeğe muhtaç insanları tuttu kolundan sofraya oturdu. Getirdiği insanları da sofrasının baş köşesini oturttu.
Ağzı açık gözü toklar buyursunlar baş köşeye
Kula kulluk edenlerse ömür boyu taş döşeye
Nefsine hakim olursan kurulursun tahtına
Çalakaşık saldırırsan ne çıkarsa bahtına
Peygamberin sofrası günden güne büyümüş ve bahçesine, sokaklara sığmaz olmuş.
Aşını tanıdık tanımadık herkes ile paylaşmış. Ne olursan ol gel" demiş ve bereketlendirmişti sofrasını.
Paylaştıkça artmış sofrası ve arttıkça paylaşmış İbrahim sofrasını.
Nesillerle beraber bu sofranın adı "Halil İbrahim sofrası" olmuş ve dillerde kalmıştır.
Ne güzel böyle sofralarda Allah dostlarıyla yemeğini bölüşebilenlere…