Yeni bir ülkede, yeni bir dil içinde, yeni bir kültürde, yeni bir gönülde ve hatta yanımda minik bir nefesle, kalemi aldım elime yeniden, tazelenmiş bir gayretle. İki nokta arasında Süveydamı bulma hevesiyle.
Size yeni duyduğum Almanca bir kavramdan söz etmek istiyorum: “Fossilierte Fehler” yani fosilleşmiş hatalar yahut yanlışlar. Bu şekilde hatası olmayan insan var mıdır? Ya da hayatımızı esas etkileyen toplumsal hatalar mıdır yoksa bireysel hatalar mıdır? Fosilleşmiş yanlışları olan bir toplum kendini geliştirebilir mi? Bu soruların cevaplarını önce kendimden aramaya başlayayım dedim.
Bireysel bazda düşündüğümüzde gelişim için istek, istek içinse sorunun varlığını kabul etmek gerekir. Ama zaten varlığı kabul edilen sorun henüz fosilleşememiş demektir. Bu kavramı duyunca derinlemesine düşünmeye başladım; kendi fosilleşmiş hatalarımı, diğer bir ifadeyle derinlere inip keşfedip gün yüzüne çıkarmak istedim. İnsanoğlunun belki de en zor keşfidir bu. Nice duvarlarla örülmüş, binbir kapının ardında, bir kuytu köşede gizlenmiş, kronikleşmiş, fosilleşmiş bir hata. Hatta bazen kamufle bile olabilir. Sepsis olan bir hastada enfeksiyon odağı aramak gibi. Kendini çok iyi gizler, tüm vücutta savaşa yol açtığı halde.
Bu keşif yolculuğunda benim ilk karşıma çıkan gizli hatam içimde büyüttüğüm benlik duygusu oldu. Kibir ile çepeçevre sarılmış vaziyette. Belki vardır her birimizde. Nasıl buldun derseniz, gözümün önüne kendimle ve çevremle savaş halinde olduğum anları getirdim. “Ben bunu hak etmedim, bu neden benim başıma geldi? Ben çok iyiyim ama, ben çok yetenekliyim ama…” İşte bu cümleler ışık oldu yürüdüğüm yolda. Herhangi biriyim aslında ya da daha ötesinde hiçbiri. Doğal olarak kaldırınca bu engeli, tüm dertler yok oluyor. Benlikten vazgeçmeyi düşününce bile hafiflediğini hissediyorsun.
Böylece sen olmayınca, senin acıların da olmuyor. Sen olmayınca, beklentilerin de olmuyor. Sen olmayınca, kayıpların da olmuyor. Sen olmayınca, eksiklerin de olmuyor. Şimdi diyebilirsiniz peki ya güzel anılar, hatıralar. Onlar ben olmayınca, sisden arınmış gökyüzü gibi daha güzel görünüyor gözlere. Bu bir başlangıç sadece. Ben de başlayıp, herhangi birinde biterek bir fosili söküp atma gayreti belki de. Bir müzeye konulur mu dersiniz ya da bir yakıt olsa dünyayı daha da kirletir mi bu benlik fosili?
Peki ya toplumların fosilleşmiş hataları var mıdır? Böyle bir genelleme yapmak doğru olur mu? Ya da bu da bir başka hataya mı sürükler bizi bilmiyorum ama ben kendi toplumumun tarihine bakınca en çok kalıplaşmış bakış açılarının ve önyargıların bu şekilde düzeltilmesi mümkün olmayan yanlışlar olduğunu düşünüyorum.
Önyargılar, mantığın değil, alışkanlıkların eseridir.
– Marie von Ebner-Eschenbach.
Bir manzara var, iki pencereden iki ayrı parçası görünüyor. Bir pencereden bakıldığı zaman elinde bıçak olan bir adam var ve önünde biri yatıyor. O pencereden bakan, bu kişinin katil olduğuna emin. Şüphesiz yargılayıp infaz ediyor. Diğer pencereden bakanlar da ameliyathanede yatan, monitörde hayati fonksiyonları tehlikede olan bir hasta görüyor. Kimsenin bu hastayı iyileştirmeye gelmediğini, kaderine terk edildiğini söylüyor. İkisi de diğerini kendi gördüğüne ikna etmeye çalışıyor. Hatta bu uğurda kavga ediyor. Kendiyle aynı pencereden bakanları arkasına alıp diğer tarafı düşman bilip saldırıyor. Kardeş, arkadaş, dost hiçbir ehemmiyeti yok. Çünkü benim gibi düşünmüyor.
Oysa ikisinin gördüğü de doğru değil. Doğruya ulaşmak için yer değiştirmeleri gerek ki hastanın yalnız olmadığını ve elinde bıçak olan kişinin bir cerrah olduğunu, öldürmek için değil yaşatmak için mücadele verdiğini görebilsinler. Bu pencere bağnazlığı ile nice bedeller ödendi oysa. İstisnasız olarak bu iki kümeden birinde olup diğeriyle çatışan insanlardan oluşan, bir toplumuz çoğu zaman.
Neyi ne için yaptığımızı bilmeden. “O yok olursa, bu, benim de yok oluşum olur” diyemeden. “Ne var bunda, meşe de aynı ormanda palamut da, bir odun kadar olamıyor muyuz?” diyemeden. Hep kendi penceremizden bakıp, başka pencereden göremeden.
Bazen odaklandığımız noktayı bir bütün içinden görmek gerekir. Bazen de daha yakın olmak için uzaklaşmak gerekir. Ben de kendimden uzaklaştıkça daha kolay buldum hatalarımı. Ayrıca bambaşka bir toplumda yaşarken, daha iyi anladım toplumumuzdaki fosilleşmiş yanlışları. Bir yandan da bu hataların çözümü için insana insan gerekir.
İnsanın Acısını İnsan Alır
Ahmet Telli
İnsanın acısını insan alır
Sevdasını insan
Hırsın, öfkenin, kin ve kıskançlığın
Yol açtığı büyük savaşlar, ayrılıklar
Sonunda insan insana yenik düşer
Çünkü insandan başka bir şey değildir
İnsanın çaresi de
Yarası da
İnsanın acısını insan alır
Sevdasını insan
Göç eden turnalar gibi geçip giderken
Ömür dediğimiz o kıyısız denizden
Arkamızda bıraktığımız izlerdir
Yüreklerde taşınan
Ve insan insana
Bir zaman sonra
Hüznünü de, sevincini de sunar
İnsanın sevdasını insan alır
Üstüne bir örtü örter gibi
Yüreğini yüreğine katarak
Ateşe ve rüzgara karşı
İçinden bir sızı gibi
Ağır ağır taşıyarak
Bir ömrü sığdırır yüreğine
İnsanın acısını insan alır
Sevdasını insan
Ve insan insana sevdikçe
Acılar azalır
Ve insan insana sevdikçe
Dünya cennete döner
İnsanın acısını insan alır
Sevdasını insan
Gerçekten güzel bir konu, üzerinde konuşmaya, tartışmaya değer. Öncelikle böyle bir konuyu ele aldığın için teşekkür etmek istiyorum. Bir şeyler eklemek gerekirse: Olaylara, dünyaya farklı açılardan bakabilmek; ön yargılı davranmamak hayattaki en büyük maharetlerden. Bununla birlikte işin pratik kısmına gelindiğinde ise işler çok fazla değişiyor. Konuşmak kolay ama olması gerekeni olması gerektiği gibi yapmak her zaman mümkün olmuyor. Elbette bunun için çabalamak da çok değerli. Bazı şeyler atomik gözükebilir ama atomik alışkanlıklara evrildiğinde ortaya çok güzel şeyler çıkıyor.