kanaviçe

Kanaviçe Kitap İncelemesi – Bahadır Yenişehirlioğlu

Benim için her kitap farklı bir yolculuk. Eminim bir çoğumuz için de böyledir. Evlerimizde kaldığımız bu günlerde çıktığım serüvenlerden birinin adı idi ”Kanaviçe”. Olur ya bazen bir kitabın adını duymak yeter okumak istemek için. İşte öyle oldu ve başladı bu serüven.

Birçok kurgu gibi bu roman da aslında bir yerlerde yaşanmış olma ihtimali çok da az olmayan bir anlatı sunuyor bize. Birçok duyguyu aynı anda yaşatıyor. Örneğin ilk sayfalarda bebeğini emzirirken uyuyakaldığı için bebeği boğularak ölen bir annenin yıllar sonra bile olsa bu travmadan aldığı izler gözler önüne seriliyor. Gerçekten insana sınanmadığı günahın masumu olmadığını hatırlatıyor adeta. Daha ileriki sayfalarda ise tüm ailesini trafik kazasında kaybeden bir gencin hayattan kopmak üzere iken geçmişini keşfedişi yer alıyor.

Belki de en tanıdık olan ise bu dönem romanında insan olma ortak noktasında birleşebilen ve birbirlerinden farklı olmaları sayesinde bir tablo gibi estetik bir güzellik ortaya koyan toplumun her bir parçası sanki aynı renge boyanmaya çalışılıyor ya da azınlıkta olan renkler söküp atılmaya. Yaşanan acı öyle aynı ki sanki yaşadığımız zamanları okuyor gibi ilerliyorum sayfalarda. O dönemde ise bu acı Ermeni-Türk ayrımı sebebi ile yaşanıyor. Ermeni asıllı bir aile ortaya atılan Ermeni-Türk düşmanlıklarını engellemeye çalışıyor iken, bu durumu tetikleyenler ile tabiri caiz ise savaşıyor iken en çok zararı görenlerden oluyor. Öyle ki aslında kimse hiçbir şey bilmeden birbirini hor görüyor, eziyet ediyor ve hatta yok etmeye çalışıyor. Ortada ne adaletten dem vurulabiliyor ne de gerçekler yalanları dizginleyebiliyor. Her dönem olduğu gibi o dönemde de *her gerçeği bir melek taşırken, her yalanı yüz şeytan taşıyor*. Kalp demeye bin şahit isteyen bir organ yaşamsal fonksiyonlarımızı idame ettirebilmek için atıyor satırlarda.

Bu kurguda yer aldığı gibi birçok aile birbirinden kopuyor. Birçok insan gerçek kimliğini gizleyerek ayakta durmaya çalışıyor. Böylece şimdi toprak altında yatan birkaç çıkar düşkünü yüzünden kültürler yok oluyor. Herkesin duruşunu inancı, düşünceleri değil de düşmanlığı belirliyor. Herhangi bir kesime düşman değil isen sadece ‘Kimse’ oluyorsun, yok olmaya mahkûm oluyorsun.

Bu düzen böyle sürüp gider mi, yoksa bir çaresi var mı bilmiyorum ama umuyorum ki bu küçük virüs bizlere dilimiz, dinimiz, ırkımız ne olursa olsun acizliğimizi ve aslında her birimizin sadece insan olduğunu bir nebze anlatmıştır. Bu açıdan bu kitabı böyle bir dönemde okumak da gerçekten farklı çıkarımlar yapmamı sağladı.

Sizlerle kitaptan iki güvercini konuşturarak bizlere büyük bir ders veren yazarın, bu keyifli anlatımından bir bölüm seslendirerek bu incelemeyi noktalamak isterim.

İyi okumalar

*Ellerimizin Büyük Boşluğu-Mevlana İdris Zengin

Düşler ülkesinden bir kaza sonucu sevgisiz insanlarla dolu dünyanıza düstüm. Kim oldugumu sorarsanız "Biraz rüzgarım biraz dalga" şairin dediği gibi. Aslında belki kendimi arıyorum ben de burda. Yaşım konusunda da farklı düşünceler var ama ben hepinizle akranım. Burdan çoğu zaman düşler ülkesine olan özlemini paylaşıyorum sizlerle. Herşeyin yeterince gerçek olduğu bu dünyada biraz da olsa hayallerimize sahip çıkalım ne dersiniz ? Unutmayın insan kardeşlerim: "İnsan Sevgi İle Yaşar "

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Kitap İncelemeleri Kategorisinde Son Yazılar