Elime bir kâse patlamış mısır alıp televizyonun karşısına geçtim. Işıkları söndürmemle kumandadaki kırmızı düğmeye basmam bir oldu. İnce tülün ardından belli olan ay ve ayda bulunan tanımadığım mahluklar beni izliyormuşçasına garip bir hisse kapıldım. Neyse işte, bugün tek başıma bir film keyfi yapmaya karar verdim. Öncelikle bir film seçmem gerekiyordu. Genelde korku filmi izlemeyi pek sevmem hele de evde yalnızsam asla… Bu yüzden komedi türünde bir film seçtim. Film hayli akıcıydı. Başrol oyuncusunun her hikâyeden bir yalan uydurması, insana adeta yok artık dedirtiyordu. Biraz sonra göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı ve belli belirsiz daldım…
Cama atılan bir taş sesiyle irkildim. Bir an korkuya kapıldığımı hissettim. Ne yapacağımı bilemeden oturduğum yerden kalktım. Kalbim tıpkı dörtnala koşan bir at gibi kan pompalıyordu. Işıkları açma cesaretini kendimde bulamadım. Eğer tanımadığım biriyse -ki büyük ihtimalle öyleydi- bu çok tehlikeli olurdu. En azından o anda öyle olması gerektiğini düşünmüştüm. Yavaş yavaş mutfağa doğru yol almaya başladım. Dışarıdaki kişi beni duyabilirdi. Olabildiğince topuklarımı kaldırarak -ayak ucunda- yürümeye çalışıyordum. Mutfağa geldiğim zaman salonun penceresini tam anlamıyla gören bir yere geçtim. İyice eğildim ki dışarıdaki kişi beni göremesin. Etrafı gözlemlemeye başladım.
Her yer zifiri karanlıktı. Ama biliyordum ki homojen karanlıkta hareket eden bir karaltı varsa bu muhtemelen istenmeyen misafirdi. Çokça bakındım ama hiçbir şey göremedim. Erketeye yatmış öylece bekliyordum. Önümde koca bir karanlık, arkamda ise evin sessizliği vardı. İyice kafayı yiyecek hale gelmiştim. Sanki karanlıktan bir canavar çıkacak ve beni sürükleyecekti. Bunları düşündükçe ellerim terliyor ve midemde bıçak saplanır gibi ağrılar oluşuyordu.
Toplu oturmaya dikkat ediyordum. O kadar sessizdim ki kalbimin düzensiz atışından dahi rahatsız olmaya başladım. Yarım saat kadar o karanlıkta bekledikten sonra geç de olsa kalktım ve evde ne kadar dışarıya açılan kapı, pencere varsa hepsini kilitledim. Bunu neden bu kadar geç düşündüğümü ise hiç bilmiyorum. Her yeri kapattıktan sonra artık salonun ışığını yakmaya karar verdim. Işığı açmamla kapının çalınması bir oldu. Kapıyı çalan kişi seri vuruşlar halinde alacaklı gibi çalıyordu kapıyı. Yavaşça kapıya yaklaştım ve delikten baktım. Kapıyı çalan, küçük bir oğlan çocuğuydu. Bir yandan kapıya vuruyor, bir yandan da “Açın kapıyı, lütfen bana yardım edin!” diyerek bağırıyordu.
Kapıyı hiç açmak istemiyordum ama onu da orada bırakamazdım. Peşinde birilerinin olduğu barizdi. Kimdi bunlar!? Çok hızlı hareket edebilirsem onu da kendimi de kurtarabilirim diye düşündüm. Üç kez kilitlediğim kapının anahtarını yavaşça iki kez çevirdim. Son kilidi çevirmemle çocuğun çelimsiz kolundan tutup onu içeri çekmem bir oldu. Kapıyı tekrar kilitledim ve delikten dışarıyı tekrar kontrol ederken bir ürperti yaşadım. Az önce içeri çektiğim o çelimsiz kol, elime sığmaz hale geldi. Adeta koca bir adamın koluna büründü.
Yavaşça arkama döndüm. Gördüğüm şey karşısında uğradığım şoku ömrüm boyunca yaşamamıştım. Az önce eve aldığım çocuk; karşımda kar maskeli, uzun boylu bir adama dönüşmüştü. Nefesim kesildi. Sessiz sessiz bana bakıyordu. Salonun loş ışığı sayesinde en azından adamın gözlerini görebiliyordum ve düştüğüm bu durumdan çok korkuyordum. Sonra yavaş yavaş elini beline attı. Tabanca çıkarmaya hazırlandığını düşündüm ve onu sert bir şekilde geriye doğru ittim. Ama ne kadar itersem iteyim onu bir adımdan fazla uzaklaştıramadım. Oysa hala sessizce bana bakıyordu. Eli hala belindeydi. Artık yolun sonuna geldiğimi düşünmeye başladım.
İçimden bir yandan dua ediyor bir yandan da nasıl oldu da böyle bir kâbusun içine düştüm diye kendimi yiyip bitiriyordum. Adam bu sırada elini belinden yavaşça çekmeye başladı. Çektikçe çubuğa benzer bir şey geliyordu. Bunun bir şiş olduğuna karar verdim. Kim olduğuna dair en ufak bir bilgimin bulunmadığı bu adamın; bir an çok akıllı olduğunu düşündüm, işimi sessiz halledecekti. Çubukta iyice yaklaşıyordu. Ben tam bir darbe geliyor diye beklerken adam bir anda elindeki çubuğu ağzına götürdü. Bu sırada, beni öldürecek olan adamın en azından suratını görebilmek için elimi ışığı açmak için düğmeye doğru yaklaştırıyordum.
Kendi evim olduğu için neyin nerede olduğunu çok iyi biliyordum. Işığı açtım. Karanlığa alışmış olan gözlerim bir anlığına afalladı. Gördüklerim karşısında ölmüş olabileceğim kanısına vardım. Çünkü şu an karşımda bir korkuluk duruyordu. Ağzında ise kuru bir gül dalı vardı. Gördüklerime inanamadığım için ona dokunmaya karar verdim. Elimi çekinerek de olsa tekrar bileğine attım. Az önce dokunduğum ve bir insan kolu olduğuna yemin edebileceğim kol pörsümüş bir tahta halini almıştı. Kol resmen benimle birlikte yaşam evrelerini -doğum, hayat ve ölüm- geçirmişti. Biraz daha inceledikten sonra yaşadığım her şeyi gözümde tekrar canlandırmak için gözlerimi kapadım.
Gözlerimi açtığımda kendimi ağzı yarım açık bir şekilde koltukta buldum. Oysa korku filmi bile izlememiştim. Bilinçaltımın oynadığı bu oyunun sebebinden çok, görmüş olduğum bu kâbusun sonunu merak ediyordum. O görmüş olduğum çocuğun peşindekiler kimlerdi ve neden bütün bunlar beni bulmuştu gibi sorular bunlardan sadece birkaçıydı. Bunu öğrenmenin tek yolu ise gözlerimi kapatıp yarım kalan hikâyeyi hayal gücümün yardımıyla tamamlamaktan geçiyordu.
İyi uykular…
*Konuk Yazar: Yedi Bela Hüsnü