Küçükken bile biliyordum büyümenin zevkli olmadığını…
Okyanusa dökülen nehir misali her an biraz daha derinleşiyor insanın dertleri, yaraları, kederleri. Kayıpları artıyor. En çok da kendinden kaybediyor. İnsanı hayvandan ayıran en önemli varlığından, ruhundan kaybediyor. Değerlerinden ve insanlığından kaybediyor.
Büyüdükçe ayağa daha çok taş değiyor. Normalde üstesinden gelebileceği engeller bir öncekinde takıldığı için düşmesine neden oluyor insanın. Her düşüşte dizleri, elleri ama en çok da yüreği kanıyor.
Zaman geçtikçe unutuyor. Paylaşmayı, değer vermeyi, tevazu göstermeyi ve en önemlisi karşısındakinin insan olduğunu unutuyor. Acıyı paylaşmak şöyle dursun bazen görmüyor daha da kötüsü bazen de bundan zevk alıyor.
Gözler kuruyor. Ama sadece gözler değil kalpler ve hatta beyin de kuruyor. Kurulmuş bir robottan farksız bir hal alıyor. Her olayda göstermelik bir duyguyla hareket ediyor. Hissiz bakışları etrafta, atmayan kalbi göğsünün içinde… üzgün olduğunda gözünde yaş, heyecanında kalbinde atış, utandığında yanaklarında kan bulunmuyor.
Bense bu gece ağlıyorum. İçimde biriken her şey için ama asla sadece kendim için değil. Kuruyan gözlere inat hıçkıra hıçkıra… Gecenin bu kör karanlığında göremediğim yıldızlara, kokusunu alamadığım toprağa, dokunamadığım yeşile, yitip sessizce giden insanlığıma insanlığımıza ağlıyorum. Tek başıma…
Sesimi kim duyar bilmiyorum. Umursamıyorum. Yıllardır alışılmış olan, beynimize çiviyle çakılan ağlamanın güçsüzler için olduğu yalanını umursamıyorum. Bu son ağlayışlarımın keyfini çıkarmak adına ağlıyorum. Ilık ılık esen rüzgarın ciğerlerime dolmasını, kalbimin artık gerçekten atmasını istiyorum.