Bu yazımda sizlere çok değerli bir hanımefendiyi anlatmaya çalışacağım. Mihri Müşfik Hanım kimdir, neler yapmıştır, tarihin tozlu sayfalarında yer edinebilmeyi nasıl başarmıştır? Onun hakkında ne biliyoruz ya da ne bilmiyoruz? Bunlardan bahsedeceğim.
Mihri Müşfik Hanım hakkında bilmemiz gereken ilk şey çağdaş ilk kadın ressamımız olmasıdır ve bunun yanında Cumhuriyet’in ilanından sonra Gazi Mustafa Kemal’in mareşal üniformasıyla bir portresini çizmiş ve bizzat kendilerine teslim etmiştir. Bu portre aynı zamanda Gazi’nin ilk portresi olma özelliğinin taşımaktadır. Hayatıyla başlayalım
İçindekiler
Mihri Müşfik Hanım ‘ın Hayatı
26 Şubat 1886 tarihinde İstanbul’da, Kadıköy’ün Bahariye semtinde dünyaya gelmiş. Babası, Askeri Tıbbiye’de (şanlı yuvada) ders veren ve “Tıbbiye Nazırı” veya “Tıbbiye Reisi” olarak da bilinen Dr. Çerkez Ahmet Rasim Paşa’dır. Rasim Paşa kızları Enise Salih, Refik ve en küçük kızı Mihri’ye iyi eğitim vermek için elinden geleni yapar. Kızlarını zamanın revaçta olan anlayışına uygun şekilde yetiştirmek isteyen Mehmet Rasim Paşa, onlara edebiyat, müzik ve resim alanında özel dersler aldırır. İlk eğitimini eve gelen özel mürebbiyelerden alan küçük Mihri, bir süre sonra edebiyat ve müzik derslerini bırakır ve resim dersleri üzerine yoğunlaşır.
Sultan Abdülmecid ile Akrabalık
Sultan Abdülmecid’in annesi Bezm-i Alem Sultan, Mihri Hanım’ın büyük halası olur. Sultan Abdülmecid’in eşi Verdicenan Kadınefendi ise Mihri Hanım’ın öz halasıdır.
Mihri’nin resime olan tutkusu gün geçtikçe artar, resim, hayatının önceliği haline gelir. O dönemde ünlü saray ressamı İtalyan Fausto Zonaro’nun (1854-1929) atölyesinde özel resim dersleri alır. Bu eğitimler yaklaşık iki yıl kadar sürer. Bu dönem içerisinde imparatorlukta kendini sanatında geliştirebileceği okul yoktur. 1882 yılında açılan, dönemin ilk sanat akademisi, Osman Hamdi Bey’in II. Abdülhamit’ten aldığı izinle kurduğu Sanayi-i Nefise Mektebi, sadece erkeklere eğitim vermektedir. Bu nedenle Mihri’nin içerisinde Avrupa’ya gidip eğitim tahsil etmek gibi bir istek büyür.
Sahta Pasaportla İtalya Yolculuğu
“Bir Osmanlı Prensesi Mihri Müşfik” isimli kitabın yazarı, İstanbul Kadın Ressamlar Derneği Başkanı ve sanat tarihi araştırmacısı Nilgün Sarp, genç Mihri’nin tuvale olan tutkusu ve gençlik heyecanıyla kendini İtalya’da bulduğunu aktarıyor. Henüz yirmili yaşlarında genç bir kızın resim eğitimi almak amacıyla Avrupa’ya gitmek istemesinin onaylanmayacağını düşünen Mihri Hanım, bu iş için dönemin Fransız elçisinin eşi Madam Barrer’den yardım istemiş ve Barrer’in hazırlattığı sahte bir Fransız pasaportuyla Galata’dan kalkan bir İtalyan gemisine binerek Roma’ya gitmiş. Roma’da Madam Barrer’in evinde bir süre konuk olmuş fakat İtalya’da aradığı ortamını bulamayınca kısa süre sonra o dönem sanatın merkezi sayılan Paris’e geçme kararı almış.
1919 yılında İtalya’ya gidişinin nedeninin İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarıyla olan yakın ilişkilerinin olduğu sanılmaktadır. Bir yıl sonra İtalya’dan geri döndüğünde, iki yıl daha İnas Sanayi-i Nefise’de ders verir. Bu arada Müşfik Bey ile olan evliliğini de bitirir. 1923 yılında tekrar İtalya’ya döner. Mihri Müşfik, Roma ve Paris’te pek çok ressam ve edebiyatçı ile dost olmuştur. Bunlardan biri de İtalyan şair Gabriel d’Annunzio’dur. Onun aracılığı ile Papa XV. Benedict’in portresini yapar ve bir klisenin fresklerinin onarımında çalışır. Vatikan’da ilk kez bir Papa, başka dinden bir kadın ressama poz vermiştir. Bu tablo Vatikan Müzesi’ndedir. Ayrıca kendisinin vatikan’a giren ilk kadın ressam olduğu söylenir.
Paris’te Müşfik Selami Bey ile Evlendi
Bursa eşrafından, saygın bir çevreye sahip Doktor Selami Paşa’nın oğlu Müşfik Selami Bey (1890-1942), Mihri Hanım’ın Paris’e yerleştiği sıralar, Sorboune’da siyasi bilimler öğrenimi görüyordur. Nilgün Sarp’ın anlatımına göre Mihri Hanım’ın kendi kazancıyla satın aldığı Paris’teki iki evinden birini kiralar. Bu durum iki gencin de kaderlerini değiştirir. Aralarındaki ev sahibi-kiracı ilişkisi bir süre sonra sevgi bağına dönüşerek evlilikle sonuçlanır. Paris’te bohem hayatı yaşadıkları kayıtlara geçse de, mutlu bir evlilik sürerler. Orada yaşadıkları rahat hayatı İstanbul’da da sürdüren Mihri Hanım ve Müşfik Bey’in evlilikleri dedikodular ve ailelerin hoşnutsuzlukları sebebiyle yıpranır. 1922 yılında eşinden boşanmak durumunda kalır. Bu tarihe kadar eşinin ismini soyadı olarak kullanır ve ülkesinde de bu isimle tanınır. Ayrıldıktan sonra babasının ismini kullanmaya başlasa da Müşfik adı kalıcı olur.
Bir gün Paris’teki Türk elçiliğinde düzenlenen resepsiyonda Fransızlar ile bir borç anlaşması yapmak üzere Paris’e gelmiş olan dönemin Maliye Nazırı Cavit Bey, Mihri Hanımla tanışarak onun bilgi birikimi ve görgüsü karşısında etkilenir. Cavit Bey, Dâr’ül-muallimat (İstanbul Kız Öğretmen Okulu) adında bir kurum kurulacağını, burada kadın öğretmenler yetiştirileceğini ve akademi eğitimi alan biri olarak Mihri Hanım’dan bu işe destek olmasını ister. Mihri Hanım bu iş davetini kabul eder. 1913 yılında Dâr’ül-muallimât’a resim hocası olarak atanır ve bir yıl resim hocalığı yapar. Ertesi yıl İnas Sanayi Mektebi’ni açan Mihri Hanım, hatta bu iş için değerli bir yüzüğünü satar.
İlk Kız Sanat Okulu: İnas Sanayi-i Nefise Mektebi
1913-1922 yılları arasında İstanbul’da yaşayan Mihri Müşfik, Paris’ten dönüşünde Türk sanatında pek çok ilke imza atar. Dâr’ül-muallimat adıyla anılan kız öğretmen okulları o dönem kızların gidebildiği en yüksek okullardır. Kızların Sanayi-i Nefise Mektebi’ne alınmamaları ve onlara güzel sanatlar eğitimi verecek bir okul olmayışı Mihri Müşfik’i bu konuda adım atmaya iter. Resmi makamlara başvurarak yoğun girişimlerde bulunur. Saygın bir aileye mensup olması, çevresinin geniş olması ve sahip olduğu eğitim statüsüyle Mihri Müşfik, dikkate alınan bir kişiliktir.
Onun bu yoğun girişimleri, Türk resim sanatında isim yapmış birçok kadın ressamın yetişmesini sağlayan okulun 1 Kasım 1914’te kurulmasıyla sonuçlanır. İkinci Meşrutiyet döneminin özgürlükçü ve yenilikçi ortamında Mihri Müşfik, bu yıllarda İstanbul’da resim öğretmenliği yapmanın ayrıcalıkların yaşar.
Nilgün Sarp’ın anlattıklarından Beyazıt’taki Zeynep Hanım Konağı’nın iki odasının Mihri Müşfik Hanım’ın kullanımına açıldığını öğreniyoruz. Henüz iki dersliği olan mektebin bir odasında heykelcilik eğitimi, diğer odasında ise resim eğitimi verilir. Sarp, mektebin ilk öğrencilerinden birinin 16. Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit’in annesi Nazlı Ecevit olduğunu belirtir. Okulun diğer öğrencileri arasında yine ilk kuşak kadın ressamlarından Fahrelnisa Zeyd, Aliye Berger, Feyhaman Duran’ın eşi Güzin Duran gibi öncü isimlerin bulunduğunu görürüz.
Mihri Hanım, kız kardeşi Enise Salih Hanım’ın eşinden ayrılarak İsviçre’de Bale Sanatoryumu’nda ölmesi, arkasından da ilk resim dersini verdiği yeğeni Hale Asaf’ın 1938 yılında Paris’te kanserden ölmesinden sonra, Paris’te fazla oturamadı. Ülkesinde de kendine yöneltilen baskıcı tutumundan dolayı Amerika’da yaşamaya karar verir. Bir süre New York, Washington, Chicago’da üniversitelerde konuk resim profesörlüğü yapar ve zengin Amerikan ailelerine özel dersler vererek geçimini sağlar. Fakat yaşlılığı yoksulluk ve zorluklar içinde geçer. 1954 yılında Amerika’da ölür ve Kimsesizler Mezarlığı’na gömülür. Yine bir kıymetimize hakettiği değeri vermemişiz. Malesef bu ve bunun gibi birçok örnek sanat tarihimizde mevcut. Çok üzücü bir durum.
Mihri Müşfik Hanım ‘ın Kişiliği
Kalıpları kırmayı seven bir kadın olan Mihri Müşfik, ilkleri hayatına geçiren insanların yaşamak zorunda kaldığı ne varsa yaşamıştır. Son derece cesur ve tutku dolu bir kadındır. Resme olan tutkusu aristokrat bir yaşamı bırakıp, bohem ve çoğu zaman da yoksul bir yaşam sürmesine sebep olmuştur.
Modern yaşam anlayışı yüzünden çevresinin tepkisini toplar. Son derece rahat davranan, dekolte giyen ve çok güzel bir kadın olan Mihri Müşfik, Avrupalı kadın imajı çiziyordu. Sosyal yaşamı da çok seviyordu ve aynı zamanda bir salon kadınıydı.
İtalya ve Fransa’da yaşadığı dönemlerde sanat okullarında ve özel atölyelerde öğrenim görür. Batıda çağdaş resim akımlarını yakından takip eder. Bugün yaptığı resimleri incelediğimizde klasik resme hakim olduğu kadar, çağdaş akımlar doğrultusunda da resimler yapmıştır. Özellik portrelerde, yaşadığı dönemin akımları olan kübizmin ve ekspresyonizmin etkileri görülür. İyi bir portre ressamı olan Mihri Müşfik, portre ve otoportrelerini ağırlıklı olarak dışavurumcu bir anlayışla yapmıştır. Fırça darbeleri ve ışığı, ifadeci bir anlayışla uygulamıştır. Bu anlayışı onun portrelerini özgünleşmiştir.
Mihri Müşfik Hanım Eserleri
Mihri Müşfik Hanım, bu eserinde, İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucularından, eski Viyana Sefiri, İstanbul şehreminlerinden (belediye başkanı) Ali Rıza Bey’in annesi Naile Hanım’ı betimlemektedir. Önemli geleneksel bir Osmanlı kadınının portresidir.
Naile Hanım’ın giysileri, oturuşu, elinde tuttuğu tesbihi, geçmişi yansıtmaktadır. Otoriter yüz ifadesi, Osmanlı toplumunda, kadınların yaşlanarak kazandığı gücü, evindeki diğer kadınları yönetecek konuma gelmiş olduğunu göstermektedir. Resim, kafesli pencereleri ve divanıyla bir Osmanlı evini betimlemekle birlikte, Naile Hanım’ın ceketi, sırtını dayadığı duvardaki Rokoko süslemeler ve perdenin kordonu gibi detaylarda, Batılılaşmanın izleri görülmektedir.
Ayrıca Taha Toros’un kaleme almış olduğu ‘İlk Kadın Ressamlarımız’ isimli yapıtın dipnotlarından, sanatçının 1988 yılına kadar yapılan araştırmalarda Türkiye’de 32, İtalya’da 36, Fransa’da 23 ve Amerika’da 60’ı aşkın olmak üzere, 150 dolayında eseri kayıt altına alındı. Bu sayı da oldukça başarılı olduğunun bir göstergesidir bence. Kız öğrencilerin devam ettiği bir Güzel Sanatlar Akademisi olan İnas Sanayi Nefise Mektebi’nin ilk kadın yöneticisi olan Mihri Müşfik Hanım, burada pek çok kadın ressamın yetişmesine katkıda bulunmuş. Edebiyat-ı Cedide şairlerinin yazdıklarını resimleyerek bir “Edebiyat-ı Cedide Resmi” yaratmış.
Sanatçı, eserlerinde eşi Müşfik Selami İnegöllü ile evli kaldığı (1905 – 1922) dönemde Mihri Müşfik, diğer dönemlerde ise Mihri Rasim imzasını kullandı.
İşte Mihri Müşfik Hanım’ın diğer çok bilinen eserlerinden birkaç tanesi:
Mihri Müşfik Hanım İzinde
1903 Nisan’ında, 17 yaşında bir genç kız, elinde bavulu, etrafındaki yapıların görkeminden büyülenmiş bir halde Roma’nın orta yerinde dikiliyordu. Türkiye’de, Avrupa’da, Amerika’da yaşadı. Büyük savaşlar gördü. Büyük sanatçılarla birlikte oldu. Büyük bir ressam oldu. 1954’te New York’ta kimsesizler mezarlığına gömüldüğünde, ardında hep sınırlarda yaşanmış bir hayatın hatıralarını bıraktı.Mihri Müşfik, 20. yüzyılın başında Türkiye’de kadın olarak “var olma” savaşına kendini adamış bir figürdü. Aynı yüzyılın sonunda, aynı coğrafyada çevirmen Ulaş Ekin adım adım Mihri Müşfikin izlerini takip edip İstanbul’u, Roma’yı, Paris’i arşınladı. Gerçekte Mihri Müşfık’in izinden giden kahramanını nefes nefese kovalayan bir yazar mıydı yoksa sadece âşık bir erkek mi?Metinden çok yayınlanan fotoğrafa takılıyor gözüm. Mihri Hanım otoportresinin önünde poz vermiş. Elinde fırçası, başında boneye benzer 1920’lere has şık şapkasıyla görünüyor. Şimdi fark ediyorum. Olgun bir kadın var karşımda. Kırkını devirmiş bir kadın. Ne zaman geçti onca yıl? Geride bıraktığı her şehirden bir yara devralmış gibi bakışları. Her aşktan, her ayrılıştan, altında yaşadığı her gökten bir iz var bu sefer Mihri Hanım’da. Gelecek, her zamanki gibi gözdağı veren müphem bir boşluk.
Mihri Müşfik Hanım hakkında Sayın Emre Caner’in kaleminden çıkmış, 2011 yılında yayınlanmış Mihri Müşfik Hanım’ın izinde adlı bir eser de mevcuttur. Okunması tavsiye olunur.
[youtube https://www.youtube.com/watch?v=nn2xrD_J7oQ]
Umarım yararlı bir yazı olmuştur. Yorumlarınızı ve görüşlerinizi esirgemeyiniz.
Ayrıca buraya tıklayarak daha farklı ayrıntılara da ulaşabilirsiniz.
Teşekkür ederiz harika bir yazı, devamını bekliyoruz .
Aydınlatıcı bir yazı.Teşekkürler.