Mutsuz Kalabalık

/
3

Her sabah gözlerini açtığında aklından geçen ilk şey daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yapmak arzusuydu. Ama bu arzu o kadar kısa süreliydi ki birkaç saniye sonra kayboluyordu. Takvime bakma gereği duymazdı çünkü gün denilen kavram onun için artık anlamını yitirmişti. Tavan hep aynı renkteydi, kapı hep aynı yerdeydi. “Neden her gün aynı şeyleri yapıyorum?” Kendi kendine hep bunu soruyordu. O kadar uzun zamandır soruyordu ki artık bu soru da “aynı şeyin” bir parçası olmuştu. Hayatı, ateşi çalan Prometheus’un karaciğeri gibiydi. Günler yenilense de dokusu hep aynıydı.

Pencereyi açtığında aşağıda kendisine bakan güneş gözlüklü yaşlı bir adam gördü. “Sürekli bana bakıyor. Neden? Neden baktığını merak etmiyorum. Neden bana bakıyor? Rutinimi bozmasının sebebi nedir? Şimdi bir de bununla uğraşacağım. Halbuki her sabah olduğu gibi sosyal medyada arkadaşların fotoğraflarına bakarken iki ekmeğe çokokrem sürüp yiyecektim. Sonra işe gidecektim. Sonra işten gelecektim. Sonra tekrar sosyal medyada arkadaşların fotoğraflarını beğenirken pilav yiyecektim. Sonra uyuyacaktım. Sonra uyanacaktım. Sonra sosyal medyada arkadaşların fotoğraflarına bakarken iki ekmeğe çokokrem sürüp yiyecektim…”

Aşağıda bulunan adam pencereye doğru seslendi. “Neden bu kadar mutsuzsun?” Mutsuz mu? İşte bunu hiç düşünmemiştim. Benim mutluluğumdan sana ne demek istiyor ama diyemiyordu. Çünkü haklıydı. Mutsuzdu. İyi ama her şey yolunda değil miydi? Her ayın 15’inde maaş yatmıyor muydu? Sağlık kontrolleri temiz çıkmamış mıydı? Geçen ay köydeki annesini ziyaret etmemiş miydi? Ek mesai yaptığı için patron aferin oğlum dememiş miydi? Ağaçta kalan kediyi kurtarmamış mıydı? Neden mutsuzdu? Mutluluk böyle bir şey değil miydi?

Aşağıdaki adama “yukarı gel” dedi. Yukarı gel ve konuş benimle. Buna o kadar ihtiyacım var ki. İnstagramda herkes çok mutlu biliyor musunuz? Mesela arkadaşı yaptığı serpme kahvaltıyı paylaşıyordu. Serpme kahvaltıyı paylaşmak insanı mutlu eder. Ama sadece karnı doyana ya da hesap gelene kadar. Sonrasında yine kendi kişisel mutsuzluğuna devam ediyor. Bir sonraki ay yeniden serpme kahvaltıyı paylaşana dek. Ama hem kahvaltı serpme olmalı hem de bunu paylaşmalı. Yoksa mutlu olamaz.

Yaşlı adam gözlüklerini çıkardığında, gözlerinin olmadığını anlamak çok da zor değildi. Gözleri olmayan bir adam benim mutsuzluğumu nasıl görebildi?

“Mutsuz olduğumu da nereden çıkardın, neden bana doğru bakıyordun?” dedi. Yaşlı adam “Kimsin sen?” diye cevap verdi. Kim miyim, herhangi biriyim işte. Herkes gibiyim. Telefonum var, işe gidiyorum, uyuyorum. Adımın ne olduğu fark eder mi? Ben herkes gibiyim yani hiç kimseyim. Satranç tahtasında bir piyon gibi başkalarının benim için kurduğu küçük dünyamda amaçsız ömrümün bitmesini bekliyorum.

Yaşlı adam devam etti “Hatırlıyor musun hani kendi kendine düşünmeye başlamıştın. Kimim, neden buradayım, burada ne yapıyorum, ne için yaşıyorum… Kafana o rahatsız edici sorular takılmıştı. Bu soruların cevabını bulmaya çalışmak seni huzursuzlandırmıştı ve şimdilik kenarda dursun diye beklemeye almıştın. Hayat zaten yorucu, bir de bunları düşünerek kendimi hırpalamamalıyım demiştin. Yaşlanınca, demiştin… Yaşlanınca düşüneceğim. Şu an sadece evin taksitlerini bitirmek istiyorum. Çocuğun okul parasını vermeliyim. Böylece çocuklar okusun. Adam olsun. İşleri olsun.

Evleri olsun. Paraları olsun. Çünkü onlar da kendi çocuklarını okutacak. Onların da işleri olsun, evleri olsun, arabaları olsun, yazlıkları olsun. Çünkü onlar da… Peki bundan çocukların haberi var mı? Gerek yok. Onların düşünmesine gerek yok. Onlar bu çarkın bir parçası olmak için sınavlara girecekler. Bu sınavlarda başarılı olmalılar. Derece yapmalılar. Böylece daha iyi yerlere giderler. Daha çok paraları olur. İşleri olur. Evleri olur. Mutlu olurlar. Mutlu mu olurlar? Gerçekten bunu düşündün mü? E canım olurlar herhalde. Parasız adam mutlu olur mu? Doğru, sen çok mutlusun ya…

En zor şeylerden biri alışkanlıkları kırmaktır. Gözlerimizi açtığımız andan itibaren evrenin tekrar edicilik büyüsüyle karşılaşırız. Güneş her sabah doğar, baba her akşam işten gelir, kalp her saniye atar, haberler hep aynı saatte yayınlanır. Bu tutarlı ritmi beklenmeyen bir düşünceyle ya da davranışla değiştirmek notalardan birini yanlış çalmak gibidir. Bu durumda tüm beste mahvolacaktır. Bu korkuyla aritmisiz bir hayat için amaçlarından ve ideallerinden vazgeçersin. Sadece döngü tamamlanana kadar mutluymuş numarası yap. Sonra zaten ölüyorsun. Öldükten sonrası için garanti veremem.”

Bu yazımızı da tavsiye ederiz:  Karneyle Dağıtılan Yalnızlık #1

Sinirli bir şekilde “Öldükten sonrası mı? Ben Allah’a inanmıyorum. Tanrı kötü biri. Çocukların ölümünü seyrediyor. Varsa bile iyi biri değil” dedi. Yaşlı adam hafifçe gülümseyerek “Sana özgür irade verdiği için mi bu kadar kızgınsın? Çocukları öldüren de insanları sevmeyen de bizleriz. O bize seçenekler sundu. Sen hangi seçeneği seçersen, dünya o yönde değişir.

Mesela neden her sabah Starbucks’a gitmek zorundasın? Bu kadar vakti sosyal medyada eritecek ne vardı ki? Niçin işe bir gün de yürüyerek gitmiyorsun? Her gün sinema bileti alacak paran varken neden bağış yapacak gücüm yok diyorsun? Elinden geleni yapmadığın halde başarısız olduğun işlerde birini suçlamasan olmaz mı? Öfkelendiğin adamın annesine hakaret etmemek gerçekten çok mu zor? Sabırlı olmak, gülümsemek, birini mutlu etmek seni bu kadar mı rahatsız ediyor? Bu kadar aceleci olmana ne gerek var, gerçekten bir yere mi yetişmelisin? Hem de her gün? Neden bu kadar kibirlisin? Neden bir kişinin yaptığı hatayı tüm kitleye mal ediyorsun? Kendini sorgulamalısın. Kendini aramalısın. Amacını bulmalısın. Yaşadığın hayatın anlamını oluşturmak sana kalmış. Ama soğuk mutsuzluğunun ardında amaçsızlığın ve anlamsızlığın ürpertisi yatıyor. Kör olmama rağmen ruhunuzu görebiliyorum. Aslında aşağıdan sadece sana bakmıyorum, sizlere bakıyorum. Hepiniz aynısınız. Sistemin bir parçası haline gelmiş karıncalar gibisiniz. Yapmanız gereken tek şey gece yastığa başını koymadan önce kendine yönelik bir sorgulama. Yaşam amacını bulmadan mutlu olamazsın. Sadece bu kadar materyalist olma. Biraz da ruhunu dinlendir. Çünkü çürümeye başlamış canlı bir bedene benziyorsun. Gülümse ve düşünmeye başla. Evet evrende küçük bir nokta bile değiliz belki ama birbirimizden güç alıyoruz, birbirimizi öldürmek yerine sevmeye başlarsak, beraber yaşamayı öğrenebilirsek ve hayatımıza bir anlam katabilirsek en azından mutlu ölebiliriz”

Yaşlı adam gittikten sonra, arkasından kapıyı kapattı; başını iki elinin arasına aldı ve düşünmeye başladı. Düşündü. Düşündü. Düşündü. Aniden ayağa kalktı ve işe geç kaldım dedi.

Yaşamak; sonsuzdan beri, koskoca bir tekâmül
Sorulacak tüm sorular kim olduğuma dair
Sahi sayılır mı hiçlik, kaça eder tekabül?
Aramaktayım kendimi, ne gezginim ne şair...

3 Comments

  1. Hayatın akışı içerisinde çoğu zaman sorgulamaktan ve sorgulanmaktan kaçıyoruz. Esasında bilinçaltımız bizi sürekli olarak sorguluyor olmalı. Fakat bunu algılayabilmek ve farkındalığı yaratmak için “kendine yönelik bir sorgulama”nın etkili olabileceğini düşünüyorum. Belki yazının içeriği daha genele yönelik bir eleştiri amacı taşıyor ama ben bu noktadan tutup bir yorum yapmak istedim.
    Yazınızın bazı noktalarında fikri akış sekteye uğruyor gibi hissettim. Fakat genel olarak baktığımda bunu hissetmediğimi söylemeliyim. Kaleminize sağlık.

    • Eleştirinizi doğru bulmuyorum. Yazıda gelişmesi gereken şeyler her yazıda olduğu gibi tabi ki var. Ama bence oldukça güzeldi. Teşekkür ederim.

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Deneme Kategorisinde Son Yazılar

Uzun bir aradan sonra

Parlak Jurnal serüveni birkaç dost bir araya gelerek kurduğumuz bir internet sitesiyle başlamıştı. Üniversite öğrenicisi olmanın

Bir Palamut Meselesi

Bak! Şişman bir tekiri andıran yaramaz beyaz bulut, küçük bir sincap bulutunun peşinden gidiyor. Hava, ne