Nazım Hikmet; klasiklerin şairi, şairlerin en klasiği… Bir çiçek bahçesinde güzelliği ile bahçeye renk katan şiirleriyle yer edindi hayatımızda. Ruhu canlılığını yitirmiş olsa da şiirleri canlılığını her zaman korudu. Bu nedenledir ki her güzel anın içinde bir Nazım Hikmet şiiri bulunur. Henüz vakit varken şiirlerini okumak, güler yüzlü cesur kitapların içine koymak lazım şiir kitaplarını.
Nazım, 14 Ocak 1902 tarihinde Selanik’te dünyaya geldi. Kendisi, “Otobiyografi” şiirinde doğumunu estetik ve zarif dokunuşlarla anlatır:
“1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem”
Türk edebiyatına eşsiz şiirleriyle unutulmayacak dokunuşlarda bulunan Nazım, “Hala Servilerde Ağlıyorlar mı?” şiirini yayımladı. Bu şiir, Nazım’ın ilk yayımlanan şiiriydi ve “Mehmed Nazım” imzasıyla yayımlanarak yayın dünyasında yer aldı.
19 yaşındayken Nazım Hikmet, Kurtuluş Savaşı’na katılabilmek için 1921 Ocak’ında Anadolu’ya geçti. Bu durumdan ailesinin haberi yoktu. Anadolu’ya geçince Anadolu halkının yaşayışlarına tanık oldu. Belki de şiirlerinde Anadolu’yu bu kadar başarılı bir şekilde anlatmasının temelinde bu dönemlerdeki gözlemleri yatıyordu.
30 Eylül’de Batum’a gitti. 1922’de ise Moskova’ya giderek farklı bir hayatın kapılarını araladı. Moskova, Nazım Hikmet’in şiir görüşünün farklılaşmasına neden olacaktı. Yaşadığı dönemde ünü dünyaya yayılan Nazım, kendi ülkesinde hapishane yaşantına başlayacaktı. Türkiye’de zor dönemler onu bekliyordu. Nazım, bir şiirinde şöyle demiyor muydu?
“Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
***
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim
Ben vatan hainiyim”
İçindekiler
Yaşamın Kendisidir Şiir
Şiir, yaşamın kendisidir. Bu nedenledir ki şairler, yaşam heybesinin içindekilerini döküverirler kelimelere. Kelime denizinde acılar, mutluluklar en estetik halleriyle kendilerine yer bulur. Nazım Hikmet de yaşam heybesine doldurduğu anılarını, şiirlerinde tekrar hayata geçirdi. Şiirleri, yaşam pınarıydı belki de hem onun için hem de okurları için.
Nazım, şiirlerini yazmaya başladığında farklı teknikleri denedi. İlk başta hece ölçüsü kullanarak eşsiz şiirler yazdı. Fakat daha sonra, hece ölçüsünden ayrıldı ve serbest ölçünün denizinde yelken açtı. Bu adım, Türk şiiri için de önemliydi. Çünkü Tanzimat edebiyatında denenen serbest şiir, en olgun haline Nazım ile ulaştı. Ayrıca Nazım, Rus şairi Mayakovski’den de etkilendi. Fütürizm akımı da Nazım sayesinde bir üye daha bulmuştu kendisine.
Anadolu insanını yakından gören ve yaşam şartlarına tanık olan Nazım Hikmet, şiirlerinde köylü halkın sorunlarına yer verdi. Toplumcu-gerçekçi bir şair olsa da Nazım yalnızca toplumun sorunlarına yer vermedi şiirlerinde. Aynı zamanda aşkı, sevdayı da en estetik şekilde anlatmayı tercih etti. Bu nedenle Nazım’ın şiirleri, gökyüzünün mavisi kadar katmanlı, onun kadar heyecan uyandırıcıydı.
Güler Yüzlü, Cesur Kitaplar Bizi Çıkaracak Göklere
“Masanın örtüsü mavi basma,
üstünde yalansız, güler yüzlü, cesur kitaplarımız durur.”
Nazım Hikmet, o sonsuzluk suyundan içmişçesine ölümsüz şiirlerin yaratıcısı Nazım, ordu mensupları arasında komünizm propagandası yapıyor ve örgütlenme faaliyetleri yürütüyor olduğu iddiası ile 1938’de gözaltına alınır. 29 Mart 1938 tarihinde Nazım, 15 yıl ağır hapse mahkum edildi. Aynı zamanda ömür boyu kamu hizmetlerinden men edilme cezasına çarptırıldı.
“Gecenin saat biri, lambayı söndürmedik
Yanımda karım yatar, karım beş aylık gebeliğinde
Etim etine değende, elimi karnına koyanda bebek kıpır kıpır kıpırdar.”
Farklı suçlarla da yargılanan Nazım, toplamda 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. İlk olarak İstanbul Tevkifhanesine, daha sonra ise Çankırı Cezaevine gönderilen Nazım, burada Kemal Tahir ile birlikte kaldı. Sağlığı bozulan Nazım, daha sonra Bursa Cezaevine gönderildi.
“Gecenin saat biri, lambayı söndürmedik
Belki yarım saat sonra, belki sabaha karşı gene basılabilir evim.
Beni alıp götürebilirler kitaplarımızla beraber, yanımda birinci şubeninkiler.”
Paris Yanıp Yıkılmadan Gidilecek Daha Çok Yol Var
“Henüz vakit varken gülüm
Paris yanıp yıkılmadan
Henüz vakit varken gülüm
Yüreğim dalındayken henüz”
Şiirinde yalnızca toplumsal konulara yer vermiyordu Nazım. Topluma dair duygularını bireysel duygularıyla bir arada yansıtıyordu. “Henüz Vakit Varken Gülüm” şiiri, Nazım’ın şiir anlayışını en iyi yansıtan şiirlerden bir tanesidir.
Şiirin daha ilk mısralarında Nazım, anda kalmanın önemine değiniyor. Vakit varken yaşanmalı güzellikler. Bazen güzellikler ertelenir, ertelendiği anda bu güzelliklerden geriye hiçbir şey kalmaz. Nazım Hikmet bunu ne de güzel özetlemişti şiirinde.
“Ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter rıhtımında dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından
sonra dönüp yüzümüzü Noterdam’a
çiçeğini seyretmeliyiz onun”
Paris, aşkın şehri… Nazım’ın da şiirinde kendisine yer edindi Paris farklı kıyılarıyla. Aşkın ve sevdanın şiiri olarak da değerlendirilebilen “Henüz Vakit Varken Gülüm”, zarafetin de simgesi. Bu nedenle aşkını itiraf etmek isteyenlerin durakları arasında yer alır. “Birden bana sarılmalısın gülüm” der Nazım, “Korkudan, sevinçten, hayretten”. Sımsıcak bir kucaklaşmayı ne de güzel anlatmış Nazım Hikmet. Şairane dokunuşun benzersizliğini anlatıyordu Nazım. Hasret, özlem, sevda ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi zaten.
Yaşamak Şakaya Gelmez, Hayat Bir Çiçek Bahçesidir Özünde
“Yaşamak şakaya gelmez,
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden
yani bütün işin gücün yaşamak olacak”
Yaşamak diyordu Nazım, şakaya gelmez. Doğru değil mi ki? İçi boş kaygılarla geçiriyoruz hayatı. Ya da önemsiz şeylere kafamız takılıyor. Oysa yaşamak ciddi bir iştir. Ne diyor Nazım Hikmet:
“Yaşamayı ciddiye alacaksın.
Yani o derecede, öylesine ki
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda
yakut kocaman gözlüklerin
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin”
Nazım Hikmet, hikmetli kelimelerin şairi… Kulak verelim mi şiirlerine, yaşamı anlamlı hale getirmek için?