ömer faruk keskin

Neyhanede Bir Neyzen: Ömer Faruk Keskin

3
-Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? 
Ömer Faruk Keskin: Öncelikle böyle bir muhabbetin bir tarafı olmaktan duyduğum onuru ifade etmek istiyorum. Hayat bildiğiniz gibi yolculuk, gurbet. 1970’li yılların sonunda bir sebeple Ankara Kalecik’ten Kırıkkale’ye gurbeti diyara ayrılan bir ailenin dördüncü evladı olarak doğdum. İlk ve ortaöğrenim hayatımı Kırıkkale’de tamamladım. Kocatepe Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’nı bitirdim. Ardından da Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Türk Dil Musikisi bölümünde yüksek lisans yapmaya başladım. Hayat beşikten mezara bir öğrenim süreci. Ben de bu hayatın bir parçası olarak şu anda öğrenmeye ve öğretmeye devam ediyorum. 
-Türk Müziği ile ya da genel olarak müzikle ilgilenmeye nasıl başladınız? 
Ömer Faruk Keskin: Okula başlamadan önce annemin güzel sesi, ardından okul sıralarındaki “DÜM TEK E TEKKAA” ritimleri ile müziğe adım atmış oldum. Sonrasındaysa okuldaki müzikal etkinlikler ilgimi çekmeye başladı. Öyle ki müzik öğretmenimizin koroyu yönetmek için yaptığı el hareketleri bile ilgimi çekiyordu.
  Ritim müziğin ilk adımıdır, insan kalbi de ritimle atar, yani insan hayatta aslında ritimle ve müzikle başlıyor. En küçük usul(*) DUM TEK’tir ki kalp de böyle atar. İnsanın kalbindedir o ahenk, o ritim vücutta gizlidir. Malumunuz sizler tıbbiyelisiniz, bunu yakından müşahede ediyorsunuz. 
  Müzik öyle bir derya deniz ki birine değip diğerine değmemek mümkün değil, sizi alıp götüren bir gemi gibi o ummanda gittikçe gidiyorsunuz, güzellikler keşfediyorsunuz. Yaratıcının insanoğluna en büyük armağanlarından birinin de müzik olduğunu anlıyorsunuz. 
  Alternatif ve tamamlayıcı bir dil musiki, tıpkı alternatif tedavi gibi. Yani musikide gördüğünüz güzellikler sizi dünyadaki maddi manevi güzellikler ile buluşturan bir kapı, insanı hakikate davet eden. Renkler, resimler, kokular gibi…
-Türk Müziği’nde çok fazla enstrüman varken “ney”i seçmenizin sebebi nedir? Ney nedir, nasıl bir enstrümandır ki sizin de şimdi hem üflemenize hem de ben ve benim gibi öğrencilerinizle ilgilenip onlara ney öğretmenize sebep oldu?
Ömer Faruk Keskin: İsterseniz ney ile tanışmamdan başlayalım ve ardından da “ney”e dokunalım biraz. Lise yıllarımda dostlar ile birlikte bir arkadaşımızın evine yemeğe davet edildik. Sofranın başına oturduğumuzda bir el teybin play tuşuna bastı ve o da geldi sofraya oturdu. Ama o dakikadan sonra kulaklardan kalplere süzülen o ses beni yemek yemekten alıkoymuş, adeta o sesler doyurmuştu beni. Ben de o kaseti dinlemek üzere ödünç aldım. Bu kaset “ney”in ön planda olduğu bir enstrümantal bir albüm kaseti idi, hatta şimdi bile nağmeleri aklımda. 
  Daha sonra bu sesin ne olduğunu daha doğrusu “ney”in ne olduğunu araştırmaya başladım. Bu güzide enstrümanın insan ile benzer yanları olduğunu anladım. Tıpkı anne karnında dokuz aylık bir yolculuğun ardından bedenine ruh üflenen kuru bir kamışa benzediğini ve yine insanın çektiği çile gibi onun da yapım aşamasında ateş görerek olgunlaştığını öğrendim. Hz. Mevlânâ diyor ya “LALELER KIRAĞI GÖRMEDEN OLGUNLAŞMAZMIŞ.” Çünkü lale için o çile aşkın şahididir. İnsan da böyle değil mi? “Ney”in de aşk için önce kızgın bir ateşte kurutulması sonra yine kızgın bir ateşle bağrının delik deşik edilerek dağlanması, onun çektiği ısdıraptır. 
  İnsanı, başındaki dünyaya açan yedi delik gibi yine “ney”i kainatla buluşturan, dış dünyaya açan biri arkasında, altısı önünde 7 tane deliği vardır. Bunun yanında her bir ney biriciktir tıpkı insan gibi, tıpkı kar taneleri gibi her bir kamışın biricik olduğunu fark ettim ve bu da beni “ney”e çeken en önemli sebeplerden biridir. 
  Ney, insana benzerliği açısından oldukça önemli mesajlar veriyor. İnsan kuru bir bedenken yaratıcının ruh üflemesi, can vermesi gibi biz de bu kuru kamışa kendi ruhumuzdan ruh üfleyerek adeta “ney”i konuşturuyoruz, söylemeye başlıyor. Ne söylüyor? Ayrılıkları söylüyor, gurbetten şikayet ediyor ve belki de kainatın yaratılışını anlatıyor. Neyin bir hikayesi var malum.
neyhane
-Ney’in hikayesi nedir? 
Ömer Faruk Keskin: “Ney”in kainatın sırrını ifşa ettiği söylenir hep. Bunun hikayesi de şöyle anlatılır: Peygamberimiz, Hz. Ali’ye bir sır veriyor. O da bu sırrı bir gece, çölde bir kör kuyu bulup anlatıyor. Sonra o kuyunun sularının ulaştığı yerlerde kamışlar yükselmeye başlıyor. Bir derviş onlardan bir tanesini koparıp başını ve ayaklarını kesiyor ardından da içini kızgın demirle dağlıyor, cefa çektiriyor. Sonra gözlerini kulaklarını, burnunu ve ağzını yerleştiriyor içerisine “hu” diyerek üflemeye başlıyor ve bu çıkan sesin “kainatın yaratılış sırrı” olduğunu öğütlüyor. 
-Ney’i araştırdıktan sonra öğrenmeye nasıl başladınız, kimden öğrendiniz? 
Ömer Faruk Keskin: Kırıkkale’de o yıllarda ders alabileceğim kimse yoktu. Ben de kısıtlı imkanlarla Ankara’ya geldim. TRT Ankara Radyosu’nda bir neyzen olduğunu duyarak kendisine ulaştım. Neyzen Uğur Onuk’dan uzun bir süre ney dersi aldım. Ney öğreniminde yetenekten ziyade aşka, isteğe ve sabra ihtiyaç vardır. Siz “ney”i tanıdıkça o sizin ruhunuzu belli bir dinginliğe çekiyor, hizaya getiriyor. 
-Ney’in tarihsel olarak ortaya çıkışı ve Hz. Mevlânâ ile ilişkisinden biraz bahseder misiniz? 
Ömer Faruk Keskin: Aslında İslamiyet öncesinde de “ney” var. İcra edilmiş ve nay(kamış) ismi ile anılmış. Zamanla, özellikle mutasavvıfların toplumda yerleşmesinin ardından Hz. Mevlânâ da insana benzerliğinden  bu enstrümana mânâlar yüklemiştir. 
-Neyzen Tevfik kimdir? 
Ömer Faruk Keskin: Ney dediğimizde akla gelen belki de ilk isim neyzen Tevfik. Tabi elinde şarap şişesi ile dikkat çekip bizim bazen sığ düşünceler ile sarhoş olarak ilan ettiğimiz,  hakikatte ise Melamin menşeli bir mutasavvıftır. Neyzen Tevfik tasavvufun farklı bir noktasındadır ve hiçlik felsefesi de araştırılmaya değerdir. Tasavvufun özünü yansıtmaktadır. 
-Sizi çok etkileyen bir eser ve imrendiğiniz bir neyzen var mı? 
Ömer Faruk Keskin: Bizim mesleğimizde usta çırak ilişkisi esastır. Talebeler ustalardan beslenir. Benim de kendime idol olarak kabul ettiğim Neyzen Niyazi Sayın hocamızdır. Onun eserleri beni çok etkiliyor ve farklı ruh dünyalarına çekiyor. Ben de hocam gibi olmaya şiar ettim ve onun gibi üflemeye uğraşıyorum. 
-Şu an içinde bulunduğumuz yerden, Neyhâne’den bahseder misiniz? neyhane ve çay
Ömer Faruk Keskin: Hâne kavramı insanda ev yuva fikrini uyandıran eski bir kelimedir, ney ise bahsettiğimiz gibi çok kıymetli kültürel bir saz. Bu noktada da içinde bulunduğumuz kampüs, Hamamönü, tarih ve manevi hayatın önemli bir buluşma noktası. Malumunuz, İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un da kutlu beyitlerini kaleme aldığı bir yer. Küçük bir kampüs, şirin bir mekan olmasına rağmen içerisinde 8 tane irili ufaklı tarihi cami bulunduran ve manevi dinamikleri oldukça yukarıda olan bir bölge. 
  Böylesine güzel bir bölgede bir gün dolaşırken, sanatın değişik dalları ile ilgili çalışmalar olduğunu gördüm ama ney sesinin eksikliği dikkatimi çekti. Çünkü ben de ney üflemek için böyle bir yer arıyordum. Zaman zaman burayı açmadan önce bu civarda ney üflemeye gelirdim. Daha sonra da içinde bulunduğumuz gönül mekanı olan Neyhane’yi açma şansımız oldu. Burada ücretsiz olarak çok değerli sanatçılarımız ile sanatseverleri buluşturuyoruz. Kapıdan gelen tüm dostlarımıza örfümüzün tarif ettiği ölçüde ikramlarda da bulunuyoruz ki bunlardan en önemlileri de musiki ve çay.
-Son olarak, sizin musiki ile tedavi konusunda çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. Peki nedir müzik ile tedavi?
Ömer Faruk Keskin: Ecdadımızın musiki ile hastaları tedavi ettiğine dair ciddi argümanlarımız var elimizde. Bu konuda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Neyhanede de müzikle hem kendimizin hem de gelen dostlarımızın kulaklarına ve gönüllerine dokunmaya çalışıyoruz. Buna hepimizin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. 
-Çok teşekkür ederiz bizi kırmadığınız ve zaman ayırdığınız için.
Dostlar, röportajımıza Neyhane’de bir neyzen olan Ömer Faruk Keskin hocamızın bizim için üflediği eseri dinleyerek son veriyoruz.

(*)Usul = Klasik Türk müziğinde tempo.

Düşler ülkesinden bir kaza sonucu sevgisiz insanlarla dolu dünyanıza düstüm. Kim oldugumu sorarsanız "Biraz rüzgarım biraz dalga" şairin dediği gibi. Aslında belki kendimi arıyorum ben de burda. Yaşım konusunda da farklı düşünceler var ama ben hepinizle akranım. Burdan çoğu zaman düşler ülkesine olan özlemini paylaşıyorum sizlerle. Herşeyin yeterince gerçek olduğu bu dünyada biraz da olsa hayallerimize sahip çıkalım ne dersiniz ? Unutmayın insan kardeşlerim: "İnsan Sevgi İle Yaşar "

3 Comments

  1. Böyle güzel bir sohbetin altına Marulun yaptığı talihsiz yorum ney? ya da marul ney, ya da neyse ney mi sayfa yöneticisi,yazık..

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Genel Kategorisinde Son Yazılar