Sevgiyle Dövülmüş Anahtar

/

Neydi sevginin dili?

Kimi için hayallerini süsleyen sevgiliyi yanında arzu etmek, kimi için yüreğindeki sevgiliyi ruhuna özümsemek…

Kime göre? Neye göre? Mecnun misali çölde sahraya uyanmak miydi sevgi? Sevda yüzünden ölen Tahir’de mi gizliydi? İlk gün gibi sarılmış kördüğümdeki çıtırtıya kulak mı verilmeliydi..? Yoksa bir annenin bebeğine bakan gözlerinde mi gizliydi?Ya da bir kedinin karşılıksız sokulmasında…

Bakıp görebilir, dinleyip duyabilir, duyup anlayabilir miydik?

Günümüz sevgi anlayışı yalnızlık temalı ve tamamlanmasi gereken bir yapboz parçası gibi. Bedenlere hapsedilmiş, çıkarı prangasi kabul görmüş, hunharca yoluna devam ediyor. Karşılıklı takılan bu pranga imzalı bir anlaşmaya şahitlik ediyor. Bu durum ebeveynlerde ise güçlü bir manipülasyon ile çocuklara sirayet ediyor. Özellikle yetişkinlik dönemlerinde farkli tablo, farkli senoryolar ile… Peki neydi bizde sevgiyi bu kadar sıradanlastiran ve değersizlestiren? Neydi dipte bencillik yükleyerek kararttığımız bu özel duygu?

Aslında temelde bu derin tümseğin bir diğer sebebi de sevgisizlik.

Önce kendimize… Kendisini sevmeyen çevresini ve kendisini yaratanı nasıl sevebilir..?

Ne olduğunu bilmeden nasıl özümseyebilir?

Özümsenmeyen bu dil, hayatin devaminda doyumsuzluk olarak karşımıza çıkıyor.

Memnuniyetsizlik, daimi şikayet ve her daim anın içinde farkedilemeyen zamana sonradan duyulan tarifsiz özlem…

Bu yüzden de günümüzde insanlarda hep geçmişe bir özlem hakim. Geçmişte tebessüm ettiğimiz anılar şimdilerde hüzünden bir dağ bağrımızda. Üzüldüğümüz anlarsa şimdiki tebesümümüze umut aslında. Nereden bakarsak görebilir, duyabiliriz..?

Bu sevgiyle  nasıl ve neden yaşadığımıza gelirsek, bu herkesin için de meçhul. Kimi tutup çıkarabiliyor sebepler dairesinde, kimisi bu hiçlikle boğuluyor. Kimisi ise “hiç”i buluyor. Öyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ki insan, insan olduğunu hergun kendisine anımsatıyor.

Biz, unuttuk sevginin hakikatini. Zamanın kollarında kaybolan o eski mahallenin samimi selamlarını unuttuk.

Neydi duygularımızı bu kadar yok saymamıza neden olan ?

Çocuklarımıza yüklediğimiz ebeveynlik rolü, eşlerin birbirine yüklediği çıkar oyunu…

Bencilliğimizin duvarlarında boğulduk, kaybolduk.

Evet, toplum olarak travmatik bir toplumuz. Bir çoğumuz bilinçli ailelerde büyümemiş ya da sağlıklı birliktelik kuramamışız… Çocuklarımıza sevgiyi miras bırakacağımıza, korkularımızı ve travmalarımızı yüklemișiz. Oysa insan düşünen bir canlı.

Zihinlerimiz biz onlara hükmedelim diye var olmuşken, zihinler, düşünceler bizleri adeta esir etmiş, zulmediyor. İște bu yüzden ruhu çekilmiş, insanlıkları alınmış yürüyen cesetler olarak topumda geziniyoruz.

Böyle böyle zaman geçtikçe robotlaşıyoruz. Öyle acımasız oluyoruz ki zaman bile unutuyor sevginin dilini ve küsüyor ölmüş insanlığımıza…

Biz ise sarılmaya devam ediyoruz makama, çıkara en çok vicdansızliğa…

Bu oluşan dönüşüm içinde  adalete susuyoruz, merhamete susuyoruz en çok sevgiye…

Kilitlediğimiz umutlarımız, hayallerimiz, insanlığımız, vicdanımız, sevgimiz ve yaşama sevincimiz… Canhıraş olmuş, bize öylesine niyaz ediyor ki…

Edindirilmiş sevgi ile değil, öğrenilmiş ve hissedilmiş sevgiyle bakabiliriz hayata.

Çıkarların, prangaların, bencilliklerin ötesinde, özgür olarak. Çünkü özgürdür sevgi… Özgürlüğü hissetmek ise ancak o sevgiyi yürekte büyütmekle mümkündür.

İnsanın önce kendi içindeki karanlıkla yüzleşmesi, kendi zaaflarını kabul etmesi gereklidir. Gerçek sevgi, “ben” demekten öte, “biz” yapabilmeyi öğrenmektir.

Zamanla unutulur belki insanlar, yüzleri ve hikayeleri… Ancak sevgiyle dokunan kalpler, ne yürekte ne de anılarda silinir… Bizden gelecekte kalacak olan, sevginin insanlığı yeniden dirilten o sonsuz gücüdür. Ve değerli okur…

Her anahtar bir kilidi açar…

Ama sevgi ile dövülmüş bir anahtar, yalnızca kapılar değil, hayatın kendisini aralar..

O halde bırakalım, sevgiyle dövülmüş bu anahtar sadece kilitli kapılar değil, ruhlara mühürlenmiş tüm umutları açsın. Yüreğimizdeki zifiri zindanlar aralansın.

Karanlığa sıkışan insanlığı, adaleti, merhameti , vicdanın ışığına çıkarsın.

Saygı ve en çok sevgi ile ..

Konuk Yazar: SEREN YILDIZ

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Deneme Kategorisinde Son Yazılar

Uzun bir aradan sonra

Parlak Jurnal serüveni birkaç dost bir araya gelerek kurduğumuz bir internet sitesiyle başlamıştı. Üniversite öğrenicisi olmanın

Bir Palamut Meselesi

Bak! Şişman bir tekiri andıran yaramaz beyaz bulut, küçük bir sincap bulutunun peşinden gidiyor. Hava, ne