amok koşucusu

Amok Koşucusu Kitap İncelemesi – Stefan Zweig

4

Yine bir Stefan Zweig kitabı… İsmi kadar ilginç, Amok Koşucusu… Açıkçası başlamadan önce hakkında sıkıcı olduğuna dair yorumlar duymuştum. Buna kesinlikle katılmıyorum. Diğer Stefan Zweig kitaplarını nasıl heyecanla ve hissederek okuduysam bunda da aynı şeyi yaşadığımı söyleyebilirim.

Başlarda hiçbir şey anlayamazken ve “Bunu nasıl bağlayacak acaba?” düşüncesiyle merakla devam ederken, kendini birden olayın içinde bulmak… Sadece içinde bulmak değil yaşamak. Zweig’ı okumayı bu yüzden seviyorum. Çünkü gerçekten olayı yaşıyorum. Ayrıca kitaplarının da gayet kısa olduğunu düşünürsek hiç sıkmadan, bir okuyuşluk farklı bir insan olmamızı sağlıyor bence. Yani diyeceğim o ki; kendinizi kaptırıp tek seferde bitirebileceğiniz bir kitap arıyorsanız kesinlikle öneririm. En azından benim Amok Koşucusu yorumum böyle.

Amok Koşucusu kitabı, kimsenin asıl nedenini bilmediği bir kazayla başlıyor. Kitabın asıl kahramanı neler olduğunu bildiğini iddia ediyor ve gemide başından geçenleri anlatmaya başlıyor. Gemideki insanların sürekli gülüşmelerine ve sürekli telaş halinde olmalarına dayanamayan kahramanımız, kendini gündüzleri uyuyup geceleri ayakta kalmaya alıştırıyor. Bu şekilde kendini insanlardan uzak tutuyor. Ancak gece kendini yalnız sandığı bir anda, karanlıktan yüzünü göremediği, yalnızca bazen yanan piposunu görebildiği bir adamla karşılaşıyor. Yani Amok Koşucusuyla…

Amok şöyle bir şey: Bir Malezyalı, son derece sade, son derece iyiliksever bir insan, içkisini içiyor… orada öylece oturuyor, duygusuz, umursamaz, donuk… tıpkı benim odamda oturduğum gibi… ve birden ayağa fırlıyor, hançerini kapıyor ve sokağa koşuyor… dosdoğru koşuyor, hep dosdoğru… nereye olduğunu bilmeden

Amok’u bu şekilde tanımlayan ve kendini tam olarak ona benzeten esrarengiz adam, artık dayanamayıp yaşadığı her şeyi anlatmaya başlıyor. Başarılı ve kendi çapında bilinen bir doktorun, bir anlık gurur ve kibrine yenik düşüp nasıl pişman olduğunu görüyoruz bu hikayede. Yardım edebileceği bir insana yardım etmemenin verdiği pişmanlıkla her şeyini geride bırakıp nasıl amok koşucusuna dönüştüğünü görüyoruz. Bir doktorun çırpınışını ama geç kalışının nasıl hayatının amacı haline dönüştüğünü…

Pişmanlık insanı ne kadar değiştirebilir? Hayatını, bir insana yardım etmek uğruna hiçe sayabilecek kadar değiştirebilirmiş. Duygular ne kadar bir arada bulunabilir? Nefret, kibir, pişmanlık, yardımseverlik, belki de aşk… Bunların hepsini birlikte görüyoruz ve hissediyoruz. Ama hepsinden önemlisi bir Amok’un nasıl olduğunu gerçekten hissettim. O amaçsız, kimseyi görmeden koşmanın nasıl olduğunu, saygın bir insanın o gülünç duruma düşerken nasıl bu kadar hedefinden sapmadığını gördüm diyebilirim. Amaçsız koşu dedim ama belki de hayatında hep insanlara yardım eden bir insanın amacına koşuşudur, bilemiyorum. Amok’un nasıl bir psikoloji olduğunu ve neler hissettirdiğini anlatamam ama hissettirdiklerinin çok farklı olduğunu söyleyebilirim.

Kitabın ismindeki “Amok”tan söz edilecek olursa, aslında bu bir hastalık. Kısacası, önündeki her şeyi yakarak yıkarak kendi ölümünü hazırlayanlara böyle denir. Bu bilgi size kitap hakkında ufakça bir fikir vermiş olsa gerek.

Ve son olarak: “Söz konusu başkalarının derdi olunca nasıl da hep daha zeki ve daha nesnel oluruz.”

Amok Koşucusu kitabını hepinize tavsiye ediyorum, iyi okumalar.

4 Comments

  1. Eleştiriyi keyifle okudum. Bir çok konuda paralel düşünmemiz beni mutlu etti. Zweig psikoloji kuramlarını titlesız anlatıyor yaşatıyor.

  2. kitabı yeni bitirdim ve aklıma bir soru takıldı. en sondaki cümlede ne anlatmaya çalışıyor? bir fikriniz var mı?

    • Orda gazetedeki haberleri okuduktan sonra hayali bir şekilde doktoru gördugunu anımsar. Ama doktor yaşamıyor , o kendini tabut indirilirken gemiden tabutun üstüne atlayın tabutla beraber denizi boylamis evet gerçek bir amok koşucusu

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Kitap İncelemeleri Kategorisinde Son Yazılar