Müzeler; devletlerin ve milletlerin hafızasını yaratan ve hatta tarihselliğini oluşturan mekânlardır. Bir devletin küçük ölçekte tezahürü, o coğrafyanın ve insanının tarihsel varlığının belgesidir. Müzelerde bütün zamanlar bir mekâna sığdırılır. Bunun yanında, müze bir eğitim yeridir. İnsanlar bu mekânlarla birlikte sahip oldukları kimliği öğrenir. Ayrıca, bir milletin varlığı sergilenir. Bunlara ek olarak, müzeler bir ülkenin tarihe, arkeolojiye ve sanata ne kadar önem verdiğinin en önemli göstergelerinden biridir. Müzeleri berbat bir milletin sanata ve tarihe verdiği değeri tartışmaya lüzum yoktur. Ancak o millet, değer veriyormuş gibi görünüyor olabilir.
Ülkemizde müzeyle alakalı en büyük eksiklik, milli ve merkezi bir müzemizin olmamasıdır. Türkiye de dünya ile birlikte özellikle 1990’lı yıllardan sonra müzecilik akımına tutuldu. Fakat bu akım genellikle içi boş bir müzecilik ortaya çıkarmıştır.
Türkiye’de birçok kişi müzelerin varlığından bile haberdar değildir. Aslında eğlenceli yerler olabilen müzelere ilgimiz oldukça az. Bunun birçok sebebi var fakat kesinlikle bunun sebebi genetik değil. Genetikten kastım tıbbi bir terimden ziyade milletin karakteristik hafızasıdır. Ülkemizde bir Louvre Müzesi var ve çocuklar o müzelere götürülüp gezdiriliyor mu da bu müzecilik gelişecek? İnsanlar bu mekânlara ilgi duyamayacak kadar alakasızlar. Zaten bir insan azıcık görmüş, okumuş, alakadar olmuş olsa bu konu ilgisini çekecektir.
Burada birçok faktör sıralanabilirse de esas olarak bir merkezi müzenin varlığının olmayışı sorun teşkil ediyor. Türkiye’nin milli ve modern bir müzeye ihtiyacı vardır. Depolarımızda sergilenmeyi bekleyen birçok eser olduğu söyleniyor. Bu merkezi müzede bunlar da sergilenecek yer bulmalı ve diğer mekânlardaki uygun eserler bu müzeye akmalıdır. Eserlerin, konusuna ve amacına uygun şekilde böyle bir merkeze toplanarak sergilenmesi, hem ülkemiz hem de insanımız için oldukça faydalı olacaktır.
Ayrıca Topkapı Sarayı Müzesi gibi yerler oldukça yanlış bir sergileme içerisindedirler. Topkapı Sarayı kesinlikle hacminin çok üzerinde ziyaretçiyi kaldırmaya çalışıyor. Bu kadar ziyaretçi Topkapı Sarayı’nı yıpratıyor ve bu doluluğun mevcudiyeti de restorasyon çalışmalarına cesaret etmeyi güçleştiriyor. Hâlbuki orada sergilenen birçok eser, bahsettiğim gibi bir merkezi müzeye aktarılsa; hem Topkapı Sarayı’nın yükü azalır hem de Saray kendi amacına uygun ziyarete açılmış olur. Orada sergilenmesi gerekenler; Topkapı Sarayı’nın kendi mimarisi, kendi sanatı ve kutsal emanetler olmalıdır. Diğer kıymetli eserler ise bu bahsettiğim merkezi ve milli müzeye aktarılmalıdır.
Kısacası Türkiye’nin Louvre, British Museum, Metropolitan Müzesi gibi bir müzeye ihtiyacı vardır. İhtiyacımız olan müze oldukça hacimli olmalı ve yüklü miktarda ziyaretçiyi kaldırabilmelidir. Müze bir kamu müzesi olmalı fakat özel bir yönetim kurulu olmalıdır. Bu merkezi müzede gerekli bakımı ve ilgiyi gösterebilecek tam bir ekip bulunacağından dolayı kıymetli ve uygun eserler bu müzede toplanmalıdır. Bu şekilde ülkemizdeki birçok müzenin restorasyonunun önündeki engel de kalkmış olacaktır.
Aslında müzelerle bir tarih de yaratılmaktadır. Bu yüzden hükümetlerin müzelere olan etkisi de oldukça fazladır. İdeolojik olarak hükümetler müzelere etki etmektedirler. Fakat ülkemizde bu durum, hükümete ve yönetime hangi kesim gelirse gelsin, yıkıcı bir şekilde olmaktadır. Bu yüzden, bu sorunun çözümü bütüncül bir yaklaşımdadır. Osmanlı ve Selçuklu sanatına kıymet verirken aynı zamanda çağdaş sanata ve bu coğrafyada bulunan daha eski eserlere de değer vermek gereklidir. Yahut Selçuklu öncesi Türk tarihine değer verirken aynı zamanda Osmanlı’ya da kıymet verilmelidir. Yani kısacası, tüm eserler kucaklanmalıdır. Ne yazık ki günümüzde tarihi ve sanatsal eserler arasında ayırım yapılmakta, Osmanlı ve Selçuklu dönemi eserleri ön plana çıkarılırken diğer eserler geri plana itilmektedir. Bu ise bütüncül bakış açısından uzak bir tutum olup hatalı ve noksandır.
Bahsettiğim gibi, yeni açılacak merkezi müzenin hem tarihi hem moderni ve hem de çağdaşı bir arada kapsayıp kaldırabilecek bir hüviyete sahip olması gerekiyor. Lakin ilk aşamada, özellikle tarihi ve modern bir müzeye ağırlık verilmeli. Çağdaş (contemporary) kısmı ise zamanla hacmine göre genişletilebilir. Lakin ilk öncelik, tarih ve modernite olmalıdır.
Tek açıdan olaya bakıp, işin içine ideolojileri karıştırdığımız zaman durum ne yazık ki vahim bir hal alabilir. Açıkçası, müzelerde devlet ideolojileri her zaman hakimdir. Lakin en azından bütüncül bir kapsayıcılık olması gereklidir. Bu da entelektüel bir birikimle olabilir. Çocuklarımız müzelere gidip oyun oynamasını öğrenmelidir. Geleceğin nesillerine müzenin olağan ve öğretici bir yer olduğunu gösterebilmeliyiz. Bunu milli ve merkezi bir müze ile yapabilmek çok daha olağandır. Anlatılacak olan “bizim” tarihimizdir. Bizim tarihimizden yalnızca Osmanlı’yı anlamamak gerekir. Ayrıca, müzelerde “bize ait olmayan” eserlerden başka medeniyet ve kültürleri öğrenirsiniz. Kısacası, sonuç olarak bütüncül bir müze şarttır.
Bir başka sorun ise müzelerimizin hiçbir şey bilinmeden gezilmesindedir. Bir esere baktığınızda; onun tarihini ve anlamını bilmeden keyif alamaz, bir şeyler öğrenemez ve bir sonraki boş vaktinizi müze için harcamazsınız. Buradaki temel mesele, bunların müzelerce öğretilememesinde yatıyor. Yani müzelerimizdeki eserleri, müze gezenlere öğretemiyoruz. Suçun çoğu, müzelerin kendisindedir.
Bu sorun için yapılması gerekenler, başka müzeleri örnek almakta yatıyor. Müzelerimizin –ve tabi ki kurulması gerekli olan milli ve merkezi müzemizin- özenle ve ayrıntıyla hazırlanmış sesli rehbere (audioguide) ihtiyacı vardır. Eserlerimiz düzenle sıralanıp numaralandırılacak ve gezen kişi, ilgisini çeken eserin numarasıyla birlikte, o eserin tarihini ve anlamını dinleyerek –ve görerek- öğrenecektir. Bu, bütün dünyada bu şekildedir. Bu sesli rehberler parayla satılır ve müzeler bunlardan ayrıca gelir elde ederler.
Müzelerimizin telefon uygulamaları olmalı ve bu uygulamalardan eserlerle ilgili bilgiler ve materyaller indirilebilmelidir. Bunlar gerekirse ücretli de olabilir –mesela Louvre Müzesi’nin telefon uygulaması aynen böyledir- ve müzenin geliri olarak kullanılabilir.
Bunun yanında; eserlerimizin ve özellikle en kıymetli olanlarının sanatını, tarihini ve inceliklerini anlatan bilgilendirme kartlarına ihtiyacımız vardır. Bu kartlar, eserin yanında duracaklar ve insanlar bu kartlara bakarak eserleri öğreneceklerdir. Kartlarda eserlerin açıklaması olmalı ve görsel olarak anlatılmalıdır. İşte bunlar, müzeleri eğlenceli ve öğretici yerler haline getirmenin yüzlerce yolundan sadece birkaçıdır.
Boş boş bakıp müze içerisinde yürümek müzeyi gezmek değildir. Öğrenmeli, nerede ne denmek istediğini öğrenmelidir. Bizim müzeciliğimiz ve müze gezenlerimizin algısı baştan aşağıya hatalıdır. Müze denen şeyden zevk alabilmek ve ilgi gösterebilmek için en başta eserleri bilmek yahut anlayabilmek lazımdır. Bu ne yazık ki Türkiye’deki birçok müzede mümkün değildir. Genelde boş boş bakıp çıkmayı müze gezmek sanıyoruz. İşte bu algıları; merkezi, büyük ve milli bir müzeyle birlikte değiştirmeliyiz.
İnsanlarımıza müzeyi rahat kılmalıyız. Rahat rahat dolaşabilecekleri ve eserleri uzunca inceleyebilecekleri koridorlar yapmalı ve çocukların eserler arasında kolayca eğlenebilecekleri şekilde müzemizi inşa etmeliyiz. Müzelerimizde ücretsiz internet, oda ve koridorlarında oturulup dinlenilebilecek rahat koltuklar bulunmalı. Ayrıca merkezi müzemizde bir de çok kıymetli kaynakların olacağı, tarih ve sanat tarihiyle ilgili akademik bir kütüphane kurulmalıdır. Bu akademik kütüphane, herkese değil; ilgili ciddi akademisyenlere ve belki de konuyla alakalı üniversitelerimize açık olmalıdır.
Müzelerdeki eserleri anlatan binlerce ton ağırlığında kitaplar hazırlayın, isterseniz ders müfredatlarına sahip olduğumuz tarihi eserleri ekleyin ve bunları zorunlu sınav sorusu yapın. Fakat bu saydıklarımın hiçbirisi, müzede gören ve müzede öğrenen kişi gibi olamayacaktır. Müzeye gelip sesli rehberin kulaklığıyla eserlerin ne olduğunu öğrenen çocuk herkesten bir adım önde olacaktır.
Müzelerimizle ilgili kişilerin yabancı müzelerden dersler çıkarması ve ülkemizde iyileştirmeler yapması gerekmektedir. Bu iyileştirmeleri yapmak için büyük bir adım atılmalı ve bu amaçla, Türkiye’nin ihtiyacı olan milli, merkezi ve geniş hacimli; modern ve tarihi bir müze kurulmalıdır. Baştan kurulacak olan bu müze ile birlikte tüm bu ayrıntılar dikkate alınmalı ve diğer müzelerimize örnek olmalıdır. Nesillerimizin eğitiminde, ülkemizin ve yurttaşlarımızın medeniyetleri anlamlandırma konusunda belki de en önemli birim olan müzelerimize yeterli ilgiyi göstermek zorundayız.