Rakamları parmaklarımızı sayarak öğreniriz. Bu sayma işlemini yaparken, parmak adlarını sınırladığımızı pek çoğumuz bilmeyiz. İşte bizi kimi zaman kaleme kimi zaman sevdiklerimize, kimi zamansa telefonlarımıza bağlayan parmaklarımızın asıl isimleri; "Pır, ekki, uç, dürt, baş".
"Bana pek sert vurmuşlar bir yerlerim ağrıyor
Ya gün boyu bastıran uyku
Sevincin sesi çıkmıyor "
Behçet Necatigil'in yukarıdaki dizelerine baktığınızda sizler de belki dayak yiyen bir adamı anlattığını düşünebilirsiniz benim gibi.
Yanılıyorum, yanılıyorsunuz, yanılıyoruz,
Bakıyoruz görmüyoruz, yeniliyoruz!
Şiirin adı: "Daktilo"
Daktilo ismini nereden alıyor?
Gramofon gibi tahtından indirilen daktilo parmaktan alır ismini. "Daktyl" parmak demektir.
"Eski Anadolu'da tanrıların anası sayılan Kybele'nin Girit'teki mağarada Zeus'u dünyaya getirirken sağ elinin toprağa baktığına inanılır. Toprakta izi çıkan beş "daktyl"in her birinden savaşçı rahip dünyaya gelir ve kalkanlarını vuruşturarak raksa başlarlar."
Düşünsenize ayak parmaklarımızı saymazsak bile yanımızda on tane savaşçı var. Sizinkilerle henüz tanışmamış ya da yakından tanımıyor olabilirim ama siz bilin ki benim savaşçılarım mai renkli barış savaşçıları, düş savaşçıları…
Bu hikayeyi ya da diğer bir deyişle bu efsaneyi duyduktan sonra bunca düşünce ile daktiloda yazı yazdığımı, savaşçılarımla beraber olduğumu hissediyorum ve tuşlara her vuruşumda kelimelerin kağıt üzerindeki dansını görebiliyorum.
Daktilo nerden gelmiş nereye gidiyor?
Bir zamanlar gelişmenin simgesi iken, günümüzde geri kalmışlığın göstergesi olarak kabul ediliyor. Oysa, alıştığımız görüntüsüne hiç de kolay kavuşmamıştır daktilo.
İlk daktilolar, daha doğrusu yazı makineleri halı dokuma tezgahına benziyorlardı. Enteresan olansa daktilolara atılan ilk adımın William Austin Burt adlı Amerikalı bir çiftçiye ait olmasıdır. Bu adımları koşuya dönüştüren ise Christopher Sholes'tir. İlham kaynağını ise yakından tanıyoruz: Piyano!..
Sholes, tıpkı piyano gibi küçük çekiçlerin hareket etmesi sonucu yazı yazan bir makine yapabilmek için tüm servetini ortaya koyar. Ne var ki, yalnızca bisküvi ve elma yiyerek çalıştığı günlerin ardından icat ettiği makineyi üretecek bir yatırımcı bulamaz. Bir süre sonra Eliphalet Remington adlı yatırımcı Sholes'in projesini o günlerde üstünde çalıştığı yeni bir makine ile birleştirir ve böylelikle daktilo doğar.
Piyanodan esinlenerek hazırlanan yazı makinesi çizimlerini, üretmekte olduğu dikiş makinesi ile kaynaştırır. Daktilonun babası piyano, annesi ise dikiş makinesidir anlayacağınız.
Bir kumaş üzerine nota işlemek gibidir daktiloyla yazı yazmak. Hiç tecrübe etmesem de hayalim var. Şairin de dediği gibi,
"Düş gücü iç zenginliği veriyor insana."
Heeeey!
Siz de duymaya başladınız mı barış savaşçıların sesini?
NE GÜZEL ÇALAYSUN
Sunay Akın bir anısını şöyle anlatıyor :
"Karadenizli halk ozanlarından Maçkalı Kara Haydar, 80'li yılların başında İstanbul'a göç ettiğinde ailesi ile beraber misafirliğe gelmişti evimize. Odamda şiirlerimi daktilo ederken, Kara Haydar'ın yedi yaşındaki oğlu kapıyı çalarak içeri girdi. Hiç konuşmayan çocuk, başını masaya dayadığı ellerinin üstüne koyarak, dakikalarca daktiloya baktı. Sonra şunları söyledi, hayranlık taşıyan bir ses tonuyla "Ne güzel çalaysun. Benim babam da kemençe çalay!.."
Günün birinde piyano ve dikiş makinesinin biricik yavruları daktiloyla güzel besteler yapmak ümidiyle…
Kemençe demişken şiddetle tavsiye edilir!
Basit birkaç düşünceyle ortaya yaratıcı şeyler çıkabiliyor demek ki. Bunun farkında olarak yaşamak lazım. Bakma ve görmenin farkı burada ortaya çıkıyor işte. Farkındalık için ve müzik için teşekkürler sayın yazar…