Hollanda’nın Mart soğuğunda dünyaya gelen, dünyaca ününü maalesef ölümünden pek kısa süre sonra kazanmış bir ressamdan bahsediyoruz. Bugün konumuz ‘Vincent Van Gogh’.
Gayet sağlıklı bir karakter ile dünyaya gelen Van Gogh’u pek çoğumuz iki yönüyle biliriz: Birincisi yapmış olduğu Yıldızlı Geceler (The Starry Night) tablosu (kapak görseli).
İkincisi ise kendi kulağını kesmiş olduğu hadise.
Sonrasında ise intihar girişimini de göz önünde bulundurursak yaşamış olduklarının onu ne hale getirdiği ortada. Peki onu bu hale getiren şey neydi? Böylesi bir psikolojik çöküntünde bunca benzersiz resim yapmış olmasıyla neye, kimlere borçluydu? Sahi Van Gogh’u kendisi yapan şey neydi?
Bu soruları pek çok kimsenin bilmediği iki yönüyle açıklayabiliriz. Birincisi şu ki: Kardeşi Theo her zaman abisi Van Gogh’a destek çıkmıştı. Abisinin yeteneğini fark etmiş ve bunalım halindeyken farklı şehirlerde olmasına rağmen yanına çağırmış ve Van Gogh’un zamanının güzel hocalarından resim tekniği dersleri almasını sağlamıştı. İntihar girişiminde dahi son anda yetişmiş ancak çabaları yeterli olmamış ve iki gün sonra Van Gogh vefat etmiştir.
İkincisi söyleyeceğim ise bu yazının yazılmasına vesile olan konu: Digoksin
Digoksin ve Van Gogh
Digoksin, kalp yetmezliği tedavisinde kullanılan dijitaller grubu ilaçlardan bir tanesidir. Aslında en önemlisidir. İlacın ham maddesi ise digitalis purpurae diye adlandırılan ‘yüksük otu’ bitkisidir.
Digoksin her ne kadar günümüzde kalbin vücuda kan pompalamada yetersiz olduğu hastalarda kalp kasılma gücünü arttırıcı bir ilaç olarak kullanılsa da Van Gogh’un yaşadığı vakitler kullanım amacı çok farklıydı. O zamanlar bipolar hastalık, epilepsi nöbetleri gibi nörolojik problemler için kullanılan bir ilaçtı. Van Gogh’un da bir hayli psikolojik problemlerinin olduğunu hatta bunun resimleri için kullandığı boyaları yemelere kadar gittiğini biliyoruz.
İki hafta kadar hastanede tedavi gören Van Gogh o dönem şartlarında çok yüksek ihtimalle digoksin kullandığı varsayılıyor. Peki nasıl varsayıyoruz? Yüksük otundan ötürü, değerli okur.
Ta da! Van Gogh’un resimde görüldüğü önündeki bitkinin yüksük otuna çok benzediği aşikar. Bu da doğrudan bizi digoksin ilacının maruziyetine kaldığını gösteriyor elbette. Ancak digoksinle Van Gogh’un resimleri ne alaka diyebildiğinizi duyuyorum? İşte geldik büyük kısma.
Her ilaç gibi digoksinin de birtakım yan etkileri vardır. Digoksin kullanımı baş ağrısı, deliryum, nöbetler, bulantı kusma, taşikardiye neden olabilirken bizim için en önemli yan etkisi olan sarı-yeşil diskromatopsi gibi bir yan etki de oluşturabilmesidir. Peki, sarı-yeşil diskromatopsisi ne demek? Dünyayı sarı ve yeşilden ibaret görmek demek.
O koca sır, işte bu kadardı. Van Gogh’u büyük bir ressam yapan bir ilacın yan etkisiydi. Bir nevi kafasının güzel olmasıydı.
Çok mu tuhaf geldi? İşte bakın sayısız örnek arasından birkaç örnek:
Van Gogh’un yıllara göre tablolarını incelediğimizde ise önceleri daha koyu renkler kullanırken sonrasında bu tavrını değiştirip sarı-yeşil tonlar üzerinde çok daha fazla durmuş olması da bu konuda tezleri kuvvetlendiriyor.
Velhasıl Van Gogh böylece Van Gogh oluyor. Bizler ise öğrendiklerimizle tekrar tekrar hayrete düşüyoruz.
Bu yazıdaki gibi…