“Bir saat mutlu olmak istiyorsan
Şekerleme yap.
Bir gün mutlu olmak istiyorsan
Balık tut.
Bir hafta mutlu olmak istiyorsan
Tatile çık.
Bir ay mutlu olmak istiyorsan
Evlen.
Bir yıl mutlu olmak istiyorsan
Servete kon.
Bir ömür boyu mutlu olmak istiyorsan
Sevdiğin işi yap…” der bir Çin atasözü. Hangi zamandan kaldığı belli olmayan bir sözün günümüz için bu kadar doğru olmasıyla beraber uygulamasının bir o kadar yanlış olması… Bugün de tam olarak bundan ve yarış atı gibi yetişen öğrencilerden bahsetmek istiyorum aslında. Biraz kendimde gördüğüm biraz da bu sene daha yeni üniversite sınavına giren kız kardeşimde gördüğüm sürecin sonuçlarından bahsetmek…
Ülkemizde uzun yıllardır görülen bir sendromdur belki yarış atı sendromu. Liseye geçecek veya daha çok üniversite sınavına çalışan çocukları, çocuklarımızı “yarış atı”ndan hallice görmek ciddi birçok problemleri beraberinde getiriyor. Adı sanı bilinmeyen bir fakültede okuyup mühendis olmak, avukat olmak ya da aklınıza gelebilecek herhangi bir 4 senelik fakülte mezunu bir çalışan olmak mutlulukla eş değer tutuluyor. Neden? “4 senelik bir fakültede okusun da ne okursa okusun” anlayışıyla yetiştirilen çocuklar gerçek manada kapasite ve yeteneklerinin olup olmadığına bakılmaksızın bir yarışın içinde heveslerinden ve yeteneklerinden uzakta çalışmaya zorlanıyor. Başarı sınırlandırılıyor. Ve o sınırı geçemeyen, 10 tane matematik ya da Türkçe çözemeyen çocuk, geri zekalı ya da daha hafif tabiriyle başarısız damgası yemekten kurtulamıyor. Herkesin doktor, mühendis, öğretmen, avukat ya da o ailenin belirlediği herhangi bir başarı göstergesi olarak belirlenen mesleklerden birini kazanamayan öğrenci, otomatik olarak yetersiz ve beceriksiz olarak adlandırılıyor. Peki, ne kadar doğru?
Doğruluğu tartışmaya açık olmakla beraber ailelerin hepsi bu konuda kendine haklı sebepler çıkarmakta. Ben mesela: Aileden gelen başarı hırsının bir çeşit kurbanlarından biri olarak onların istediği başarının bir tık altına düştüğüm anda ciddi kızgınlıkların olduğu hala dün gibi aklımda. Etkisi ne oldu bana? Hala bir şeyleri yaparken kendimden önce ailemi tatmin etmek istiyorum mesela. “Aferin” desinler istiyorum. Onların tabiriyle “Başarısız” olduğum zamanları unutturmak ve ağızlarından “Aferin kızım” lafını duymak istiyorum. Kendimi değil çoğu zaman hala onları tatmin etmek için çalışıyorum.
Ben aslında nispeten iyi örneklerden biri gibiyim. Her sene ailelerince “başarısız” damgası yediklerini düşünen çocukların intihar haberlerini o ya da bu şekilde sürekli duyuyoruz. Sırf o istenilen ve sınırları keskin şekilde belirlenen yeterlilik olgusunun içine giremediğini düşündüğü için intihar eden o genç canlar. Ya da ailesi istedi diye istemediği bölümü zorla okuyan diğer başka çocuklar…
Peki, başka bir konuya değinelim. Yukarıdaki atasözü ne diyordu? “Ömür boyu mutlu olmak istiyorsan sevdiğin işi yap.” İşte meselenin önemli bir noktası da burada başlıyor zaten. TÜİK’in verilerine göre Türkiye’de üniversite mezunların %15,2’si işsiz. İş sahibi olanların ise önemli bir kısmı mezun oldukları bölümün işini yapmıyor. Diğer bir istatistik ise gösteriyor ki Türkiye’de meslek sahibi olanların ancak %7 ila %12’si mesleğini severek yapıyor. Yani atasözünde bahsettiğimiz bir ömür boyu mutluluğa sahip olan kesimi sadece o %12’lik kısım oluşturuyor.
Bunca lafı söyledikten sonra yapılması gereken basit aslında… Matematik ya da fen çözemedi diye aptal damgası yapıştırmaktan vazgeçip insanların farklı zeka türlerine sahip olduğunu bilmek ve bunu keşfetmeye çalışmak başta… Ebeveynler, kardeşler ya da yol göstermek isteyenler olarak daha sonra yapmamız gereken şey çocuğumuzu dinlemek… Ne istiyor, nelere yetenekli, neyi yapmaktan mutluluk duyuyor? Dinlemek, anlamak ve ona göre parayı ya da statüyü aşırı önemli bir yere koymadan yönlendirmek… Ve asıl önemli, en önemli konu karşımızdakinin bir “yarış atı”ndan ziyade bizden bağımsız bir ‘birey’ olduğunu onun hayatını ondan başkasının yaşamayacağını hatırlayıp onun hayatındaki en önemli rolümüzün destek olmak olduğunu unutmamak…
Bu güncel konuya parmak bastığınız için teşekkür ederim. Aslında ben de uzun zamandır bu konuda bir yazı yazmak istiyordum. Eklemek istediğim bir kaç konu var. Dark dizisini seyredenler determinist siklusu yani engellenemez döngüyü bilirler 🙂 Burada maalesef tuhaf bir döngü var.
Eğer bir ebeveyn çocuklarını yarış atı gibi yetiştirip sürekli gazlayıp başarılı olması için baskı yaparsa, çocuğu gelecekte sizin dediğiniz şekilde ‘olabilir’. Peki bir ebeveynin çocuğuna ben seni ve yeteneklerini destekliyorum demesi ne kadar doğru? Böyle güllük gülistanlık bir ortamda çocuğun içindeki başarıyı veya yeteneği ortaya çıkarması mı beklenir yoksa günümüz çocukları gibi telefonu eline alıp günü yatağında geçirmesi mi?
İkinci nokta ‘test şeklinde ciddi bir sınav gerekli mi?’ Bence kesinlikle gerekli. Bu sınav aslında yalnızca zekayı ölçmüyor. Çalışma azmini, disiplini, süreyi kullanma, stresi kontrol edebilme, matematiksel düşünebilme ve ‘objektif kriterlerde yarışabilme’ becerilerini ölçüyor.
Peki sınava neden ihtiyacımız var? Arz talep meselesi. Artan nüfusla beraber herkes kas gücü gerektiren yorucu ve az ücretli işler yerine masa başı, prestijli, zeka gerektiren, yüksek maaşlı işlere yöneldi. Bu işlerde özellikle devlet için kadrolar sınırlı. Ama talep çok. Mülakat/sözlü tarzı bir sınav olsa %99 torpil, eşitsizlik, adaletsizlik olacak. Geriye doğal seçilimin rakibi, hemen her ülkede uygulanan test sınavı kalıyor. Bu sınav olmalı mı? Kesinlikle. Yoksa garibanın çocuğu için okumak yine bir hayal olur 🙂
Peki ebeveynler neden baskı yapıyor? Bunun bir çok sebebi olabilir ama çoğunlukla ‘Çocuğum benim gibi sürünmesin’ kaygısı güdüyorlar. Mutlu olsun, iyi para kazansın, kendi ayakları üzerinde durabilsin, hayatı istediği biçimde yaşasın kaygısı. Çocuğun piyanist olmak istiyorsa yine olsun ama realist düşünürsek iyi bir piyanist olma ihtimali, oturup sınava çalışıp iyi bir üniversite kazanma ihtimalinden daha düşük. Bunun dışında zaten çoğu aile parasızlıkla fakirlikle boğuşuyor. Çocuklarının bu durumda olmasını istemiyorlar doğal olarak. Bu yüzden çocuğun arkasında durmak gerekir evet ama ‘hadi çocuğum hayallerini gerçekleştir kanatlan ve uç’ diyebilecek kadar iyimser olanlar ancak ‘parası ve imkanı bol’ olanlardır. Gerisi yine arkasında duracak ancak ‘çalışırsa, ter dökerse, gecelerse’ yani elinden geleni yapar ama olmazsa, arkasında duracak. Zira çocuğun hayatta kalabilmeyi, yaşamayı, para kazanmayı öğrenebilmesi için böyle bir tempoyu böyle bir ‘zorluğu’ tek başına yüklenmesi gerekecektir.
Son olarak şunu söylemek istiyorum. Herkes doktor, mühendis olmak zorunda değil. Ama ‘sınav sistemi’ olmak zorunda. Zaten tuhaflıkta burada. 2.5 milyon öğrencinin hepsi sınava girmek zorunda değil. Ama sınava girerlerse birileri birinci, birileri sonuncu olacak. Elbette alternatif sistemler de tartışılır ama ‘hayat bile bir sınavdır’ yani sınavdan kaçış yok maalesef. Twitter benzeri mecralarda ‘sisteminiz batsın’ ‘yarış atı’ ‘sınava ne gerek var’ yakıştırmalarını görünce “çalışan emeğinin karşılığını alır, sınav olmazsa kimse çalışmaz” diyor, herkese mutlu günler diliyorum.
Ben bu konu hakkinda kimim2 de ele aldım . Gerçektende sıkıntılı bir süreç bizim gibi düşünen insanların da olması gelecek için bir ışık aslında . Dark da olduğu gb tam bir döngü de yaşıyoruz aslında herşey anne karnında başlıyor . Bunu üzerine seninle başlamadı diye kişisel kitabı öneririm . Hem böylelikle bu döngü ye dur demek elinizde olabilir