İlk yazımda sizlere günümüzden baya ilerde, gelecekte evine para götürebilmek için ağaçları kesen bir belediye işçisinden bahsetmiştim. Bu yazımda da yeşil görmeyen gözler var.
Belki haberlerde görmüşsünüzdür, özellikle Ramazan Bayramında piknik alanlarına veya ormanlara piknik yapmaya giden insanlar(!), ortalıkta hep çöplerini bırakıp gitmişler, ağaçlık alanları ve ormanları kirletmişler. Doğayı kirletmişler. Çöplerini hangi yüzle ve akılla oralarda bırakıp gitmişler anlayamıyorum. Akıllarına mı gelmiyor çöplerini toplamak, nasıl insanlar bunlar, bu nasıl bir zihniyet? Bu insanlar minder getirmişler, yırtılmış, bırakıp gitmişler. Altlarına sermek için halı getirmişler, bu çöp oldu artık diye ormanın ortasında bırakıp gitmişler. İçtikleri gazlı içeceklerin, meyve sularının paketlerini toplamadan gitmişler. Yazık değil mi ormanlarımıza, milli servetlerimize?
Peki sadece ormanlarımız mı? Hayır, hayır. Sahillerimiz, yol ve otoban kenarları, çeşme ve hayratların etrafı da hep böyle olmuş. Yazık gerçekten yazık…
Tatil yapmaya giden tatilciler, çöplerini ve artıklarını bırakıp geri dönmüşler. Ama onlar cahil olmuş artık, yazık onlara. Çöplerini değil, geride “insanlıklarını” bırakıp döndüklerini bilmiyorlar. Biraz ağır konuştum ama neyse…
Sonra orman yangınları çıkıyor. Neden çıkıyor? Ağaçlık alanlara bırakılıp gidilen cam şişeler yüzünden, yoldan geçerken biten sigarasının izmaritini arabasının camından ormanlık alana doğru fırlatanlar yüzünden, gidip ağaçların arasında piknik yapıp etleri löp löp götürüp sonra da mangalın külünü dökerek söndürmeden gidenler yüzünden.
Yeşilin değerini bilmiyoruz. Eğer bilseydik çöp atmazdık hem yerlere hem ormanlara, ağaçlara. Bazı insanlar gördüm, “ya nasıl olsa belediye hizmetlisi süpürecek buraları” diye rahatça saçıyor etrafa çöplerini. Cesur olup uyarmak lazım böyle insanları da, tabi kavga çıkarmamak için kibarca uyarmak lazım.
Bir de kahramanımız var. Melahat Peker isimli bir teyzemiz. Bu teyzemiz, evinin önüne, kaldırıma yoldan geçenler yesin diye elma ağaçları ve dut ağacı dikmiş. Ama bir insancık gitmiş şikayet etmiş. Belediye de haklı bulmuş şikayeti, kesmiş fidanları. Bunu gören teyzenin o nurlu yüzünden dökülmemesi gereken gözyaşları dökülmüş. Ve sırtlamış kesilen dut fidanını, tutmuş belediyenin yolunu. Belediye başkanının karşısına çıkıp sormuş hesabını niye kestiniz ağaçlarımızı diye. Hesap sormuş teyzemiz, cesur bir şekilde. Yer göstermişler teyzeye, buraya dik ağaçlarını diye. Ama ne anlamı var ki artık? Ağaçları kesilmiş bir kere teyzenin. Olmaz demiş Melahat teyze ve kesilen fidanların dallarını belki bir umutla tekrar yeşerir diye toprağa dikmiş. Ama o ağaçlar artık öldü tabi. Ama aslında ölen ağaçlar değil, insanlık…
Bilirsiniz geçenlerde bir sel felaketi yaşadık. İstanbul’da. Evleri su bastı, iş yerlerini su bastı. İnsanların eşyaları ve malları yalan oldu. Birçok aile büyük zarara uğradı. Peki neden oldu bunlar? Acaba yeşil alanların az olmasından olabilir mi? Allah aşkına söyleyin bana, suyu emen toprak değil midir? Toprakta yetişen ağaçlar değil midir? Bu felaketin zarar verdiği hasarın en fazla olduğu yerler, işte bu toprağın ve ağaçların olmadığı yerler. Betonlaşma ve binalaşma her yeri kaplamış. İstanbul’da yeşil alan oranı %2 imiş. Bu normal değil, hiç normal değil. Eğer yeşil yok olursa biz de biteriz. Bu %2’lik alan neyimize yetecek? Mesela New York ve Londra gibi şehirlerde yeşil oranı en az %20. Bizim de yeşile ve ağaca ihtiyacımız var ki böyle felaketler yaşamayalım.
Soruyorum size, gerçekten hiç ağaç diktiniz mi? …
Ağaçlar ve ormanlar sadece bizim için değil, çocuklarımız ve torunlarımız için de var. Eğer şimdi sahip çıkmazsak çocuklarımız ve torunlarımız yeşili görmeye hasret kalacaklar. Hatta hiç yeşil görmeyen gözlerden olacaklar.
İlk yazım: Yeşil Görmeyen Gözler https://parlakjurnal.com/yesil-gormeyen-gozler/