Bahçesindeydim ilk önce. Hem kışını, hem yazını merak etmiştim. Baharlarını merak etmemiştim evet, baharlar güzel olurdu çünkü bana göre.
Aslında içeriden de izleyebilirdim bahçesini. Yerden göğe kadar camdı çünkü orası da. Yani yine ben öyle düşünürdüm, hırkanın kolunu bileğine kadar çekip buğulu camı da silebilirdin sonuçta.
Çok güzeldi bahçesi. Bazen kışın sonu kış gibi olsa da böyle de güzel diyebiliyordum. Ömrüm boyunca burada yaşasam ne güzeldi. Kışının soğuğunu da yazının bunaltıcılığını da kabul ederdim çünkü ben. Düzenine karışmak istemedim değil bu bahçenin. Bu şurada daha güzel olur, şu çiçeği buraya eksek ne olur ki? Ancak istemezdi sahibi, bir şey demezdi ama yapmazdı da istemediğini. Anlardın hemen. Olsun, misafirperverliğini çok seviyordum fazlasına gerek yoktu zaten.
Sahibi sadece başlarda bahçesini gezdirirken benimleydi, sonra arada bir gelir oldu sonra da arada bir kapıdan bakar oldu. Bir süre sonra bu buğulu camların ardını merak ettim tabii ki, öyleydim çünkü. Meraklıydım. Sabrımın da elimi tutup çekiştirdiği gün girdim o kapıdan.
Bahçenin güzelliklerinden kopmaya ödüm kopuyordu bir tarafa koşup camı silmek istedim hemen. Titredim, buğulu sandığım camlar buzluymuş meğer. Yanılmak bir miktar canımı yakmış olmalı, defalarca o buzlu camı silmeyi denediğimi hatırlıyorum hayal meyal. Belki de içeride bu kadar durmak yeterliydi. Kendi kendime sahiplendiğim o huzurlu bahçeme dönmeliydim. Çok az da olsa beni üzen bu hayal kırıklığı ile bahçeye çıktım. Aylardır yaşadığım bu güzel yerde, daha önce görmediğim biriyle karşılaştım. Ne adını sorabildim şaşkınlıktan ne de burada ne yaptığını. Fakat sahibi ona da bahçeyi gezdiriyordu eskisine benzer bir heyecanla. Artık yalnız değildim bu bahçede. Çok bencilim sanırım, benden başkasının burada olmasını istemedim. Sinirlendim. Tüm o bahçenin güzelliklerini unutup sadece camlara çok içerlememi bahane ederek, bir daha dönmemek üzere o bahçeden attım kendimi dışarıya. Çıkarken göz ucuyla geriye bir baktım tabii, bu film sahnelerine çok özenirdim. Yeni misafirin yüzünü gördüm uzaktan.
Ah safderun kendim, kimlerin kalbinde kimlere rastlarız gördün mü?
Konuk Yazar: Aparecium
Hikayesi olan, duygu yüklü bir yazı okuduğumu hissettim. Hatta bazı yerleri tam anlayamadım. Defalarca okudum. Yine de tam olarak anladığımı söyleyemem. O yüzden anlatmak istediğinizi değil anladığımı düşünerek bir şeyler söylemek istiyorum: İnsan umulmadık yerlerde ve zamanlarda öyle ummadığı şeylere rast geliyor ki: Gerçek olup olmadığını sorgulamaktan yoruluyor. Başkalarına anlatmak yerine susmak, saklamak istiyor. Sonra bir zaman geliyor, içine dönüp kendiyle konuşuyor. Hesaplaşıyor. Ve içinde saklı olanı fark ettikten sonra, farkında bile olmadan geçen onca zamana şaşırıyor. Fark ettiği için kendini bilgin sayıyor. Ancak çok geç fark ettiği için geç kalmış hissediyor. Ve öylece uzaktan seyrediyor. Başka birisi ondan önce bulsun diye, ondan önce fark etsin diye onu seyre dalıyor. Elinize sağlık sayın yazar. Ancak -bana göre- bazı yerlerde, gerek cümlelerdeki devriklik gerekse kopukluk akıcılığı bozmuş. Bazı edatlar ve bağlaçlar ise bana gereksiz gibi geldi. Maalesef benim de yazılarımda sık sık yaptığım bir hata bu. Ne yazık ki yazarken fark etmesi çok zor. Okurken de kendi vurgularımıza göre okuduğumuz için anlayamıyoruz. Ama bu küçük şeyleri görmezden gelirsek, doğrusu bence güzel bir üslubunuz var. Tekrar elinize sağlık.