Depremin sosyolojik etkileri, çoğunlukla göz ardı edilen bir konu olmakla birlikte hayati düzeyde önemlidir. En nihayetinde insani gelişim, doğa olayları ve afetler karşısında gösterilen reflekslerden izler taşır. İnsanlık tarihi içerisinde deprem gibi büyük yıkıma neden olan doğal afetler aynı zamanda kültürel ve inanç temelli gelişim üzerinde de belirleyici olmuştur. Gökten yeryüzüne süzülen yıldırımlar Zeus’a, yerküredeki devasa sarsıntılar ise; “Denizler ve Depremler Tanrısı” Poseidon’a atfedilmiştir. Modern dönemde ise bu yaygın inançlar yerini, bilimsel gelişmeler ışığında doğanın neden olduğu felaketlerin rasyonel sebeplerini araştırmaya ve tespit etmeye yönelik yaklaşımlara bırakmıştır. Günümüzde jeoloji ve jeofizik gibi bilim dalları deprem oluşumuna ilişkin global haritaların net, belirgin ve keskin şekilde hazırlanmasını mümkün kılmıştır. Bununla birlikte göz ardı edilmemesi gereken bir diğer durum ise depremlerin toplumlar üzerindeki sosyolojik etkileridir.
İçindekiler
Depremlerin Toplumlar Üzerindeki Etkisinin İşlevselci Yaklaşımla Analizi
Depremin sosyolojik etkileri, günümüzde birçok farklı perspektifle incelenmiştir. Buna karşın doğal afetler, sadece depremlerle sınırlı değildir. Dolayısıyla deprem sosyolojisine ilişkin sosyolojik yaklaşım ve kuramlar, genel anlamda afetler üzerine odaklanmıştır. Sosyoloji tarihinde doğal afetler sonrası toplumun refleksleri üzerinde yapılan en belirgin sosyolojik yorum Durkheim’a aittir.
Durkheim, doğal afetlerden sonra toplumların eğilimlerini incelemiş ve bazı saptamalarda bulunmuştur. Durkheim’ın tespitlerinin günümüzde de aynı ölçüde geçerli olduğu insan doğasının doğaüstü olaylara karşı verdiği tepkiden açık bir şekilde gözlemlenebilir. İşlevselci perspektifle afetleri yorumlayan Durkheim, afetin doğal ya da yapay nedenlerden bağımsız bir nitelikte olduğunu belirtmiştir.
Doğal afetler, bilineceği üzere herhangi bir beşeri etki içermez. Bununla birlikte bazı olağanüstü kriz anları ve afet durumları insan etkisiyle ortaya çıkabilir. Devasa yangınlar, söz konusu duruma verilebilecek en doğru örnektir. Tarihte birçok kez kontrol edilemeyen devasa yangınlar nedeniyle şehirlerin tahrip olduğu ve toplumların ciddi düzeyde hasar aldığı gözlemlenmiştir.
Durkheim’ın işlevselci bakış açısında göre beşeri ya da doğal olarak fark etmeksizin meydana gelen afetler sonucunda toplumlar; modern tabirler “konsolide” olma eğilimi gösterir. Bu durumun toplumun sıkılaşması, özüne dönmesi, birliktelik reaksiyonu göstermesi ve olağanüstü ölçüde yardımlaşma eğilimi göstermesi anlamına gelir.
Bununla birlikte Durkheim’ın tespitine göre bu tarz devasa kriz anlarında toplumlar; “sorumluluk alma” ve “sosyal dayanışma” gibi doğal bir eğilimle hareket eder. Irkçılık, mezhepçilik, dini ayrışma, toplumsal ayrışma gibi çoğunlukla statik bir olağanlığa sahip olan her türden toplumsal refleks, söz konusu kriz anında tamamen ortadan kalkar ve türdeşlik fikri yoğun empati eğilimiyle toplum tarafından benimsenir.
Deprem Sosyolojisinde Çatışmacı Yaklaşımlar
Depremin sosyolojik etkileri, sosyolojinin üzerinde çalıştığı hemen her konuda olduğu gibi iki temel karşıt yaklaşımın tespitleri üzerinden okunmalıdır. Sosyoloji tarihinde işlevselci yaklaşımın karşısında duran en önemli düşünce biçimi tartışmasız şekilde çatışmacı yaklaşımdır. Çatışmacı yaklaşım özsel olarak hareket noktasını Karl Marx’tan alır.
Marx’ın “Kapital” isimli kitabında açık biçimde belirttiği üzere depremin sosyolojik etkileri ekonomik etkenlerle doğru orantılıdır. Deprem gibi doğal afetler, Marx’ın perspektifi üzerinden okunduğunda alt sınıfları çok daha derinden etkiler. Alt sınıflar toplum piramidinin en üst tabakasında bulunan burjuva sınıfından çok daha keskin olarak olumsuz yönde etkilenir.
Marx sadece depremlerin neden olduğu yıkım sonrasında oluşan tablonun tespitini yapmakla kalmaz. Aynı zamanda Marx’ın hedefinde doğal afetlerin neden olduğu yıkımın sebeplerine ilişkin soruşturmalar da önemli yer tutar. Marx’a göre; doğal afetlerin ortaya çıkardığı insanlık dramının sebebi üretim araçlarını elinde bulunduran kapitalist sınıftır.
Kapitalist sınıf, daha çok kazanç elde etmek amacıyla çeşitli sektörlerde faaliyet gösterir. Bu faaliyetler; zaman zaman modern tarımla birlikte verimli toprakların tahribat görmesine veya modern madencilik çalışmalarıyla doğanın eğilimlerine müdahale edilmesi şeklinde okunabilir. Durumu tespit etmekten öteye giden Marx, sosyolojik etkenler üzerinden toplumdaki eşitsizliklerin neden olduğu yıkıma ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur.
Depremlerin Sosyopsikolojik Etkileri
Depremin sosyolojik etkileri kadar bireysel psikolojik olumsuzluklar da önem arz eder. Dolayısıyla depremin sosyolojik çıktıları kadar bireyler üzerindeki psikolojik etkileri de incelenmeli ve bu alanda çalışmalar yapılmalıdır. Çok büyük yıkıcı etkiye sahip olan depremlerde, ortaya çıkan büyük can kayıpları beraberinde insanın doğasından gelen bazı olumsuzlukları da getirir.
Özellikle yardımlaşma, arama kurtarma, enkaz ve sosyal yardım çalışmalarının eksik kaldığı ve büyük yıkıma neden olan depremler, özsel olarak insanda “yalnızlık” hissinin yoğunlaşmasına neden olur. En nihayetinde doğal afetler, insanın kendisinden bağımsız olarak meydana gelir ve sosyal yardımlaşma bireyin kendisini bütünün parçası olarak hissetmesi adına önemlidir.
Bununla birlikte yine yapılan araştırmalar deprem gibi doğal afetlerden sonra bireyde ya da toplumda ortaya çıkan yüksek şiddette kaygı, endişe, korku ve stres hallerinin ciddi boyutlara ulaşabileceğini göstermiştir. Tüm bu bileşenler sadece depreme maruz kalan afetzedeler için değil toplumun geneli açısından büyük oranda yıkıcı bir etki gösterir.
Söz konusu etkenlerle baş başa kalan toplumda yoğun bir şekilde öfke, kızgınlık ve sinir halinin ortaya çıkması da olasıdır. Bu noktada yapılan çalışmalar demografik özelliklere göre farklı sonuçlar vermiştir. Depremden etkilenen çocukların korku ve kaygı karşısında çok daha hassas bir yapıda oldukları belirlenmiştir.
Ayrıca depremin sosyolojik etkileri ergen sınıfında kabul edilen demografiler için de yıkıcı düzeydedir. Ergenler, çoğunlukla bedenleri üzerinden üst düzey bir hassasiyete sahiptir. Bu hassasiyet bedeninin zarar görmesi, olası zarar karşısında tepki vermeme ya da geleceğe ilişkin kaygı şeklinde ortaya çıkar. Dolayısıyla ergenlerin deprem coğrafyalarında doğru bir eğitimden geçirilerek bilinçlendirilmeleri gerekir.
Depremin sosyolojik etkilerinden olabildiğince korunmak ve geleceğe matuf düşünsel bir melankoli halinden uzaklaşmak için doğal afetlerle mücadele çalışmalarının bilimsel yaklaşımlarla sürdürülmesi hayati bir önem taşımaktadır. Özellikle deprem bölgeleri ve deprem olma olasılığının yüksek olduğu bölgelerde psikolojik destek çalışmalarının yürütülmesi ve topluma depremle mücadele kapsamında eğitim verilmesi gerekmektedir.