doktora şiddet

Doktora Şiddetin Sebepleri ve Yol Haritası

/

Günümüzde Türkiye, doktora şiddetin sıradanlaştığı bir ülke olmak konusunda epey yol kat etti. Bu konuda hem siyasilerin hem de toplumumuzun çok büyük etkisi vardır. Bugün, Türkiye’deki doktora şiddet olayları, esasında tüm toplumun dinamiklerindeki bir sorunu açığa vuruyor.

Her gün, her hafta, her ay birden fazla doktorun şiddete uğradığına veya öldürüldüğüne dair haber yapılıyor. Çoğu zaman hastalar tarafından uygulanan psikolojik ve fiziksel şiddetin ötesinde meslektaşlar arasında da ciddi bir geçimsizlik örüntüsü göze çarpıyor.

Sağlık denilen mefhum, elbet herkesin kapısını çalacak bir konudur. Günümüz modern dünyasında ise bu mefhumun en uzmanı doktorlardır. Bu sebeple doktorlar, toplumun tüm kesimleriyle muhatap olmaktadırlar. Teorik olarak ağır bir meslek olan doktorluğun, ayrıca çok büyük bir sosyolojik yönü vardır. Her ne kadar doktorluk basamakları hücreden başlayıp insan fizyolojisine ve oradan patolojilere uzanıyorsa da işin özü insandır. Bu da hekimlik mesleğinin sosyolojik derin bir temeli olduğunu gösterir. Günümüzün iletişimsizliklerinin pençesi altında hasta-doktor ilişkisinin sağlıklı yürümesini beklemek oldukça zordur.

Esasında, doktora şiddet kavramı bu coğrafyada anlamını yitirmiş bir durumda. Şiddet sözcüğü günümüzü açıklamaya yetmiyor. Çünkü teker teker doktorlarımız öldürülüyor. Öldürülen doktorların ne arkalarında devlet ne de yanlarında meslektaşları bulunuyor. Çünkü her iki kurum da –Türkiye’deki birçok olaya karşı birçok kesimin tepkisizliği gibi- doktorlara karşı lakayttır. Sonuç olarak, doktora şiddetin arka planında hem toplumumuz, hem siyaset hem de doktorların bizzat kendisi bulunuyor.

Devlet ne yazık ki doktorunu korumuyor. Yanlış sağlık politikalarıyla hekimin değersizleştirilmesi ve itibarsızlaştırılması, Türkiye’de alelade yapılmıştır. Bu oy amaçlı politikaların uzun vadede ülkemize ne gibi sorunlar açtığını hala göremeyen birçok insan bulunuyor. Yapılan yanlış sağlık politikalarını tekrar tekrar açıklamanın gereği kalmamıştır.

Doktorlar da bu ülkenin birer insanı olarak, yine bu ülkenin bir dışa yansımasını oluşturmaktadır. Lakin ağır iş yükü ve uzun süreli eğitim hayatı doktorları olumsuz etkiliyor. Doktorların ağır iş yükü altında çalışarak kronik bir strese maruz kalması, hem doktorların verimlerini düşürüyor hem de hastaların aldığı sağlık hizmetinin kalitesini azaltıyor. Bunun yanı sıra hem sözel hem de fiziksel şiddete uğrayan doktorların verimi daha da düşüyor. Doktorlar yaşadıkları şiddet sonucunda depresyon, uyku problemleri, posttravmatik stres bozukluğu, anksiyete ve korku gibi psikiyatrik sorunlar yaşayabiliyorlar [1]. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre tüm sağlık çalışanları, hayatının belli bir döneminde %8-38 oranında fiziksel şiddete maruz kalıyor [2]. Daha da vahim olarak, Türkiye’de yapılan bir çalışmaya göre her 10 doktordan 9’u şiddete uğruyor [3]. Hem ağır iş yükünün stresiyle hem de şiddetle boğuşan doktorların hastaya sundukları sağlık hizmetinin kalitesi de düşüyor ve bu da işleri kısır bir döngüye sokabiliyor.

sağlık çalışanlarına şiddet
Hindistan’daki sağlık çalışanlarına yönelik şiddetle ilişkili faktörlerlerden bir kısmı [4]. Bu faktörler birebir ülkemizle uyumlu olmasa da ders çıkarılması gerekiyor.
Bir hastaya ayırması gereken vaktin mecburen anca onda birini ayırabilen doktorlara karşı hastaların tepkiselliğinde ezberlenmiş düşünceler yatıyor. Doktorun bir emir kulu olduğuyla ilgili ciddi bir düşünsel çarpıklık var. Toplumdaki düşünsel çarpıklık 4 noktayla izah edilebilir: I) Sağlık çalışanlarının “tanrısal yetkilere” sahip olduğu, II) sağlık çalışanlarının “tanrısal yetkilerini” kendi keyfi için esirgeyebildiği ve eğer olumsuz bir şey olduysa muhtemelen esirgemiş olduğu, III) hastanın her daim haklı olduğu, IV) hastanedeki tüm idari konulardan (uzayıp giden sıralar, haftalarca sonraya atılan randevular, fiziksel yetersizlikler vs.) tamamen sağlık çalışanlarının sorumlu olduğu.

Bu dört çarpık nokta bir araya gelerek sentezlendiğinde ise bunun sonucu doktorların katledilmesine kadar varabiliyor. İşin oldukça kötü kısmı, bu çarpık noktalardan bazılarının geçmiş yıllarda resmi devlet politikası doğrultusunda halka empoze edilmesiydi. Ayrıca hekime şiddet ve hekimlerin katledilmesiyle ilgili devletin ciddi önlemlerinin olmaması da hekimlerimizin yalnızlığını ortaya koymaktadır. Bunca doktorun ölümüne rağmen devletin ciddi bir müdahalede bulunmuyor oluşu, bu meselenin bir siyasi paratoner işlevi görüp görmediği konusunda şüpheli bir fikir de uyandırıyor.

Fakat bu toplumsal sorunun etkenlerini sadece yanlış devlet politikalarında ve toplumda aramak da ikiyüzlülük olacaktır. Çünkü doktorlar da bu toplumun bir parçasıdırlar ve bu sorunda doktorların da payı vardır. Ne yazık ki doktora şiddet konusunda sağlık camiası ne kolektif bir şekilde hareket edebilmektedir ne de sorunlarla yüzleşmek istemektedir.

Bu yazımızı da tavsiye ederiz:  Sanal İkilem: Bilgisayar ve Telefon Bağımlılığı

Doktor-hasta iletişimsizliğinin ötesinde, doktorlar arasında da ciddi bir iletişimsizlik mevcuttur. Doktorlar bir arada duramıyor veya durmak istemiyor. Kendi meslektaşını ezen ve onu meslektaştan ziyade rakibi görerek mücadele eden birçok hekim bulunuyor. Doktorlar arasındaki mücadele akademik sınırlar içerisinde bilime pozitif katkı sağlayabilir fakat olayın akademik sınırlar içerisinde kalmadığı ortadadır. Çeşitli akademik çıkarlar uğruna mesleki düşmanlıklar ve bilim dışı aktiviteler, her alanda olduğu gibi tıp akademisinin de tattığı bir konudur. Hekimlerimiz birbirini korumuyor. Gözlemlerimin çoğunda, doktorların birbirini çok da sevmediğini görmek zor olmamıştı. Bu da ne yazık ki hekimlerimizin bir arada duramamasının ve ortak bir tepki koyamamasının bir nedenidir. Öğrencilikten bu yana sürekli sınavların içerisinde tıp dışı konulara vakti kalmayan doktorların sosyal hayatı olumsuz etkilenmektedir. Doktor adaylarının sosyal beceriler konusunda kendini eğitmesi gerekmektedir. Sosyal yönden kendini iyi yetiştiremeyen doktorlarımızın yaşadığı sorunlar da artıyor. Normal popülasyona göre tıp fakültesi öğrencilerinin depresyon yaşama olasılığı üç kat fazla bulunmuştur [5]. Ağır iş koşulları, büyük hasta yükü, nöbetler gibi birçok faktör de doktorları olumsuz etkilemektedir.

Kısacası, doktora şiddetin sıradanlaşmasında herkesin payı var. Lakin burada herkesin düştüğü hataya, bu sorunu herkese eşit dağıtarak çözümsüzlüğü baştan kabul etmek gibi bir hataya düşmemek gerekiyor. Hekimlerin öldürülüyor olması herhangi bir şekilde kabul edilebilir mi? Hangi yapılan hata herhangi bir doktorun canına kast etmeye eşdeğerdir? Demek ki burada boğuşulan meselenin merkezinde hekimlerimiz ve onların can güvenliği yatmaktadır. Sorunun çözümüne hekimleri korumakla başlamalıyız.

Doktora şiddet sorunun çözümüne yönelik atılabilecek adımlar:

  1. Sağlık konusundaki devlet politikamızın en kısa sürede doktoru koruyan bir çizgiye dönmesi. Hastayı korumanın temel yolu, hastalara sunulan sağlık hizmetini daha da ilerletmekten geçmektedir, başka bir şeyden değil. Devlet bunu, hem doktorunun arkasında durarak hem de hastalara daha sağlıklı bir hizmet sunarak başarabilir.
  2. Doktorun bir emir kulu olduğuna dair geçmiş propagandalardan dönülerek doktora saygının arttırılması. Doktorun bir emir kulu değil, profesyonel bir sağlık çalışanı olduğunun topluma anlatılması. Bu şekilde hasta-doktor ilişkisinin profesyonelleştirilmesi ve verimin arttırılması.
  3. Doktorların fiziksel güvenliği için hastanelerde güvenlik personel ağının kuvvetlendirilmesi. Doktora şiddet konusunda güvenlik personelinin ayrıca eğitilmesi.
  4. Tıp fakültelerine hasta-hekim ilişkisi konusunda çeşitli ders ve seminerlerin zorunlu olarak eklenmesi. Klinisyenliğin çok büyük bir bölümünde insan ilişkileri yer almaktadır ve böyle bir zorunlu eğitimin sağlık camiasında var olmayışı oldukça abestir.
  5. Tıp fakültesi öğrencileri ve doktorlar için hasta iletişimini arttırmaya yönelik yapılan birçok İngilizce yayının Türkçeye çevrilmesi. Türk öğrencileri ve doktorlarını kapsayan bu tip çalışmalar ülkemizde yok denecek kadar azdır ve bu tip çalışmaların desteklenmesi gerekmektedir. Ayrıca, sağlıkta şiddete karşı Dünya Sağlık Örgütü’nün ve bilimsel çalışmaların Türkiye’ye uyarlanıp bir an önce siyaset, kazanç ve oy gibi faktörler dışlanarak uygulamaya konulması.
  6. Doktorların iş yükünün azaltılarak dünya standartlarına erişilmeye çalışılması. Bu şekilde hem hasta-hekim ilişkisinin sağlıklı bir zemine çekilmesi hem de hastaya daha kaliteli bir hizmet sunulması
  7. Medyanın doktor şiddetine yönelik yaptığı “hatalı” haberleri düzeltmesi konusunda kamuoyu oluşturmak. Ne yazık ki medyadaki doktora şiddet ve sağlıkla ilgili birçok haber insanları yanlış yönlendirmektedir. Medya sektörünün doğal olarak birçok kez para kazanmayı hedeflediği düşünülürse, bu amaca bir kamuoyu yaratılarak ulaşılabilir.
  8. Sağlık Bakanlığı’nın gereksiz antibiyotik, sigara ve bunun gibi konularda yaptığı başarılı propagandalara benzer şekilde doktora şiddet konusunda da hem medya hem de hastaneler aracılığıyla propaganda yapması.
  9. Doktorun bir ilah olmadığı ve bir ölümün her daim sorumlusu olmadığının herkese anlatılması. Doktorlar bilimin getirdiği son noktayı kullanarak hastaları hayata tutundurmaya çalışıyorlar. Lakin hekimler tanrı değildir ve hayat ile ölüm arasındaki kesin çizgiyi belirleyemezler. Belki de tüm dünyadaki hekime şiddet olaylarının alt yapısında bireylerin tanrıya kızamamaları ve bunu hekime yansıtmaları bir başka sebep olarak karşımıza çıkıyor.
  10. Türkiye nüfusuna yetersiz kalan doktorlarımızın sayısının kalite bozulmadan arttırılması (Lakin tam tersine doktorlarımız beyin göçüyle başka ülkelere gidiyor).

Bu çözüm önerileri daha da uzatılabilir. Lakin işin çözümsel özeti bu maddelerden oluşmaktadır. Sağlık hizmetlerinin kalitesi ve işleyişi bir ülkenin ne kadar iyi bir alt yapı ve yönetime sahip olduğunun en önemli göstergelerinden bir tanesidir. Ülkemizin, yetiştirdiği doktorlarını koruması ve dolaylı yoldan toplumumuzun sağlık hizmetini arttırması gerekmektedir.

Bu yazımızı da tavsiye ederiz:  Yeşil Görmeyen Gözler 2

Ülkemizdeki tüm sağlık çalışanlarında şiddete uğramak konusunda bir korku bulunmaktadır. Savaş zamanında dokunulmaz olan ve esir düşse bile himaye edilmesi gereken sağlık personelinin (1949 Cenevre Konvansiyonu, Bölüm III; Madde 19 ve 24 [6]) hastanede hastalar tarafından şiddet görüyor olması, herkesin tefekkür etmesi gereken bir durumdur.  Bu sorunun çözümünde tek bir tarafa odaklanılmamalı ve hem sağlık personelleri hem toplum hem de sağlık politikaları değerlendirilerek bir yol haritası çizilmelidir. Nesillerimizin geleceğini inşa konusunda en önemli mefhumlardan bir tanesinin sağlık olduğu unutulmamalıdır.

Kaynakça:

[1] = Reddy IR, Ukrani J, Indla V, Ukrani V. Violence against doctors: A viral epidemic?. Indian J Psychiatry. 2019;61(Suppl 4):S782–S785.

[2] = https://www.who.int/violence_injury_prevention/violence/workplace/en/

[3] = Erten R, Öztora S, Dağdeviren HN. Sağlık kuruluşlarında doktorlara yönelik şiddet maruziyetinin değerlendirilmesi. Türkiye Aile Hekimliği Dergisi 2019;23(2):52-63.

[4] = Ghosh K. Violence against doctors: A wake-up call. Indian J Med Res. 2018;148(2):130–133. doi:10.4103/ijmr.IJMR_1299_17

[5] = Zoccolillo M, Murphy GE, Wetzel RD. Depression among medical students. Journal of Affective Disorders. 1986;11(1):91-96.

[6] = 1949 tarihli Cenevre Konvansiyonu’nun tam metni. / Konvansiyonun Türkiye tarafından kabul edilmesi 21 Ocak 1953.

Aynı hataları yapıp farklı sonuçlar bekleyen bir ülkenin vatandaşı olarak insan psikolojisi ve psikiyatrisi, siyaset psikolojisi, sosyopolitik sistemlerin işleyişleri, uluslararası ilişkiler, tarih ve bilime ilgi duyuyorum.

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Eleştiri Kategorisinde Son Yazılar