Size bu mektubu düşlerken kalbimizi titreten gelecekten yazıyorum. Hava karardıktan sonra mumları yakıp hayaline tutunarak yarını da bekleyelim dediğimiz o gelecekten… Size yazmam zaman aldı tıpkı zihnimde, yaşananları uygun çekmecelere yerleştirmem gibi. Şimdi bana sizden mutluyken ayrı kanarken apayrı yakan bir özlem kaldı.
Hatırlasanıza, bir şubat soğuğunda yine hayalimde epeyce uzakta, nedensizce bir hırçınlıkla etrafımdakilerle tartışmış nereye çıkacağından emin olmadığım bir sokakta yürüyordum. Dümdüz ovasında bana hep yokuşlar sunan o şehirde öylesine yürürken eskiden beri beni oldukça kızdıran o dükkânlardan birini gördüm ama bu kez bencilliğim ağır bastı. İnsanlara olan öfkeme yenik düştüm ve kendimi bir anda karşınızda buldum. Bir an önce işimi halledip bencilliğimin utancından kaçmak istedim. Şimdi düşünüce doğru mu yanlış mı yaptım bilmiyorum ama kader utancıma kayıtsız kalmadı ve dost olduk. Gözüm önce sana takıldı Parlak Prens. Güneşin batışı gibi kızıl pullarının arasında parlayan beyaz bir leken vardı. Tek başına olmazdı ama. Evet, ben seni sevmeye hazırdım ama korktum farklı olmaktan ve sevilmemekten özgürlüğünün esaretine karşılık ve aslında şarttı onun hayatımıza girmesi, Sakinin. Tüm balıklar gibi yüzerken neydi beni sana hayran bıraktıran? Sizi almaya kalktığımda satıcının itirazıyla anladım diğerlerine üstünlüğünü; kuyruğun yoktu senin. Eski sahibin koparıp iade etmiş ve ölmeni bekliyormuş. Senin yerine başka bir balık teklif ettiğini duyunca hayatım boyunca biriktirebileceğim tüm kararlılık bir anda bent oldu bu itiraza. Bunun üzerine hiçbir ücret talep etmeden teslim etti hazinemi.
İşte böyle giriverdiniz boşluklarında fırtınalar kopan hayatıma. Yalnızdım sizden önce. Sokaklarını boşaltırcasına büyük bu şehrin arada bir iki çocuğun çığlığıyla bölünen sessizlikteki semtinde geçmişti bir yılım. Bu yalnızlık beni ürküttükçe kaçıyordum şehrin en kalabalığına. Kalabalığı bile yabancıydı oysa. Türkçeyle Arapçanın birbirine karıştığı levhaları olan dükkanlar cadde boyu, okulda olması gerekirken bu caddelerde elinde sigarayla anlamsızca gülen, umursamazca cümlelerinden kötü sözler saçılan gençler ve bozuk diksiyonlarıyla bağıra bağıra telefonla konuşan insanlar… Sanki bir ekrandan izler gibi izlerdim o caddeleri sonra da kendimi o resme eklemeye çalışır ama bir türlü beceremezdim gururumu kırmayı. İşte siz böyle bir karmaşadan kaçarken doğdunuz hayatıma. Koskocaman korkuları nasıl da kaldırıp atıverdiniz?
Sen benim Kader Çiçeğim, Saki’m, kuyruksuz nasıl da kafa tutuyordun hayata. Ne zaman korksam, “Tükendim ben.” desem tüm gücünle bir sağa bir sola yüzer kendince anlatırdın bana ihtiyacımız olanın bir kuyruk(!)tan fazlası olduğunu. Hem kader çiçeğim hem kader dostumdun. Ben de tıpkı senin gibi kuyruğum kopartılmış bir köşede ölmem bekleniyor gibi hissederdim. Senle öğrendim direnmeyi.
Parlak Prensim, ne zaman o korkunç düşünceler dolsa beynime. Titretse ellerimi soluğu yanında alırdım. Sen de kıpırdamadan bana bakardın. Bakardık kıpırdamaksızın birbirimize. Sanki o bitmek bilmez enerjinden avuç avuç doldururdun ruhuma. Elimi daldırırdım suya sen de parmaklarımın arasından kıvrılarak yüzerdin. Kuyruğun parmağıma değdiğinde bile korkardım seni incitmekten.
Beni tanıyan herkes artık sizi de tanırdı. Artık üç kişilikti hayatım. Siz geldikten sonra bir neden vardı artık sabah erken kalkmak için. Günaydın dememi beklerdiniz ve sonra yemlerinizi verirdim. Bazı öğlenler dayanamaz gelirdim eve sizi görmeye. Müzik saatlerimiz olurdu. Aynı müzikleri severdik. Duyunca yerinde duramayıp akvaryumda yüzülmedik yer bırakmadığınız o müzikleri şimdi ben sizsiz dinliyorum. Yokluğunuzun acısı zamanla azalmıyor ama gün geçtikçe daha iyi öğreniyorum susturmasını. Bazen bastıramıyorum kalbimdeki boşluğunuz acısını. Şimdi birden geliverseniz ne çok anlatacak şey birikti! Ne anlatırdım, hangi yaşananlar sizinle geçireceğim vakitte konuşulmaya değer ondan bile emin değilim. Belki siz beni görüyorsunuzdur. Beni bekleyin olur mu?
Bir insanla iki balık ne kadar dost olabilirse o kadar dost olduk biz. Buna önce beni sonra etrafımdakileri inandırdınız. O yabancı şehirden evime son kez döndükten sonra (Bunun son dönüşüm olduğunu, artık orada yaşamak zorunda olmadığımı çok sonra öğrendim.) çekip gidiverdiniz sanki “Artık bize ihtiyacın kalmadı. Bundan sonra tek başına ayaktasın.” dercesine. Belki de kendinizce müjdelemek istediniz yokuşların düzlüğe çıktığını ama fazla biraz ağır olmadı mı bu yük? Şimdi siz benim kalbimde tüm hayatım boyunca yüzün. Huzurla yüzmeniz için güzel bakmaya çalışacağım ona. İnsanlar anlamasa da kalbimi neden kırılmaktan böylesine koruduğumu ben izin vermeyeceğim kırılan parçaların size zarar vermesine. Hayatımı düzene sokarken çektiklerimize ihanet etmemek için uğraşıyor ve sizi her an özlemle hatırlıyorum. Umarım siz de bir yerlerden beni görüyor ve hayalimizi benimle yaşıyorsunuzdur.
Sevgi ve her zamankinden fazla özlemle…
O günleri bildiğimden mi, kaleminle ruhuma işlediğinden mi, bir zamanlar o şehirde öylesine yürüyenlerden biri olduğumdan mı süzüldü bu yaşlar?