Yazı başlığım iddialı olabilir amma velakin* geçmişten günümüze sıkça okuduğumuz, gördüğümüz ve duyduğumuz bir şey, bir de fark ettiğimiz tabi. Çünkü bir şeylerin de yazıya dökülüp insanlığa ulaşmadan önce bir akıl süzgecinden geçmesi gerekiyor. Geçmez ise sonra ortaya Yüzyıllık Yalnızlık gibi kitaplar ortaya çıkıyor! Şaka şaka. Gabriel Garcia’ya ayıp olmasın. Sonuçta Nobel Edebiyat Ödülü var. Ama şu bir gerçektir ki (ve bu tamamen benim fikrimdir) Yüzyıllık Yalnızlık okuduğum en sıkıcı kitaptı. Sanırım ileride bir daha okuyacağım.
Şimdi kendinizi bir yönetimin başında hayal edin. Düşünün ki çok çalışmışsınız, iyi şeyler yapmışsınız ve iyi yerlere gelmişsiniz. Altınızda da bir sürü insan var. Bazılarını yönetiyorsunuz, bazıları da sizi destekliyor. Sonra bu insanlardan gelen kuvvetle, yıllarınızın tecrübesiyle, görüp geçirdiklerinizle ve altınızdakiler için iyi bir şeyler yapma tutkusuyla en başa geliyorsunuz ve en iyi şeyleri yapmayı düşünüyorsunuz. Elinizden geldiğince güzel şeyler yapıyorsunuz, bazen zorlanıyorsunuz ve destek alıyorsunuz, bu sayede daha da ileriye gidiyorsunuz. Çünkü ne demiş atalarımız: Birlikten kuvvet doğar.
Zaman geçtikçe, sahip olduğunuz bilgi birikimi ile verdiğiniz kararların başkaları tarafından verilemeyeceğini düşünüyorsunuz. Çünkü yıllar ve yıllar geçirmişsiniz, tattığınız her günü özümseyip kendinize eklemişsiniz, tecrübenize katmışsınız. Bu sayede verdiğiniz kararlarının en iyi sizin tarafınızdan verileceğini düşünüyorsunuz ve başka hiç kimsenin veremeyeceğini. Sonra geldiğiniz yeri terk etmek istemiyorsunuz. Terk ederseniz destekçilerinizin ve astlarınızın sizi kötü göreceğinden korkuyor ve ayrıca yerinize gelenlerin yönettikleriniz için iyi kararlar alamayacağından korkuyorsunuz.
Nasıl diyeyim, mesela bir başhekim veya en iyisi genel olarak diğer kelimeleri de kapsayacak şekilde bir müdür oldunuz diyelim. Öyle güzel şeyler yapmışsınız ki (sanırım buraya icraat kelimesi yakışırdı) sanki yerinizi terk edince bunların gideceğini düşünüyorsunuz ve yerinize gelenin ya bunların üstüne konacağını ya da bunları kırıp dökeceğini hayal ediyorsunuz. Ama bunlar yalnızca hayalden ibaret. Bir düşünün, geldiğiniz yerin tek sahibi siz misiniz? Sizden önce başkalarının olduğunu veya başkalarının da olacağını unutuyor musunuz yoksa? Buna bencillik dememin sebebi, evet iyi şeyler yapmayı istiyorsunuz ama oturduğunuz yerin sahibi siz değilsiniz, orayı hak eden başkaları da vardı ve olacak. İşte buraya da taht dedim, taht duygusu. Çünkü nedense bir türlü bırakılmak istenmedi hiçbir zaman. Gizli bencillik dememin sebebi ise başta insanlar için iyi şeyler yapmak istemeniz ama sonradan sonraya iyi şeyleri sizden başkasının yapamayacağını düşünüp bu gizli bencilliğin ortaya çıkması.
Ne bileyim, Napolyon’u düşünün mesela. Başta Fransa’nın geleceğini düşüyordu ve ordunun başında gayet güzel başarılar elde etti. Sonra ise kendini birden imparator ilan etti, başarılarını ve halkı için yapmayı düşündüğü güzel şeyleri daha ilerletmek için. İlerletti de. Ama sonra elbet yenildi, öldü ve cesedi de çürüdü gitti. Belki sızlayacak kemiği bilem kalmamıştır. İşte bunları tek başına yapabileceğini düşündüğü an kaybetti. Bencillik değil de nedir bu?
Bir imparatordan örnek verdim, bir de yakın günümüzden örnek verelim. Kaddafi diye bir şahıs vardı bir aralar. Sonradan kendini diktatör mü ilan etmiş ne. Başta geldiğinde güzel şeyler yapmış diye biliyorum. Mesela yabancı devletlerin elinde petrol kuyularını devlete geçirmiş, ülkenin zararına çalışan yabancıları da kovmuş, yabancı petrol firmalarını falan. Böylece halkın refah düzeyi falan artmış başta. Kıtlık falan sona ermiş. Ama sonradan sonraya bencillik kendini göstermeye başlamış, yani gizli bencillik açığa çıkmış ve her şeyi sadece kendisinin yapabileceğini düşünüp tahtına ait tutkusuna yenik düşmüş. Ne diyelim bu sefer? Yüzünün her yerinin botoks olması bencillik değil de nedir?
Yüzyıllık Yalnızlık’ta da böyle bir lider vardı. Bir ordunun başındaydı ve başarılar elde ediyordu. Devletinin başına geçti mi hatırlamıyorum ama ailelerin onunla akrabalık ilişkisi kurabilmek için kızlarını bir geceliğine onun yanına verdiğini sayın Gabriel Garcia’nın kitabından çok iyi hatırlıyorum. Bu da belli ki bencillik duygusuna yenik düşmüş. FIN
*ne kadar da dilimize ait olmayan bir kelime değil mi?
Taht böyle bir şey. Elde etmesi bırakmasından daha zor olabiliyor. Asıl erdem ikisini de başarabilmekte.
Öyle.