Günler, saatler, saniyeler…
Sadece üç saat sonra bambaşka bir dünyada buldum kendimi. Havası başka, suyu başka, dili başka…
Üç bin kilometre ve üç saat sonra sanki yeniden doğan bir bebek cahilliğinde gözlerimi açtım bu dünyaya. Öyle yabancı, öyle tecrübesiz. Sözün kıymetini anladım sonra anlamanın ve anlaşılmanın kıymetini. İlk kez dünyaya yukardan baktım saatler boyunca. Küçüldü herşey kayboldu, sadece bir silüetten ibaret kaldı karşımda. Biz çoğu zaman göremediğimiz bir nokta kadar bile değilmişiz bu dünyada, bizim dertlerimizse neredeyse hiç hükmü kadar küçük.
İnsan Fizyolojisi’ne aykırı bir şey ayaklarını yere basamamak. Gökyüzünde değişiyor her şey. Küçücük bir uçakta sıkışmışsın kocaman bir gökyüzüne ve sadece üç saat sonra ayakların bastığında yere sen artık herşeye yabancısın. İçinde heyecan ve korku birbirini kovalıyor. Yer bilmiyor, yol bilmiyorsun. Tanıdık yüzler gördükçe huzur dolmaya başlıyor içine. Adeta bir bebek gibi büyütmeye başlıyorlar sonra seni, bir bebek saflığında hissediyorsun kendini. Böyle suçsuz gibi. İyiliği bilmiyor ama kötülük de yapamıyorsun. Tüm kötüleri saflaştırmak için ayırsak ülkelerinden başka ülkelerde bir bebek saflığında doğarlar mı dersiniz. Yoksa kötü her yerde kötü müdür?
Gülümsemenin evrenselliğini tanıdım bir de. Güneşi özledim ilk andan. Bize çoğu zaman nimet, rahmet gibi gelen yağmur burada adeta bir eziyet. Çoğu zaman siz var etrafta içinin aydılanmasına müsade etmek istemezcesine. Karanlıktan karanlık doğuyor sanki.
Burada karanlık dışarda,bizde ise içerde. Huzursuz,mutsuz, umutsuz ve sevgisiz insanlar olduk. Böylece tüketiyoruz günlerimizi, böylece büyütüyoruz karanlığımızı.Ruhumuzdaki dişliler tam işlemiyor, bozulmuş düzelemiyor(düzelmiyor).
İnsan hayal bile edemeyeceği şeylerler karşı karşı kalabiliyor bazen. Mesela ben bu yazıyı Dortmund’da bir üniversitenin Ekonomi Fakültesi’nin dersinde yazıyorum. Bu kadar uzaklıkta bile bana en yakın olan yine kağıt yine kalem. (S)özümden anlayan, döktüklerimi toplayan yalnız kalem. Kalem kağıt üzerinde kaydıkça, doldukça sayfadaki beyazlık ferahlıyor sanki içim.
Nasıl hayal edebilirdimki Afganistan’lı bir arkadaşımdan öğrendiğim cümleleri burada tanıştığım bir İranlı ile konuşacağımı. Yirmi yaşındayım belki ama sanki burda yeni bitti çocukluğum, şimdi anladım bizi asıl büyütenin ne olduğunu. Öyle kıymetli ve değerli hissediyorum ki kendimi. Herkes geliyor ziyarete Türkiye’den misafir gelmiş diye. Bu gurbette bir tanıdık yüz bir tanıdık koku için. Çünkü ben sadece bir misafir değilim onlara. Memleketim, vatanım, toprağım…
Özlem öyle bir yakmış ki yüreklerini isterlerse dünyalara değecek kadar paraları olsun yine de hep bir şeyler eksik. İyiki gelmişim buralara, iyiki görmüşüm, anlamışım onların özlemlerini. İyiki keşfetmişim kendimden farklı dünyaların da olduğunu. Soğuğunu,yağmurunu, yemeğini, zorluğunu… Uzaktan anlayamıyormuş insan ne kadar çok uğraşsa bile. Gezmek de çok şey katıyormuş insana okumak kadar. Ama okuyarak gezmenin tadı bambaşka oluyormuş.
04.12.2017 / DORTMUND
Evet bir bebek gibi yeniden doğmaya gidiyoruz bizi başka bir yere hem de çok uzak bir yere. Bu hissi yaşamak ve başka bir yerde dediğiniz gibi sanki cahil durumuna düşmek de insana “sen kimsin” sorusunu sormayı akla getiriyor. Kaleminize sağlık .
Masalımsı bu anlatımınız çok hoşuma gitti..Keyifle okudum yazınızı ve merak ettim oraları.Umarım bir gün bende gitme şansını yakalarım.Emeğinize sağlık çok teşekürler…