Edebiyatımızın önemli isimlerinden Cahit Sıtkı’nın ismini duyduğumuzda birçoğumuzun aklına Otuz Beş yaş şiiri ve Memleket İsterim gelse de Abbas şiiri de Cahit Sıtkı’nın gençlik özlemine dair yazdığı önemli eserlerdendir.
Şiirin hikayesi hakkında pek çok rivayet dolaşmaktadır. Bunlardan en elle tutulur olanlarından birisi Abbas’ın Beşiktaş’ta bir meyhane olduğu, Cahit Sıtkı’nın efkarlı bir öğlen vakti gittiğinde, sakinin Cahit Sıtkı’ya “Şimdi olmaz akşam gel” dediği ve şiirin ilk dizelerindeki “Haydi Abbas vakit tamam.. Akşam diyordun işte oldu akşam” kısmının burdan geldiği söylenmektedir. Fakat işin aslı farklıdır. Cahit Sıtkı şiirin hikayesini 1944 yılında Cumhuriyet gazetesine yolladığı yazıda şöyle anlatmaktadır:
Cahit Sıtkı çocukken büyükannesinin anlattığı hikayeden çok etkilenir
“Vaktiyle, bilmem ne memlekette hüküm süren bir padişahın oğlu, ancak rüyada gördüğü servi boylu, sırma saçlı, mavi gözlü, son derece dilber bir kıza aşık olur; ve sevgilisini bulmak ümidiyle yollara düşer. Bütün aşk masallarında olduğu gibi başına bir sürü felâketler gelecektir. pek tabii değil mi? Aşk demek imtihan demektir. ancak serden geçip yardan geçmeyen muradına nail olur. Bereket versin, daha ilk adımı bizim sevdalı şehzadeye uğurlu gelir. Bir kuyunun yanından geçerken, takatten düşmüş, ak saçlı bir ninenin kuyudan su çekmeye uğraştığını görünce dayanamaz, koşar, ninenin suyunu çeker. buna son derece memnun kalan kadıncağız, şehzadenin sırtını okşar ve saçından kopardığı iki teli ona vererek der ki: …
– Oğlum, başın darda kaldığı zaman bu iki kılı birbirine çakarsın; bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir arab çıkar karşına! korkmayasın. Adı Abbas’tır. Karnın mı acıkmış? “Abbas!” demen kafi. Derhal sana mükellef bir sofra kurar. Yırtıcı hayvanlar arasında mı kaldın? Abbas’tan başka kimse kurtaramaz seni. Uykusuz gecelerde yarin hicranile mi yanıyorsun? Abbas ne güne duruyor? Sevgilini ne kadar uzakta olursa olsun, alıp getirir seni şad eder.
Bu iki kılı iyi muhafaza et oğlum. Onlar sayesinde selâmete çıkacaksın.
Ve şehzademiz ninenin elini öperek yoluna devam eder.”
Sonrasında yedek subaylığını yapmak üzere kıt’aya gider. Burada bölük komutanı kendi yedek subayını kendisinin seçmesini ister. Fakat nasıl seçeceğine karar veremez ve yazıcıdan isim künye defterini ister. Bu sırada içlerinden bir isime gözü ilişir “Abbas oğlu Abbas” babaannesinden dinlediği hikayeden midir bilinmez Abbas’ı çağıttırır ve daha sonra aralarında şu diyalog geçer;
– Emrine geldim komtanım!
– Adın ne oğlum? dedim.
– Abbas oğlu Abbas, komtanım!
– memleket neresi?
– Vilâyet Mardin, kaza Midyat, köy Vobin.
– Sen kaç aylık Abbas?
– Ben ihtiyat komtanım!
– Sen sağlam yoksa sakat? dedim.
– Ben sakat komtanım!
– Ulan senin neren sakat?
(sol kolunu gösterdi. anladım, çolakmış!)
– Sen benim emir eri olur, abbas? dedim.
Hiç kıpırdamadan:
– Olur komtanım!
Abbas, Cahit Sıtkı’nın emir eri olur. Oturduğu evin alt katını ona tahsis ederler. İkisi de vaziyetten oldukça memnundurlar. Abbas her sabah kalkıp Cahit Sıtkı’yı uyandırır, kahvesini hazırlar kıyafetlerini hazırlar, evi düzenler. Vazifesini bir yük olarak değil de kendine bir görev olarak bilir ve yapar. Komutanını da sevdiği her halinden belli olur. Ne vakit Abbas diye çağrılsa koşarak yanına gelir ne istiyorsa eksiksiz yerine getirir. Öyle ki diğer komutanlar Abbas’ı imrendiklerini sık sık dile getirirler.
Bir yaz akşamı tümen komutanına sıkı bir teftiş verdikten sonra eve yorgun argın gelir ve o yorgunlukla bir rakı masası kurmak ister ve Abbası çağırır. Bir miktar para verir, rakı ve meze almasını ister. Abbas dediklerini alır masayı hazırlar ve dışarı çıkar belki bir ihtiyacı olur düşüncesiyle kapıda bekler. Biraz sonra Cahit Sıtkı seslenir ve yanına çağırır “otur” der fakat askeri kurallar gereği oturmak istemez sonra sohbet etmeye başlarlar.
– Abbas!
– Buyur komtanım!
– Askerlik nasıl?
– Çok iyi komtanım!
– Memleketten mektup geliyor?
– Yoh komtanım!
– Niye ulan?
– Ben de yazmıyor komtanım!
– Sen niye yazmıyor Abbas? Köyde senin karı var, çoluk çocuk var. Sen merak etmez hiç?
– Ben merak eder, eder komtanım! Ben yazdı beş ay var, cevab yoh. Şimdilik ben de yazmıyor komtanım!
– Sen beni seviyor abbas.
– Helbet seviyor komtanım!
– E… niye seviyor?
– Sen iyi komtanım! (Eliyle kalbini göstererek) Sende kalb temiz komtanım!
– Yaşa be abbas!
– Sağol komtanım!
– Sen istanbul’u bilir?
– Bilir komtanım!
– Sen beşiktaş gördü?
– Gördü komtanım! Ben muvazzaf yaptı Orhaniye kışla.
– Ben seni istanbul’a göndersem gider?
– Yarın alay komtanından izin alır, seni İstanbul’a yollar Abbas!
– Beni kimse yok İstanbul, komtanım!
– Beni kimse var abbas! Sen gidecek İstanbul’a!
– Baş üstüne komtanım!
– İstanbul’a gitti. Karaköy var. Sen biliyor?
– Biliyor komtanım!
– Sen tramvay binecek, beşiktaş inecek, ben sana adres verecek. Orda var bir kız, beni sevgili. Ben onu çok seviyor Abbas! Sen kaçıracak o kız, getirecek bana!
– Baş üstüne komtanım!
Ertesi gün Cahit Sıtkı evvelsi gün sarhoşluğun etkisiyle söylediklerini unutur, kahvesini içip evden çıkmak üzereyken gözü Abbas’a ilişir. Abbas bir yol hazırlığı içerisindedir.
– Abbas!
– Buyur komtanım!
– Bu ne Abbas?
– Ben İstanbul gidiyor. Sen söyledi komtanım!
– Sen beni sevgili getirecek?
– Helbet getirecek komtanım!
Cahit Sıtkı’nın bu saf ve masum davranış karşısında duygulanmaması elde değildir ve bu olayın sonrasında okuyan herkesi etkileyen o diziler dökülür kaleminden…
[youtube https://www.youtube.com/watch?v=rbaS8CfoOjU]
Kardeşim Latif Bahadır ALTUN’a beni kırmayıp şiiri seslendirdiği için sonsuz teşekkürlerimi sunarım…